Teheccüd Nedir?

NE NEDİR?

Teheccüd nedir, ne anlama gelir? Teheccüd namazının önemi nedir? İslam’da teheccüd namazının fazileti.

Kelime olarak teheccüd: “uykudan güçlükle uyanmak”, uyuyup ondan sonra uyanmak” gibi manalara gelir.[1] Teheccüd ilk vahiyden sonra ilk emredilen ibadettir.[2] Bir diğer ifade ile teheccüd namazı, iman ve vahiyden sonra İslam’ın inananların önüne koyduğu ilk emirdir, bu anlamda İslâm’ın başıdır. 610 yılından 620 yılında beş vakit Mirâc ile farz kılınana kadar, namaz olarak varlığını tam on yıl sürdürmüştür.

TEHECCÜD NAMAZININ FAZİLETİ

Kur’ân-ı Kerim’de peygamberliğin hemen başında, Hz. Peygamber’in (sav) teheccüdle kendisine yüklenen ağır göreve hazırlanması,[3] o zaman diliminin maddi-manevi güçlendirici fonksiyonuna işâret eder. Ayetlerle sabittir. Ayrıca Ebu Talib-i Mekki, “Ey inananlar sabır ve namazla yardım isteyiniz…”[4] ayetini, kulun hayatın zorluklarında, güç kazanmasına ve sabra vesile olması sebebiyle teheccüd namazı olarak yorumlar.[5] Şafiî ve Hanefîlerde hadislere göre gibi gecenin son üçte birinde kalkıp teheccüd kılınması gerektiği görüşü hâkimdir.[6] Nüzûl Hadis’inde de Allah’ın dünya semasına indiği ifade edilen son üçte birlik zaman dilimi ile teheccüdün zaman dilimi aynıdır.

TEHECCÜD NE ZAMAN?

İşte bu önemi bakımından, teheccüd zaman diliminin, tekâmül olarak ne ifade ettiği bu makalemizin konusunu teşkil etmektedir. Ancak başta şu hususa işaret etmek isteriz ki gecenin o mübarek zaman dilimine Kur’ân-ı Kerim “seher” adını veriyor.[7] Teheccüd o zaman diliminde kılınan namaza denir ve adını yine Kur’ân’daki bir ayetten alır: “Fe-tehecced bihî nâfileten lek…”[8] Peygamberimiz (sav) namaz farz olmadan on sene önce, (610) peygamber olur olmaz teheccüdle emrolunmuştu.[9] Bu nedenle teheccüd kök namazdır.

İLAHİ DİRİLİK

Konumuza Şeyhu’l-Ekber Muhyiddin İbnü’l-Arabî’den (ks)  (ö. 1240) aldığımız bir tespitle başlamak istiyoruz. Hazret, Fusûsu’l-Hikem’inin Hz. Musa Fass’ında özetle şu fikri işler: Bir hadîs-i şerîfe göre Hz. Peygamber (sav) yağmur yağdığında dışarı çıkar, sarığını bir kenara kor ve yağmur altında durur ıslanırdı. Bu davranışını açıklarken meâlen; “Yağmur damlaları, Allah’ın emrini (ahdini) henüz yeni almışlar” onlarda Allah tazeliği (ilahi bir dirilik) bulduğunu ifade ederdi.[10]

İşte Şeyh-i Ekber (ks) bu hadis üzerinden hareket ederek Allah’ın emrini/ahdini yeni almış her varlıkta, ilahi tazelik ve dirilik olduğunu ileri sürer ve yeni doğmuş bebeklerin veya hayvan yavrularının bu yüzden çok sevildiğini söyler.[11] Ona göre büyükler o yeni doğmuş küçüğün dünyasına iner, onunla oynaşır, onu sever, ona hizmet eder, korur vs. İşte büyüğü küçüğe yönlendiren ve hizmet ettiren küçükteki bu ilâhi tazeliktir. Bu haliyle büyük küçüğün taht-ı te’sirinde yani etkisi altındadır. Ve çocuk kendindeki bu özelliğin farkında değildir. Bütün bunların hepsi çocuktaki makâmın  (çekim ve etki) gücünden dolayıdır.[12]

Burada ayrıca, gökten inen yağmurun saf su oluşunu ve içinde hiçbir yabancı maddenin bulunmayışını, ancak toprağa karışınca bu saflığını kaybettiğini hatırlamak gerekir.  Buna ilâve olarak Peygamberimizin (sav), topraktan çıkmış sudan ziyade, gökten inen bu saf suya özel bir muâmele ile talib oluşunun manasını biraz daha dikkatli ve incelikli düşünmek icâb eder. Nitekim Kur’an’da; yağmur suyunun, temizleyicilik, şeytanî pislikleri gidericilik, kalplere kuvvet verip savaşta ayakları sabit kılması yönündeki maddî-manevî faydaları anlatılır.[13]

Konuk,  Şerh-i Fusus’da konunun özünü şu ifadelerle yorumlar: “Binaenaleyh yağmurdan (sav) Efendimize isâbet eden Feyz-i İlahi sebebiyle o yağmurdan kendileri için Faide-i İlahiyye hâsıl olmasa idi, vucud-ı şereflerini (bedenlerini) yağmura ibrâz etmezler(yani yağmurun etkisine açmazlar) idi.”[14]

BEBEKLER NEDEN GÜZEL KOKAR?

