Tasavvuftaki Hayret Makamı Nedir?

Tasavvuf

Tasavvufî kaynaklarda zaman zaman “hayret vâdisi” ve “hayret makâmı” diye bir kavram geçmektedir. Nedir bu hayret makâmı?

İnsan çevreyi duyu organları ile görüp akıl ve kalb ile yorumlayarak algılar. Ancak insan için her şeyi görmek ve algılamak da mümkün değildir. Nitekim göz kendini bile göremediği gibi, akıl da bizzat kendini tanıyamaz. Hâl böyle olunca yaratanını tanıması nasıl mümkün olsun? İşte burada insanın kendini aşıp duyu organlarının ötesine geçerek Müteâl olana ulaşması gerekmektedir. Allah’ı tanımak; yakînî mânâda olduğu zaman o mârifeti de aşarak “hayret” adı verilen bir noktaya ulaşır. Hayret, mârifete muktedir olamadığını anlayıp şaşkına dönmektir. Yakınlık arttıkça hayranlık da artar. Nitekim güneşe yakınlık kazanan onun güç ve enerjisini, varlık ve insanlık için önemini kavrayan ona hayran olur. Hakk Teâlâ hazretlerine de O’nun sıfat, isim ve tecellî ile sonsuz lütuf ve nîmetlerini görerek yakînî bir mârifet kesbedenin varacağı yer hayret vâdisidir.

Hayretin iki derecesi vardır: İlk derecesi kulun şükrünü Allah’ın nîmetlerine denk bulmamasından doğar. Çünkü şükür de bir nîmettir. İkinci hayret ise vahdet deryâsının sonsuzluklarında ilâhî kudretin azamet ve heybeti karşısında şaşkına dönüp hayrân olmaktır.

Hayret vâdisi ve makâmı, aklın bu konuda âciz olduğunu kavramasıdır. Nitekim Mevlânâ ne güzel söylemiştir: “Ey Hak yolcusu, sen aklı, zekâyı sat da hayranlığı al. Çünkü zekî olmak, bir konuda fikir yürütmekten ibârettir. Hâlbuki hayranlık, Hakk’ın san’atına, kudretine şaşırıp kalmaktır. Hz. Nûh’un oğlu da fikir yürütmüştü. Akıl ve zekâ, sana kibir ve gurur verir. Abdâl ol da gönlün düzelsin. Aklı Dost’un aşkında kurban et. Çünkü bütün akıllar, Dost’un bulunduğu taraftadır. Çünkü ruhların da, akılların da çıkış yeri Hakk’tır. Bu sebeple aklı Hakk’ın aşkında kurban etmek gerekir!”[1]

[1].       Mesnevî, IV, 483, b. 1407-1411.

Kaynak: Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz, 300 Soruda Tasavvufi Hayat, Erkam Yayınları