Vakıf Bedduası Nedir?

HİZMET

Allâh yolunda ve O’nun rızâsı istikâmetinde yapılan hayırların gerçek bereketi, niyet ve ihlâsa göredir. Önemli olan, amellerin ihlâs ve takvâ ile îfâ edilmesidir. Zîrâ Allâh Teâlâ, kendi rızâsı istikâmetinde yapılan en küçük bir hayra bile çok büyük bereketler ihsân eyler.

KİM ALLAH İÇİN BİR MESCİD İNŞÂ EDERSE...

Âyet-i kerîmede buyurulur:

“Mallarını Allâh yolunda harcayanların hâli, yedi başak bitiren ve her başağında yüz dâne bulunan bir tek tohumun hâli gibidir. Allâh kime dilerse, ona kat kat verir. Allâh, ihsânı bol olan, hakkıyla bilendir.” (el-Bakara, 261)

Allâh Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- buyurur:

“Kim Allâh rızâsı için bir mescid inşâ ederse, Allâh da onun için cennette bir köşk binâ eder.” (Müslim, Mesâcid, 24)

VAKIFLARIN EN ÖNEMLİ FAYDALARI

Vakıfların en mühim faydalarından biri de, servet sâhiplerini isrâf ve sefâhate sürüklenmekten alıkoymasıdır.

Vakıf tesisindeki esas gâye, Allâh’ın yüce rızâsına nâil olup âhiret selâmetine ermektir. Tâ başlangıcından beri vakıflar, bu minvâl üzere kurulmuş ve aynı şekilde devam etmiştir. Öyle ki bu gâye, «et-takarrub ilâllâh» (Allâh’a yakınlık vesîlesi) şeklinde vecîzeleştirilmiş ve vakfın sıhhat şartlarından biri olarak kabul edilmiştir.

VAKIF EMÂNETLERİNİ HASSASİYETLE KORUNMALI

Bu itibarla vakıf husûsunda derin bir hassâsiyete bürünmek ve bu ilâhî emânete diğerlerinden daha çok riâyet etmek zarûrîdir. Târih boyunca bu konu üzerinde titizlikle durulmuş ve bu emânetin ihlâl edildiği zamanlarda da acı akıbetlere dûçâr olunmuştur. Nitekim Sâlih -aleyhisselâm-’a mûcize olarak verilen deve, kimseye âit olmayıp Allâh Teâlâ’nın peygamberi vasıtasıyla insanların istifâdesine sunduğu bir emânetti ve âdetâ bir vakıf malıydı. Sütü, bir sebîl gibiydi. Sâhibi de Cenâb-ı Hak’tı. Fakat azgın kavim, deveyi öldürerek bu emânete ihânet ettiler. Neticede helâke dûçâr oldular.

VAKIF MALLARININ ÖNEMİ

Halk ağzında kıssa olarak anlatılagelen Süleymân -aleyhisselâm- ile serçe kuşu arasındaki şu hâdise de çok ibretlidir:

Birgün Süleymân -aleyhisselâm-, serçe kuşunu azarlamıştı. Bunun üzerine serçe, Süleymân -aleyhisselâm-’ı tehdid ederek:

“–Senin saltanatını mahvederim!” dedi.

Süleymân -aleyhisselâm-:

“–Senin cüssen ne ki, benim saltanatımı mahvedeceğini söylüyorsun!..” dedi.

O küçük kuş şöyle cevap verdi:

“–Kanatlarımı ıslatır ve bir vakıf toprağına sürerim. Sonra da kanatlarıma bulaşan bu toprağı sarayının damına taşırım. Böylece benim taşıdığım o vakıf toprağı, senin sarayını çökertmeye yeter!..”

Kıssadan hisse olarak bu hâdise, vakıf mallarına karşı ne kadar hassas ve dikkatli davranmak gerektiğini göstermektedir.

"VAV'LARDAN KAÇININ" NE DEMEK?

Nitekim büyüklerimiz; «Vav’lardan (yâni vallâhi diyerek lüzumsuz yere yemin etmekten, mesûliyet şuur ve hassâsiyeti taşımayan bir vâli olmaktan, hakkını îfâ edemeyen bir vasî olmaktan ve gâyesine uygun sarf edilmediğinde ağır bir vebâli gerektiren vakıf malından) kaçının; mesûliyetinden korkun!..» buyurmuşlardır.

Ancak bu ifâdedeki mânâyı yanlış anlamamak gerekir. Meselâ gereğini îfâ edebilecek imkân ve liyâkat sâhibi kimselerin vakıf hizmetlerinden uzak kalmaları, büyük bir vebâldir. Burada korkmaktan maksad, bu müesseselerden istifâde edenlerin haklarının dikkatli tevzî edilmesi ve vakıf mallarının liyâkatle korunmasıdır. Çünkü vakıf, mülkiyeti Allâh Teâlâ’ya, faydası ümmetin muhtaçlarına âit olan menkul veya gayr-i menkullerdir. Yâni vakfedilen mal, sâhibinin mülkiyetinden çıkar, satılmaz, bağışlanmaz ve vâris olunmaz. Bunların maksadına uygun kullanılmaları husûsundaki ciddiyetin dâimâ hatırda tutulması için, umûmiyetle vakıfnâmelerin başında veya sonunda hem hayır duâ, hem de bedduâlar bulunur.

VAKIF BEDDUASI

Hayır duâ, vakfa hizmette kusur etmeyenler içindir. Bedduâ ise, vakfiyede belirtilen hizmeti yerine getirmeyen, yâni vakfa kötülüğü ve zararı dokunan kimseleredir. Böyle kimseler için ekseriyetle şu bedduâ cümleleri kullanılır:

“Her kim bu vakfın şartlarını bozar veya değiştirirse, Allâh’ın, peygamberlerin, meleklerin, insanların ve bütün mahlûkâtın lâneti onun üzerine olsun!..”

VAKFEDENİN KOYDUĞU ŞART CENÂB-I HAKK'IN KOYDUĞU ŞART GİBİDİR

Nitekim Fâtih Sultan Mehmed Han da, Ayasofya vakfiyesinde bu bedduâyı aynen zikretmiştir.

Vakıfnâmelerde bulunan bu nevî bedduâlar, mânevî bir tehdittir. Çünkü ebedî istikbâl endişesi taşıyan gerçek müminler, âhiretteki hesâbın azâb ile neticelenmesinden korkarak, böyle bir bedduâya mâruz kalmak istemezler ve dâimî bir hassâsiyet içinde hareket ederler.

Vakfın idâresi ve korunması husûsundaki hassâsiyet, İslâm’da o derecede ehemmiyet kazanmıştır ki, « شَرْطُ الْوَاقِفِ كَنَصِّ الشَّارِعِ » yâni “Bir malı vakfedenin koyduğu şart, Cenâb-ı Hakk’ın koyduğu hüküm gibidir.” sözü bir düstûr olmuştur. Nasıl ki bir âyetin değiştirilmesi düşünülemezse, aynen onun gibi vakfedenin şartlarının değiştirilmesi de düşünülemez. Asırlar önce yapılmış vakıfların pek çoğunun mâhiyet değişikliğine uğramadan bize kadar intikal etmeleri, hep bu temel kâideye riâyet bereketiyledir.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Vakıf-İnfak-Hizmet, Erkam Yayınları