Hâsılı, İbn Arabî’ye göre her şeyin yeni doğmuşunda, mânevî olarak bu diriltici ilahi feyz mevcuttur. Bu feyz, hemen hemen herkesi kendisine çeker/ cezbeder. Bu çekiliş aslında insanın ilâhi kaynağa fıtrî yönelişidir. Mesela kedi, köpek, at, inek, aslan vs. gibi hayvanlar sevilir veya sevilmeyebilir. Ama bu hayvanların yeni doğmuş minik ve şirin yavrularını hemen herkes sever. Aynı durum yeni doğmuş bebekler için de söz konusudur. Hatta yeni doğmuş bebeklerin kokusu bir hadis-i şerifte cennet kokusu olarak değerlendirilir.[15]

Psikolojik olarak bebeklerle oynayan, onların dünyasına giren, yakın ilgi gösteren herkeste, bu empati sonucu bir huzur oluşur. Bu huzur, stresin en büyük ilâcıdır. Bu yüzden çok çocuklu âilelerde huzur düzeyi, fıtrî tazelik sinerjisiyle ilgili olarak az çocuklu âilelere göre daha yüksektir.

Şimdi bu girişten sonra sürekli içinde bulunup kopamadığımız ve kullandığımız zaman için de, yukarıda ifade ettiğimiz hadisteki espriye paralel böyle bir dirilik, feyz ve ilâhi cezbe keyfiyeti söz konusu olabilir mi? İnsan, zaman olarak bir referans noktasına bağlı mıdır? Bir başka deyişle acaba insanın fıtri zaman referans dilimi nedir?

Allah kâinatı yarattı ve kâinatın göz bebeği olarak insanı yarattı. Arap lügatinde insan kelimesi göz bebeği[16] anlamına gelir. Grekçe’deki karşılığı pupilla ise “kişi, insan” gibi manaları ifade eder.

İşte bu noktada zaman-insan bütünlüğünün biraz daha dikkatli okunması gerektiğine inanıyoruz. Çünkü bizce bu husus, insanın kemalâtıyla doğrudan ve bire bir irtibatlıdır. İbn Arabî, Allah için “ezel” ne ise, insan için “zaman” odur, diyerek zamanın ontolojik değerine ve dolayısıyla tekamül açılımına işaret eder.[17]

HER GELEN GİDECEKTİR

İnsanın ilahi el ile şekillendirilişindeki yazılım (tesviye), asır, yıl, ay, hafta, gün, saat gibi zaman referanslarına göredir. İnsan, zamanlı, yani süreli (temporal) bir varlıktır. Fânîdir. Ukaz panayırında yüz yaşını geçmiş Kuss b. Saîde’nin insanlara seslendiği gibi “Her gelen gidecektir. (Küllü âtin fât)”[18]

Evet, öncelikle Kur’an’ı Kerim’i temel aldığımızda, Allah “insan” düzenlemesini, yazılımını “yevm” üzerinden yapmıştır diyebiliriz. Yani insan, “bir günlük” programlıdır.  İnsanın dünyevî zaman referansları hep yevm/gün üzerindendir. Ahiret referansı da “ebedilik” üzerindendir. Yani zamanlılık ve zamansızlık…[19]

Mesela, Üzeyir’in (as) dilinde, öldürülüp ba’s olunması olayında üzerinden geçen yüzyıl “bir gün veya günün bir kısmı”dır.[20]

Yine 309 sene uyutulup ba’s olunan Ashab-ı Kehf’in dilinde de aynı ifade görülür: “Orada ne kadar kaldınız?” “Bir gün veya günün bir kısmı.” Yani: “Yevmen ev ba’da yevmin”[21]

Yine öldükten sonra binlerce yıl geçtiği halde haşr ile yeniden dirilenlerin, bu süreyi “bir gün”[22] müş gibi algılamış oldukları görülür.

YEVM NE DEMEK?

Arapça sözlükler, alfabetik düzen içinde “yevm” kelimesi ile son bulur. Bu yüzden bulunması kolaydır. Yevm,  Kur’ân-ı Kerim’de 525 defa geçmektedir.[23] Lügatta “yevm” güneşin doğuşundan batışına kadar olan süre Allah’ın nimetleri veya cezalandırması, zaman, kıyâmet günü ve zorluk gibi manalara gelir.[24]

YEVM NEYİ İFADE EDER?

