Vahyin Kesildiği Döneme Ne Ad Verilir?

Siyer-i Nebî

İlk vahiyden sonra bir süre vahyin kesilmesine ne denir?

Câbir bin Abdullah el-Ensârî (r.a) vahyin ilk gelişi ve fetrete girmesiyle alakalı yukarıdaki uzun hadis-i şerifi naklettikten sonra şu ilâvede bulunmuştur:

“Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) fetret-i vahiyden bahsederlerken söz arasında şöyle buyurdular:

«Ben bir gün yürürken birdenbire gökyüzü tarafından bir ses işittim. Başımı kaldırdım. Bir de baktım ki Hırâ’da bana gelen Melek (Cibrîl -aleyhi’s-selâm-) semâ ile arz arasında bir kürsî üzerinde oturmuş. Pek ziyâde korktum. (Evime) dönüp:

“‒Beni örtün, beni örtün!” dedim. Bunun üzerine Allâh Teâlâ Hazretleri’nin

“Ey (yorgana) bürünen Rasûlüm, kalk ve (insanları) uyar! Rabbinin azamet ve kibriyâsından bahset! Elbiseni temizle! Pis ve necis şeyleri terk etmekte dâim ol!”[1] âyetlerini inzâl buyurdu.

Artık vahiy kızıştı ve peş peşe gelmeye devâm etti».” (Buhârî, Bed’ü’l-Vahy, 3, Tefsîr, 74/4, 5; Müslim, Îman, 255-258)

Allâh Teâlâ buyurur:

“Andolsun ki biz, sözü (vahyi) birbiri ardınca uladık (vahiylerimizi aralıksız gönderdik) ki iyice düşünüp öğüt alsınlar!” (el-Kasas, 51)

Vahyin aralıksız devâm etmesi de, Kur’ân-ı Kerîm’in i’câzındandır. Zîrâ bütün in­sanların bir araya gelerek ve yardıma çağırabilecekleri herkesi de çağırarak bir âyetini bile meydana getiremeyecekleri ulvîlikteki âyetlerin, Allâh Rasûlü (s.a.v) Efendimiz’e peş peşe nâzil olması, Kur’ân-ı Kerîm’in vahiy mahsûlü olduğunu kat’î bir sûrette ispat etmektedir. Bu, ona aslâ beşerî bir müdâhale olmadığının da en bâriz bir delîlidir.

Diğer taraftan en küçük bir şiir kitabının bile bin bir gayret ve yoğun mesâîler netîcesinde teşekkül etmekte olduğu mâlumdur. Üstelik ne kadar titizlik gösterilse de beşer mahsûlü olan bu tip eserlerin kusursuz olabileceğini iddiâ etmek de mümkün değildir. Ancak ilâhî vahiyde böyle bir husus söz konusu olmayıp, o, ilk şekliyle bâkî, sayısız mûcizeyi ihtiva eden ve bütün beşerî nok­sanlıklardan münezzeh bir kelâm olarak lutfedilmiştir. Bu da Kur’ân-ı Kerîm’in hakkāni­yet ve yüceliğini ifâdeye kâfîdir.

İbn-i Abbâs (r.a) şöyle buyurur:

“Rasûlullâh Efendimiz (s.a.v) nâzil olan âyet-i kerimeleri derhal ezberlemek için kendisini meşakkate sokar ve bundan dolayı çok kereler mübârek dudaklarını kımıldatırlardı.”

Bunu söylerken İbn-i Abbâs (r.a):

“‒İşte bak Rasûlullâh Efendimiz (s.a.v) dudaklarını nasıl kımıldattıysa ben de sana öylece kımıldatıyorum.” buyurdu.

“Bunun üzerine Allâh Teâlâ Hazretleri O’na:

«Ey Habîb-i Muhteremim, Sana nâzil olan Kur’ân âyetlerini nazmı ile unutmayayım diye acele edip Cibrîl daha tilâvetini tamamlamadan hemen lisânını ve dudaklarını kımıldatmaya başlama! Kur’ân’ı sadrında cem etmek (toplamak) ve Sana tilâvet ettirmek Biz’e âittir. Cibrîl’in lisanıyla Kur’ân’ı Sana okuduğumuzda Sen yalnız dinle! Ondan sonra onu anlatıp belletmek yine Biz’e âittir.»[2] âyet-i kerimelerini inzâl eyledi.

«Kur’ân’ı sadrında cem etmek (toplamak) ve Sana tilâvet ettirmek Biz’e âittir.» Yani Kur’ân’ı Sen’in sadrında toplamamız, ezberletmemiz ve sonra da Sen’in onu okuyabilmen Biz’e âittir.

«Cibrîl’in lisanıyla Kur’ân’ı Sana okuduğumuzda Sen yalnız dinle!» Yani Kur’ân’ı Cibrîl’in diliyle Sana okuduğumuzda onu dinle ve sükût ederek ona kulak ver!

«Ondan sonra onu anlatıp belletmek yine bize âittir.» Yâni ondan sonra da onu düzgünce okumanı Biz tekeffül ederiz.

İşte bundan sonra Rasûlullâh (s.a.v) Efendimiz’e ne zaman Cibrîl (a.s) gelirse sükût buyurup onu dinlerlerdi. Cibrîl (a.s) gidince getirmiş olduğu âyet-i kerimeleri o nasıl tilâvet etmişse Nebiyy-i Muhterem (s.a.v) Efendimiz de öylece tilâvet ederlerdi.” (Buhârî, Bed’ü’l-Vahy, 4)

Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz, vazifelerine verdikleri ehemmiyet ve gösterdikleri hassâsiyet sebebiyle telâşa kapılmışlardı. Gelen vahyin bir harfini bile kaçırmayayım düşüncesiyle hemen onları ezberlemek için tekrarlıyorlardı. Cenâb-ı Hak ise bu hususta endişelenmemesini söyleyerek vahyi tam olarak kendisine ezberleteceğini müjdelemiştir.

Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’i Peygamber (s.a.v) Efendimiz’e vahyedip ezberletmiş ve gerektiğinde mânâlarını da beyân etmiş, yani tefsirini de öğretmiştir. Böylece Efendimiz (s.a.v) vasıtasıyla en büyük iki emanet olan Kitâbullâh ve Sünnet-i Seniyye bizlere ulaşmıştır.

Bu rivâyetten anlaşıldığına göre Kur’ân-ı Kerîm’i ezberleyenler ancak Allah Teâlâ’nın yardımı ve lütfuyla ezberleyebilirler.

Dipnotlar:

[1] el-Müddessir, 1-5. [2] el-Kıyâme, 16-19.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Siyer-i Nebi.