Tebliğ Eksikliğinin Sebebi Nedir?

HİZMET

İslam'ın en mühim görevlerinden biri olan "Tebliğ" vazifesi hayatımızın neresinde? "Tebliğ" vazifesi için ne kadar zaman ayırıyoruz? Peki ya yapmak isteyip yapamayanlar, hayatımızdaki tebliğ eksikliğinin sebebi nedir?

Bir gurup arkadaşla sohbet diyorduk. Söz döndü dolaştı, irşad ve tebliğ çalışmalarının yetersizliğine geldi. Bu konuda büyük vebal altında olduğumuz vurgulandı. Aslında iş gerçekten ilginçti. Hani derler ya Nasreddin Hoca varmış bakkala ve:

-Un var mı? Demiş.Bakkal:

-Var!

-Şeker var mı?

-Var!

-Ya yağ?

-O da var!

Sormuş o zaman Hoca:

- Yahu niye helva yapıp yemiyoruz?

Aynen öyle değil mi ahvalimiz? Soralım isterseniz:

-Ortada dinini öğrenmeye muhtaç bir halk var mı?

-Var!

-Peki, onlara dinlerini öğretebilecek insanlar var mı?

-Evet, var.

-Öyleyse niye bunlar bir araya gelerek ilmi ihya etmez, cehaleti gidermezler?

TEBLİĞ EKSİKLİĞİNİN SEBEBİ

Maalesef ortada bir gayretsizlik var, bir çabasızlık, himmetsizlik var. Bilenlerle bilmeyenler bir araya gelebilseler güzel istifadeler ortaya çıkacak. Nitekim oluyor da. Bunun yaşanmış bir çok örneği var hamdolsun. Çünkü insanlar müsait, ortam uygun. Çünkü, normal şartlarda su ile toprağın buluştuğu her zeminde yeşillikler fışkırıyor. Mesele, bu iki değeri uygun ortamlarda buluşturabilmede...

İçlerinde yaşadığım için biliyorum, bir çok müftümüz, vaizimiz, din dersleri öğretmenimiz, imamımız, müezzinimiz ve din konusunda kendisini yetiştirmiş daha bir çok insanımız var. Bunların daha en az bir o kadar da emekli olanları var, aramızda yaşamaktalar. İçlerinde hizmet aşkı, hadi diyelim aşkı olmasa da arzusu, en azından mes’uliyet duygusu var. Ama nedense, evlerinde veya iş yerlerinde oturup insanların kendilerine gelmelerini beklerler. Geldiklerinde memnun olurlar ve severek hizmet ederler belki, ama kendileri gidip insan aramazlar, hizmet ortamı oluşturmak için çabalamazlar. “İlim ayağa gitmez, ilme gidilir” derler.

Belki oturmuş İslam toplumlarında böyledir, ama çağımız daha çok “Mekke Dönemi”ini andırmaktadır. Acaba önderimiz efendimiz (sav) insanların ayağına gitmedi de evde oturup onların gelmesini mi bekledi?

Yine bir o kadar da insanımız var dînî ilimlere ihtiyaç hisseden veya muhtaç olduğu için hissetmesi gereken. Bu insanların birçoğu, en azından anlatanlara veya anlatılanlara karşı çıkmaz, sorun oluşturmazlar diye düşünüyorum. Ve de birçoğu da eminim ki, kendilerine birileri din adına bir şeyler anlatsalar, öğretseler, memnun olur, teşekkürle karşılarlar. Ama maalesef kendileri kalkıp da o insanları arayıp bulmazlar. Bilen kişilerle bir şekilde bir araya gelip tanışsalar, buluşsalar istifade edecekler ama, maalesef bunun için de hiç çaba harcamaz, imkanları değerlendirmezler.

Kim bunlar?

Bunlar işte beraber yaşadığımız insanlardır. İşçidir, işverendir, amirdir, memurdur, esnaftır, ziraatçıdır, zanaatkârdır, öğrencidir vs. Beraber yaşadığımız insanlardır bunlar.

Öyleyse işte tam da burada bazı güzel insanlara çok büyük işler düşmektedir. Bu iki kesimi de tanıyan, “Bu iki kesimi nasıl ederim de buluşturabilirim?” diye düşünen, gerekirse maddî-manevî fedakarlıkları göze alabilen insanlara iş düşüyor. Biz bu gibi yapıcı, birleştirici, kaynaştırıcı insanlara çok muhtacız. Her vesileyi deneyen, çay, yemek, toplantı, gezi, dînî gün ve geceler gibi her vesileyi fırsat bilip deneyerek, bilenlerle bilgiye muhtaç olanları birleştirecek organizatör insanlara çok ihtiyaç var doğrusu. Dava bilinci olan aşklı, vecdli, dertli insanlara çok ihtiyaç var...