İnsan günlük hayatta aynı rutinleri tekrarlamaya göre programlanmış görülüyor ve bu günlük merkezli yaşama Kur’an’da bize vurgu ile anlatılıyor. Yine dünya hayatının yevm denen algoritmi “Tü’tî ükülühâ külle hiynin”[25] yani rızkın günlük gelişi ve “külle yevmin hüve fî şe’nin”, her gün bir şe’nde/işte/halde olmak…[26] şeklinde dile getirilir. Özellikle bu son ayetteki yevm, “ân” ‘ı ifade eder. Yani zamanın hakikatı, özü veya arkesidir. Ânın açılımı ise süredir, zamandır.[27] Ân-ı dâim de sermedî olarak zamanın batını ve aslıdır.[28] Ân-ı dâim Hazret-i indiyyeye izafe olmuştur yani onunla bağlantılıdır.[29] İbn Arabî’nin ifâdesiyle zamanın dışta varlığı yoktur, sırf zihnî bir kavramdır. Dıştan varmış gibi görünmesi Hakk’ın zuhurundan dolayıdır.[30] Yani ân, zaman olmayan zamandır. Dolayısıyla bu âlem aslında hayaldir, yoktur.

Dipnotlar: [1] İbn Abidin, Reddü’l-muhtar, Beyrut 2000, c. 2, s. 24. [2] Buhârî, Teheccüd, 4; Ebu Davud, Tatavvu’, 17-18, 27. [3] El-Müzemmil, 73/5. [4] El- Bakara, 2/153. [5] Ebu Talib el- Mekkî, Kûtü’l-Kalûb,(nşr: Asım İbrahim el-Keyyâli), Beyrut, 1426/2005, c. I, s.69. [6] Buharî, Teheccüd 14; Müslîm, Salâtü’l- Müsâfirîn, 168-170; ibn Mâce, Sünen, İkâmet, 148, 182, Fiten, 12; Ebu Dâvud, Sünen, Tatavvu’, 10; Nesaî, Sünen “Mevâkît”, 35. [7] Âlü İmran, 3/17; ez-Zâriyât, 51/18. [8] El-İsrâ, 17/79. [9] El-Müzzemmil, 73/1-7. [10] Sahih-i Müslim, hadis no: 898. [11] Muhyiddin İbnü’l-Arabî, Fusûsu’l Hikem, Ta’lîkât, Ebu’l-Alâ el-Afîfî, Daru’l-Kitâbi’l-Arabî, Beyrut 1946, c. 1, s. 197 vd. [12] Muhyiddin İbnü’l-Arabî, Fusûsu’l Hikem, çev.: Osman Nuri Gençosman, Hz. Musa Fassı. [13] el-Enfal, 7/11. [14] Ahmet Avni Konuk, Fusûsu’l Hikem Tercüme ve Şerhi, haz.: Mustafa Tahralı, Selçuk Eraydın, (M.Ü İlahiyat Fakültesi Yayınları, no: 37) İstanbul 2005, c. 4, s. 131-3. [15] es-Suyûtî, Câmi’u’s-Sağir, c. 2, hadis no: 2285. [16] İbn Manzur, Lisanu’l-Arab, “İnsan”. [17] Muhyiddin İbnü’l-Arabî, el Futûhâtü’l-Mekkiyye, Darü’l-Kütübi’l-Arabiyye, Mısır trz., c. I, s. 388. [18] Ahmed Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiyâ, c.I, s. 62 (Küllü âtin fât). [19] Mesela; el-‘Ankebut,29/57; Lokman, 31/9; el-Ahzâb, 33/65; ez-Zümer, 39/72; Ğafir, 40/76. Kur’ân da âhiretin ebediliği ile 84 âyet vardır. Bkz. Muhammed Fuâd Abdulbâkî, el-Mu’cemu’l-Müfehres, “h-l-d” maddesi. [20] El-Bakara, 2/259. [21] El-Kehf, 18/19. [22] El- Mü’minûn, 23/113. [23] Muhammed Fuâd Abdulbâkî, el-Mu’cemu’l-Müfehres, Kâhire 1996, s. 863-870. [24] İbn Manzur, Lisânu’l-Arab, “Yevm”. [25] İbâhim,14/25. [26] Er-Rahman, 55/29. [27] Mahmud Erol Kılıç, Tasavvuf Düşüncesi, Sufi Kitap, İstanbul 2014, s. 110 vd. [28] Abdurrazzak el-Kâşânî, Mu’cemu Istılâhâtı’s-Sufiyye, thk.: Abdü’l-al-Şahin, Dâru’l-Menâr, Kahire 1992, s. 57. [29] Kâşânî, Mu’cem, s. 80. [30] Muhyiddin İbnü’l-Arabî, el-Futûhâtü’l-Mekkiyye, c.6, s. 58.

Kaynak: Ethem Cebecioğlu, Altınoluk Dergisi, Sayı: 401