Tasavvuf Neyi Hedefler?
Tasavvuf hangi yolu izler, hangi hakikatleri esas alır? Gerçek bir tasavvuf yolculuğu kalbe ne kazandırır, kulluğa nasıl yön verir?
Bütün bu hakîkat, hikmet ve hisseleri hulâsa edecek olursak; dînin fetvâ yönü bir binânın temel direkleri, takvâ yönü ise, o direkler etrafındaki tamamlayıcı kısımlar ile güzellik ve zarâfet unsurlarıdır. Bir taraftan bu iki özelliği birleştiren tasavvuf, bir taraftan da güzel amel ve ahlâk mükemmelliğine ilâve olarak; insanı, hayatı ve kâinâtı açıklamakta, mes’ûliyetlerin daha geniş bir hikmet ile idrâk ve îfâsını sağlamaktadır. Bu itibarla tasavvuf, muhabbetullah ve mârifetullah bahsinde kullara, gönüllerinden mîrâca doğru açılmış mânevî bir pencere mâhiyetindedir.
TASAVVUF NEYİ HEDEFLER?
Tasavvuf, yeri geldikçe de temas ettiğimiz üzere, İslâm’ı ihlâs, takvâ, zühd, ihsân, murâkabe, samîmiyet, teslîmiyet ve muhabbet ölçüleriyle yaşayabilmekten ibârettir. Onun en mühim mes’elesi de, bu gerçekleri anlatmaktan ziyâde onları hayatımıza imkân ve istîdâdımız nisbetinde yansıtabilmektir. Evvelce sâlih âlimler, yaptıkları her va’z u nasihat ve anlattıkları her ilâhî güzellik ve ahlâk-ı hamîdeden sonra;
“Söylemek kolay, dinlemek kolay; fakat muktezâsınca amel etmek çok zor!..”, “Allah, hakkı hak bilip hakka ittibâ, bâtılı bâtıl bilip bâtıldan ictinâb etmeyi nasib eylesin!” derler ve gönüllerin kemâle ulaşması yolunda telkinde bulunurlardı.
Onun için tasavvufun temel gâyesi; irfan zemzemi, takvâ kevseri ve aşk u muhabbet âb-ı hayatı ile gönül goncalarını yeşertebilmek ve bir gaflet çölü olan şu dünyada hüsrâna düşmeden kulları vâsıl-ı ilâllâh eylemektir. Bu gerçeği anlayan ve yaşayanlar, tasavvufu anlamış ve yaşamış olurlar. Tasavvuf büyüklerinin buyurduğu gibi:
“Tasavvuf bir hâldir, ancak tadan bilir!..”
Diğer bir ifâdeyle tasavvuf, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in 23 yıllık nebevî hayatından lâyıkıyla hisse alabilmektir.
Hakîkî bir mutasavvıf da ancak Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyye’yi ibadet, muâmelât ve ahlâk mükemmelliği ile bizzat yaşayan kimsedir.
Yine tasavvuf, makbul bir kulluk hayatını özetleyen «Cibril hadîsi»ni (îman ve ihsânın kısaca tarif edildiği hadîs-i şerîf) hayatımıza aksettirmektir.
Yine tasavvuf, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e ve O’nun şahsında bütün ümmete yüce bir ferman olan; فَاسْتَقِمْ كَمَاۤ اُمِرْتَ «Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!..» (Hûd, 112) âyetinin muhtevâsına girebilmektir. Ki bu âyet, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in saçlarını ağartmıştır.
Câlib-i dikkattir; Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, 23 senelik nebevî hayatında nice çetin muhârebelere iştirâk etti; saçı ağarmadı. Günlerce aç kaldı; saçı ağarmadı. Hazret-i Hatice, Hazret-i Hamza gibi nice sevdiklerini ve hâmîlerini yitirdi; saçı ağarmadı. Hattâ yedi evlâdının altısı, bir kısım torunları ve hanımları sağlığındayken vefat etti; yine saçı ağarmadı. Tâ ki; «Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!..» âyeti indi, bir anda mübârek saçlarında ve sakallarında aklar görülmeye başladı…
Zira vuslat yolu, çok uzun ve dar bir koridordur. İçi imtihan ve iptilâlarla doludur. Bir peygamber için bile O’nun saçlarını ağartacak derecede mes’ûliyetler vardır. Onun için Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- her ânını ihsân hâlinde yaşamış ve o vuslat yolunda katettiği her merhaleden sonra dâimâ bir evvelki hâline tevbe ve istiğfâr eylemiştir. Ayrıca her an şâhid olduğu sonsuz ilâhî tecellîler ve azamet karşısında kulluktaki acziyetini şöyle dile getirmiştir:
“Yâ Rabbi! Biz Sen’i Sana lâyık bir mârifetle tanıyamadık...” (Münâvî, II, 520)
Bu yüce hakîkat ışığında ihsân ve murâkabe bahsinde bize düşen; Allâh’ın, bizim üzerimizdeki müşâhedesini idrâk ettikten sonra hâllerimizi, ihsân hâlinin en muhteşem âbidesi olan Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yüksek hâlleri ile kıyaslayarak istikâmetlendirmektir. Düşünmeliyiz ki;
O’nun sabrı nasıldı, bizim sabrımız nasıl? O’nun cömertliği nasıldı, bizimki nasıl? O’nun vefâsı nasıldı, bizim vefâmız nasıl? O’nun namazı, orucu, haccı, zekâtı, kelime-i şehâdeti nasıldı, bizimkiler nasıl? O’nun yiyip içmesi nasıldı, bizimki nasıl? Onun Hak yolunda hizmet ve azmi, adâlet ve insafı nasıldı, bizimki nasıl?..
Hâsılı bütün bir hayatımızı kuşatan ahlâk ve davranışlarımızı böylece değerlendirmeli, muhâsebe etmeliyiz. Çünkü yegâne fiilî kıstas, üsve-i hasene, yani kıyâmete kadar beşeriyete en güzel örnek O’dur. O ki, iki cihanda şâhidimiz ve şefaatçimiz…
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, 12 Saadet Damlaları, Erkam Yayınları