Tasavvufta Nefs-i Radiye

Tasavvuf

Cenab-ı Hak kulunun söylediği sözde samimi olup olmadığını imtihan ederse, pek çok kulun bu yolda yaya kalacağından korkulur!

İnsan, ancak nefs engelini aştıktan sonra, iptilâ ve meşakkatlere lâyıkıyla sabır gösterebilecek ve onları gönderene karşı râzı olabilecek bir dirâyete erişir. Bunlar, mâneviyat yolundaki med-cezirlerin cilveleridir. Onun için büyük mükâfâtlar ve dostluklar, dâimâ büyük mukâvemet, sabır, sebat ve tahammüllerin ardından gelir.

Bu mertebedeki mü’minlerin nazarında, hayatın gam ve sürûru birdir. Zîrâ dünyâdan kalben koptukları için, hayâtın sevinç ve kederleri onlar için müsâvî hâle gelmiştir. Hayır veya şer, her ne takdîr olunmuşsa hepsini Cenâb-ı Hak’tan bilip râzı olurlar.

Aşağıdaki şu mısrâlar, bu hâli ne güzel ifâde eder:

Hoştur bana Sen’den gelen,

Ya gonca gül, yâhud diken!

Ya hil’at ü yâhud kefen,

Kahrın da hoş, lutfun da hoş!

Gâyet kolaylıkla okunabilen şu kıtadaki gerçeklerin hayata tatbik edilmesi ne kadar azîm bir güçlük taşımaktadır. Ancak “râdıye” makâmında gerçekleşebilen bu veya benzeri sözleri, nefsinde bir varlık vehmine kapılarak veya taklîd hevesiyle, vaktinden önce ve fütûrsuzca terennüm etmekten sakınmak gerekir. Zîrâ bu takdîrde, onlar birer iddiâ mâhiyetini taşırlar ki, Cenâb-ı Hak kulunun söylediği bu sözde samîmî olup olmadığını imtihan ederse, pek çok kulun bu yolda yaya kalacağından korkulur!

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Ab-ı Hayat Katreleri, Erkam Yayınları