Tenkit Nedir, Ne İşe Yarar?

NE NEDİR?

Tenkit ne demektir? Tenkit ne işe yarar? Tenkit nasıl yapılmalıdır? Birini veya bir şeyi tenkit ederken/eleştirirken nelere dikkat etmek gerekir?

Tenkit; “söz veya davranışı eleştirmek, yanlış ve doğru taraflarını ortaya koymak, bir değerlendirme yapmak”tır.

Tenkit de asıl olan objektif ve tarafsız olmak, dostluk ve düşmanlık duygusundan uzak kalarak doğrunun ortaya konması için çaba sarf etmektir. Sevgi ve nefret, tarafsız olmayı engeller, doğru bir tespite mâni olur. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem: “Bir şeyi aşırı sevmen seni kör ve sağır yapar” (Keşfü’l-Hâfa, H. No: 1095) buyurarak tarafsızlık ölçüsünü ortaya koymuş, Cenab-ı Hak’da, düşmanlığın adil davranmaya engel olmamasını tavsiye etmiştir. “Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adil davranmamaya itmesin.” (Maide, 8)

İNSANOĞLUNUN İKİ ÖNEMLİ ZAAFI VARDIR

Bizim prensibimiz “Dosta muhabbet, düşmana adalet”tir. Merhum İmam Gazali’nin şu tespiti fevkalade önemlidir! “İnsanoğlunun iki önemli zaafı vardır. Birisi; sevdiğinde kusur görmemek, diğeri ise; sevmediğinde meziyet görmemek.” Olaylara fotoğraf makinası gibi bakmak, ne görülüyorsa olduğu gibi görmek, tahrif cihetine gitmemektir.

İnsanlar genellikle şahıs ve olaylara görmek istedikleri gibi ve işlerine geldiği gibi bakarlar. Bu türlü bakış ve değerlendirmeler peşin hükümlü değerlendirmelerdir. Bunları değerlendirme saymak doğru değildir. Bunu yapanlar hem kendilerini hem de başkalarını aldatmış olurlar.

GÜNÜMÜZDE TENKİT

Günümüzde özellikle medya dünyasında tenkit tamamen düşmanlığı, fitne ve fesadı tahrike yönelik olarak yapılmaktadır. İnsaf, itidal ve objektiflik asla söz konusu değildir. Genellikle medya mensupları bir tarafın sözcüsü konumunda oldukları için, karşı tarafı eleştirirken insaf ölçülerini bir tarafa bırakarak, hakareti, iftirayı, yalanı sermaye olarak kullanmakta, adeta geçimlerini, başkalarının şeref ve itibarını zedelemek, onurlarını kırmak yoluyla temin etmektedirler. Aslında halkın gözü, kulağı konumunda olması gerekenler, olayları çarpıtarak halkı yanıltmakta, ifsadı ıslahata tercih etmektedirler.

Yalan ve iftira furyası içinde, halkın görevi, her duyduğuna inanmamak, olayları bütün yönleriyle değerlendirmek, belli haber kaynaklarına şartlanmamaktır. Cenab-ı Hakk’ın bu konudaki ikazı yanılgıya düşmemenin en sağlam ölçüsüdür. “Ey iman edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse, onun doğru olup olmadığını araştırın. Yoksa bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.” (Hucurât, 6)

Medya konusu bir tarafa, mutlak objektif olması gereken ilim ve akademi dünyasında da insaf ve itidalin dikkate alınmadığını görüyoruz. İyi niyet ve ciddi araştırma neticesinde bir takım yeni ve farklı fikir ve görüşler ileri sürülmesi tabiidir. İlmi gelişme; sadece bilinenin tekrarı, nakilcilik, fikir yerine boş ve anlamsız söz üretmekle olmaz. Mâlumun ilamı yerinde saymaktan ibarettir. Daima gelişen ve yenilenen hayatın ihtiyaçlarına cevap vermek, insanların hayatlarını meşruiyet dairesinde kolaylaştırmak için çareler üretmek başta ilim adamlarının görevidir. Çare bulmak ulemanın, uygulamak ise ümerânın vazifesidir.

Fikirlerde, canlılar gibi üremekle hayatiyetlerini devam ettirirler. Düşünce ve ilimde zenginlik başka türlü sağlanamaz.

TENKİT NASIL YAPILMALI?

Biz insanların niyetlerini okuyamayız. Ameller niyetlere göre değerlendirileceğine, beraet-i zimmet asıl olduğuna göre şahıs ve olayları değerlendirirken öncelikle iyi niyeti ön planda tutmalıyız. Görüş ve fikirlerini değerlendireceğimiz kişinin kötü niyetli veya başkalarının hesabına ajanlık yaptığını kesin olarak bilirsek o takdirde vereceği zararı önlemek için yine ilim ehline yaraşır bir üslup içinde uygun cevaplar verir, böylece toplumu uyarma görevini yerine getirmiş oluruz.

