Tâ-Hâ Suresi 14. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Kuran Meali ve Tefsiri

Tâ-Hâ Suresi 14. ayeti ne anlatıyor? Tâ-Hâ Suresi 14. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Tâ-Hâ Suresi 14. Ayetinin Arapçası:

اِنَّن۪ٓي اَنَا اللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنَا۬ فَاعْبُدْن۪يۙ وَاَقِمِ الصَّلٰوةَ لِذِكْر۪ي

Tâ-Hâ Suresi 14. Ayetinin Meali (Anlamı):

“Şüphesiz ben Allahım. Benden başka ilâh yoktur. Öyleyse yalnız bana kulluk et, beni anmak için de namaz kıl!”

Tâ-Hâ Suresi 14. Ayetinin Tefsiri:

Mukaddes Tuvâ vâdisinde ateş halinde yanmakta olan ağacın arkasından gelen ilâhî vahiyle Hz. Mûsâ’ya verilen ve can kulağıyla dinlemesi istenilen ilk tâlimatlar şunlardır:

    Allah’tan başka ilâh yoktur.

    Öyleyse yalnız O’na kulluk yapılacaktır.

    Kulluk için yapılacak ibâdetlerin başta geleni namazdır.

Allah’ı kâmil mânada zikretmek için namaza ehemmiyet vererek devam şarttır. Çünkü namazda hem dil, hem kalp hem de bütün azalar Allah’ı zikirle meşgul durumdadır. Bu gerçek âyet-i kerîmede şöyle beyân edilir:

“Rasûlüm! Sana kitaptan ne vahyediliyorsa onu okuyup başkalarına da anlat. Namazı da dosdoğru kıl! Çünkü bütün şartlarına riâyet edilerek hakkiyle kılınan namaz, insanı her türlü hayasızlıktan, dînin ve aklın kabul etmediği şeylerden alıkoyar. Allah’ı zikretmek ise en büyük ibâdettir. Allah, bütün yaptıklarınızı bilir.” (Ankebût 29/45)

    Dünyada Allah’a kulluk imtihanından geçmenin çok mühim bir sebebi vardır. O da kıyâmettir. Kıyâmet mutlaka kopacak ve herkes iyi ya da kötü yaptığının karşılığını muhakkak görecektir. İmtihanın sırrı olarak Allah Teâlâ, hem fert olarak insanların ölüm vakitlerini, hem de kâinatın ölümü demek olan kıyâmet vaktini gizli tutmuştur. Bunların vakti bilinseydi belki sır bozulabilir, şifre çözülebilirdi.

    Sevabıyla ve azabıyla âhiret hayatını bir an bile hatırdan çıkarmamak lâzımdır. Ona imandan uzaklaştıracak imansızlarla ve nefsânî arzularının zebûnu olmuş bedbahtlarla münâsebetlere dikkat edilmelidir. Bu husustaki en küçük ihmal insanın helak olması gibi feci bir âkıbete sebep teşkil edebilir.

Yüce Allah, “Kur’an okunduğu zaman hemen dikkat kesilerek ona kulak verin, susup dinleyin ki rahmete eresiniz” (A‘râf  7/204) emriyle gönderdiği âyetleri kullarının dinlemesini istemekte, onları güzelce dinleyip gereğince amel edenleri de:  “Onlar ki sözü can kulağıyla dinlerler ve onun en güzel tarafını, sevabı en çok olanını tatbik ederler” (Zümer 39/18) diye methetmektedir. Çünkü ancak bu yolla yüce Allah’tan gelen buyrukları anlama ve uygulama lütfuna erişilir.

