Tebliğ Hizmetinin Adabı

Hizmet

Tebliğ hizmeti nasıl yapılmalıdır? Tebliğ hizmetinde dikkat edilmesi gereken hususlar nelerdir? Bir Müslümanın tebliğ hizmeti vazifesi ve hassasiyetleri...

Rab, Allâh’ın sonsuz terbiye ediciliğini bildiren ismidir. Kur’an ise, Allâh’ın kulları için murâd ettiği terbiyeyi, Kelâm sıfatıyla bizlere sunmasıdır. Kur’an, Her şeyde olduğu gibi tebliğdeki terbiyeyi de öğretmektedir.

Şefkat ve merhametin yegâne kaynağı olan Yüce Rabbimiz kullarının, kendisine dâvette tâkip etmeleri gereken tesirli üslûbu şöyle beyân etmektedir:

"İnsanları Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle dâvet et. Bir mücâdeleye girmen gerektiğinde, söz ve davranışında dâimâ daha güzel olanı tercih et. Şüphe yok ki Rabbin, kendi yolundan sapanları çok iyi bilir. Doğru yolu bulanları da en iyi bilen O’dur."  (en-Nahl, 125)

“Sâlih ameller işleyip de, ben Allâh’a teslim olanlardanım, diyerek insanları Allâh’a çağıran kimseden daha güzel sözlü kim olabilir! İyilik ve kötülük müsâvî değildir. Sen kötülüğü en güzel bir tarzda önlemeye çalış. O zaman (göreceksin ki), seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan sıcak bir dost oluvermiştir.” (el-Fussilet, 33-34)

Tavsiye edilen bu ilâhî üslûbun tatbiki neticesinde, târihte nice dikenleşmiş ruhlar güle dönmüş ve zindan gibi sîneler nûra garkolmuştur.

SAHABE HAYATINDAN KIYMETLİ ÖRNEKLER

Bu itibarla küfür, şirk ve günahta ne kadar ileri gitmiş olursa olsun, hiçbir insan, hidâyet dâvetine muhâtab olmaktan mahrûm bırakılamaz. Bunun asr-ı saâdetteki sayısız misâllerinden biri de şöyledir:

Allâh Rasûlü, amcası Hazret-i Hamza’yı şehîd ederek kendisini derîn bir hüzne boğan Vahşî’yi, İslâm’a dâvet etmesi için ashâbından birini gönderdi. Vahşî ise Rasûlullâh’a cevâben:

“−Yâ Muhammed! Sen, «Bir kimseyi öldüren, yâhud Allâh’a şirk koşan veyâ zinâ eden biri, kıyâmet günü iki kat azâba uğrar ve cehennemde hor ve hakîr olarak ebediyyen kalır.» (el-Furkân, 68-69) diye Allâh’ın hükmünü beyân etmiş iken, beni nasıl oluyor da İslâm’a dâvet edebiliyorsun? Ben ki bu çirkinliklerin hepsini yaptım. Benim için nerede bir kurtuluş yolu olacak ki?” dedi.

Bunun üzerine Allâh Teâlâ:

“De ki: Ey nefislerine zulmetmekte aşırı giden kullarım! Allâh’ın rahmetinden ümîdinizi kesmeyiniz! Çünkü Allâh bütün günahları affeder. Muhakkak O, çok bağışlayıcı ve engin merhamet sâhibidir.” (ez-Zümer, 53) âyetini inzâl etti.

Nihâyet Vahşî âyet-i kerîmedeki müjde ile ferahladı ve:

“−Rahmetin ne kadar da büyük ey Rabbim!” diyerek ve tevbe-i nasûhta bulunarak arkadaşlarıyla birlikte müslüman oldu.

Rasûl-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in yanındaki sahâbîler:

“−Yâ Rasûlallâh! Bu af ve merhamet sadece Vahşî’ye mi mahsustur, yoksa bütün müslümanlara mı?” diye suâl ettiklerinde Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-:

“−Bütün müslümanlar içindir.” buyurdular.

Hazret-i Hamza’yı Uhud’da şehîd eden Vahşî, artık Hazret-i Vahşî -radıyallâhu anh- idi. Ve bu hidâyet ve mağfiretin mânevî hazzı içinde, kendisini affettirebilmek ümîdiyle, Hazret-i Hamza’ya diyet olarak, peygamberlik iddiâsında bulunan Mü­seylemetü’l-Kezzâb’ı bir savaşta bütün tehlikelerini göze alarak katletti ve böylece bir fitneye son verdi.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş / Vakıf İnfak Hizmet