Tenkit de insaf ve itidalin esas olduğunu belirtmiş, böyle olduğu takdirde yol gösterici olacağına, aksi halde fitne ve fesada yol açacağına işaret etmiştik.

Tenkit aslında yol göstermek, doğru rehberlik etme sanatıdır. İnsaflı ve tarafsız münekkitlere daima ihtiyaç vardır. Başka türlü yanlışlar düzeltilmez. Özellikle devlet adamlarının yapıcı tenkitleri ciddiye almaları şarttır. Aksi halde etraflarını saran dalkavukların riyakârca övgülerinin kurbanı olurlar, hem kendileri, hem de yönettikleri toplum büyük zarar görür.

Hz. Ömer ne güzel söylemiş: “Söylemezseniz sizde, dinlemezsek bizde hayır yoktur.” Danışmanların bilgili, ehliyetli, tecrübeli ve güvenilir olmaları şarttır. Bunlar âmânın bastonu gibi insanı düşmekten kurtarırlar. Acı da olsa samimi tenkitlere kulak vermek, hastanın faydalı ilaçları kullanması gibidir. İlacın acılığına değil, sağladığı şifaya bakılır.

Adalet ve hakkaniyetin en fazla dikkate alınması gereken bizim dini camiada, akademik hayat da dahil insafsız, ölçüsüz tenkitlere şahit oluyoruz. Muhatapların ehliyet ve iyi niyetine bakmadan, farklı bir şey söylediklerinde hemen itham ve itibarsızlaştırma cihetine gidiyoruz. Hayatını ilme vakfetmiş, pek çok faydalı eserler ortaya koymuş, idari görevlerde pek çok hizmetler ifâ etmiş kimseleri en ufak bir hataları sebebiyle toptan reddediyor, olmadık hakaretlere maruz bırakıyoruz. Kimisini reformculukla, kimisini tarihselcilikle, kimisini ajanlık ve hainlikle itham ediyoruz.

Hatasız insan olmaz. Sevabı hatasından fazla olanların mutlu bir hayata kavuşacaklarını Cenab-ı Hak Kâria Suresi’nde haber vermektedir. İnsan melek değildir. Başkasını eleştirenler öncelikle kendi kusurlarına bakmalıdırlar. Fıkıhta genel bir kural vardır. Müctehid hata ederse bir sevap, isabet ederse iki sevap kazanır. İnsanlara faydalı olmak, yol göstermek için iyi niyetle çalışmış olmak bizatihi ibadettir. Hata etse bile bu iyi niyet ve gayretinin sevabına nail olur. Çalışan hata edebilir, hiçbir şey yapmayanın hatası olmaz. Fakat bir şey yapmamak, bir işe yaramamak başlı başına hatadır.

İlim adamı kolay yetişmez. Ömrünü ilme adamış, insanları bir kalemde silip atmak insafla bağdaşmaz, ilim ehli daima ihtiyatlı davranır. Bütün delillere vâkıf olmadan cahillerin yaptığı gibi ulu-orta konuşmaz. Aykırı davranarak meşhur olmayı, gündemde kalmayı hesap edenlerden ilim adamı olmaz. Bunlardan ancak şovmen olur. Başkalarını itham ederek ön plana çıkmak isteyenler, tenkit ettikleri insanların söyleyip yazdıklarını bile anlamaktan aciz olanların yaygaraları hem ilim hayatını hem de toplum hayatını zehirlemektedir.

Özellikle tekfirci selefilik, adeta Müslümanı gâvur yapma görevini üstlenmekte, fesat yaparak cihat yaptığını sanmaktadır. İnsanları nihai anlamda yargılayacak olan Allah’tır. Hiç kimse kendisini, Allah’ın avukatı veya savcısı yerine koymasın. Bunların İslam’a ve Müslümanlara verdiği zarar Müslüman olmayanlardan daha fazladır. Düşmanlar bunlardan emin, dostlar ise tedirgindir.

Bu türlü cahil, ham sofularla ilgili olarak meşhur edip Süleyman Nazif’in şu sözü çok enteresan “Akif beni Müslüman yaptı, korkarım ki bu mollalar beni gâvur yapacak.”

Bizim yol ve yöntemimiz dostları çoğaltmak, düşmanları azaltmaktır. Dostu düşman yapmak kolay, fakat düşmanı dost yapmak zordur. Asıl olan zoru başarmaktır.

Hazır dostlarımızı sudan bahanelerle suçlayıp düşman haline getirmenin vebalı büyüktür. Şarap içen bir sahabiye had uygulanırken ona kötü sözler söyleyenlere Rasûlullah; “Kardeşiniz aleyhinde şeytanla ortaklık yapmayın” buyurarak en güzel ölçüyü belirlemiştir. İnsanların fazla üzerine gitmek onların karşı cepheye katılmalarına yol açabilir.

Kaynak: Ali Rıza Temel, Altınoluk Dergisi, Sayı: 452