EN YAKINIMIZDAN BAŞLAMALIYIZ

Biz bu minval üzere konuşurken bir arkadaşımız bakın neler anlattı: “Elime, kâinatın yaratılışı ile Allah’ın varlığını, birliğini, azametini anlatan güzel bir cd geçti. Ben beğenince, bir gün çağırdım komşularımı, onlara da dinlettim. Memnun oldular. Hatta hiç tahmin etmediğim, siyasi düşünce olarak kendisini “solcu” tanıtan bir komşum şunları söyledi :

- Bak komşu, siz bunları biliyor, dinliyorsunuz. Bizim bu konulara ne kadar muhtaç olduğumuzu da biliyorsunuz. Eğer bunları bize de dinletmez, öğretmezseniz, ahirette elimiz yakanızda olur, bilesiniz.”

Çok şaşırmıştım. Dedim ki:

- Komşular, size her hafta değişik cd’ler dinleteceğim öyleyse, tabii sizler geldikçe, tamam mı?

- Tamam, dediler.

Çok sevinmiştik. Bu olay bizlere hem ibret, hem de cesaret verdi. Aslında bu komşular konusu çok önemliydi. Peygamber Efendimiz de bu konuya çok ilgiliydi. Nitekim şu ilginç ve ürpertici olay da bunu ne güzel ifade ediyordu:

“Ebza el-Huzaî (r.a.) anlatıyor: “Bir gün Resulullah (s.a.v.) halka hitap ediyordu. Müslümanlardan bir gurubu övdükten sonra şöyle buyurdu:

-Komşularını dinde anlayış sahibi yapmayanlara, onlara dini öğretmeyenlere, anlatmayanlara, Allah’ın emirlerini bildirip nehiylerinden sakındırmayanlara, komşularından dinlerini öğrenmeyenlere, anlayıp muhakeme etmeyenlere ne oluyor? Her kavim komşularına dini anlatsın, öğretsin. Onları dinde derin bir anlayışa kavuştursun. Onlara Allah’ın emirlerini bildirip nehiylerinden sakındırsın. Dini bilmeyen kavimler de komşularından öğrensinler, derin bir anlayışa kavuşsunlar. Öğrendiklerini muhakeme etsinler. Eğer böyle yapmazlarsa, dünyada onlara gereken cezayı veririm.”

Ve minberden inerek evine girdi. Bunun üzerine orada bulunanlardan bir kısmı:

-Resulullah’ın bu sözüyle kasdettiği kimlerdi acaba? Dediler. Diğer bir kısmı ise:

-Eş’arî’ler oldoğunu zannederiz. Çünkü onlar fakihtirler ve onların vahalarda ve çöllerde yaşayan cahil komşuları vardır, dediler.

Eş’arî’ler bunu işitince doğru Resulullah’a gelerek:

-Ey Allah’ın Resulü! Başkalarını hayırla yad ederken bizi kötü olarak yad etmişsiniz. Biz ne yaptık? Dediler. Resulullah (s.a.v):

-Bir kavim komşularına öğretmeli, onlara İslam’ı anlatmalı, ikaz etmeli, onlara iyi şeyleri emredip, kötü şeylerden de sakındırmalıdır. Dini bilmeyen kavim de öğrenmeli, anlamalı ve muhakeme etmelidir. Aksi takdirde dünyada onlara gereken cezayı veririm. Buyurdu. Eş’arîler:

-Başkalarına dini biz mi öğreteceğiz? Dediler.

Resulullah sözlerini aynen tekrarladılar. Onlar da yine aynı şekilde karşılık verdiler. Peygamber(sav) sözlerini yine tekrar edince, bu defa:

-Öyleyse bize bir yıl müddet ver, dediler. Resulullah (sav) onlara komşularına dini anlatmaları, öğretmeleri, dinde derin anlayış sahibi yapmaları için bir yıl müddet verdi. Sonra şu ayetleri okudu:

“İsrail oğullarından inkar edenler Davud’un ve Meryem oğlu İsa’nın diliyle lanetlenmişlerdi. Bu, başkaldırmalarından ve aşırı gitmelerinden dolayı idi. Bir de biribirlerinin yaptıkları fenalıklara mani olmuyorlardı. Yapmakta oldukları şey ne kötüdür.” (Maide:78-79).

Dipnot:

(Kenz’ul Ummal2/139’dan naklen M. Yusuf Kandehlevi, Hadislerle Müslümanlık. Ter: Ahmet M. Büyükçınar, A.Ömer Tekin, Mustafa Yalçın. Kalem y. İst.1978. 4/1518.)

Kaynak: Cemal Nar, Altınoluk Dergisi, 2011 - Nisan, Sayı: 302, Sayfa: 014