Sözü güzelce dinleyebilmek için kişinin azalarının hareketsiz durması, gözünün sağa sola bakmaması, söylenene kulak vermesi, dikkatini toplaması ve gereğince amel etme­ye karar vermesi şarttır. İşte Yüce Allah’ın sevdiği ve râzı olduğu dinleyiş ancak böyle gerçekleşir. Şunu bilmek gerekir ki; ilmin başı dinlemek, sonra anlamak, sonra bel­lemek, sonra amel etmek, sonra da onu tebliğ ve neşretmektir. Kul Allah Teâlâ’nın kita­bına, Peygamberi’nin sünnetine, Allah’ın sevdiği üzere samimi bir niyet ile ku­lak verip dinleyecek olursa, Allah da sevdiği şekilde ona duyduklarını kav­ratır ve kalbinde ona bir nur verir.

Derin bir tefekkür nazarıyla bakıldığında Mûsâ (a.s.)’a yapılan bu ilk tâlimatlarda şöyle dakîk bir işârî mâna bulunduğu sezilir:

Tasavvuf, “mârifetullâh” ilmidir. Kulun mârifetullâha ermesinin iki mühim adımı vardır. Birincisi, Allah’ın dışındaki tüm varlıklardan kalben irtibat ve alâkayı kesme, yani “fenâ fillâh” makâmıdır. İkincisi de, Allah ile bâkî olma yani “bekâ billâh” makâmıdır. Fenâ, bekâdan önce gelir. Zira üzeri yazılı bir levhaya, bir şeyler yazmak isteyen kişi, ancak önceki yazıları sildiği takdirde bunu yapabilir. Ancak o levhayı sildikten sonra, ikinciyi yazabilir. İşte Allah Teâlâ, Hz. Mûsâ’ya verdiği tâlimatlarda bu güzel sırayı göstermiştir. Önce ayakkabılarını çıkarmasını emretmiştir ki yukarıda da izah edilmeye çalışıldığı üzere bu, gönlü, Allah’ın dışında olan her şeyden, her şeyin sevgisinden temizlemeye işarettir. Hak Teâlâ daha sonra Mûsâ (a.s.)’a yapması gereken hususları emretmiştir ki bunların esası da şu üç şeye dayanır:

  Mebde ilmi yani başlangıçta ilk olarak bilinmesi gereken ilim: Bu ilim, Allah Teâlâ’yı tanımaktır. “Şüphesiz ben Allahım. Benden başka ilâh yoktur. (Tâhâ 20/14) bunu bildirir.

  Vasat ilmi yani ikinci olarak bilinmesi gereken ilim: Bu kulluk ilmi demek olup, insanın dünya hayatında yapması gereken işlerle alakalıdır. “Öyleyse yalnız bana kulluk et, beni anmak için de namaz kıl!” (Tâhâ 20/14) bunu anlatır. Ayrıca burada “Bana kulluk et” kısmı maddî-bedenî amellere, “beni anmak için” kısmı ise ruhânî amellere bir işarettir. Kulluğun başlangıcı bedenî ameller, sonu da ruhânî amellerdir.

  Me‘âd ilmi yani âhiret ve âhiret halleriyle ilgili bilinmesi gereken ilim. Bu ilim ise “Kıyâmet mutlaka kopacaktır” (Tâhâ 20/15) beyânıyla haber verilir.

Yüce Allah, emirlerine, “Şüphesiz senin Rabbin benim” (Tâhâ 20/12) beyânıyla “lütfunu” ifade ederek başlamış; tâlimatlarının sonunda da: “O halde kıyâmete inanmayan ve nefsânî arzularının peşinden gidenler, ona inanmaktan ve onunla ilgili gerçekleri anlatmaktan sakın seni alıkoymasın! Yoksa helâk olursun!” (Tâhâ 20/16) buyruğuyla “kahrını”ni göstermiştir. Rabbimiz bununla, rahmetinin gazab ve kahrının önüne geçtiğine dikkat çekmekte ve kulun, kulluğu esnasında mutlaka havf ve recâ, korkuyla ümit arasında olması gerektiğine işaret etmektedir. (Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XXII, 21)

Bu ilk tâlimat ve öğütlerin ardından Yüce Allah Mûsâ (a.s.)’ı ruhen yatıştırıp peygamberliğe hazırlamak üzere onunla konuşmaya başladı:

Tâ-Hâ Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Tâ-Hâ Suresi 14. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...