Sultan I. Murat'ın Duâsı Nasıl Kabul Oldu?

Osmanlı Tarihi

Priştine’nin güney batısındaki Kosova sahasında, müttefik haçlı kuvvetleri ile Osmanlı ordusu karşı karşıya geldi. Müttefikler, yaklaşık yüz elli bin kişilik bir orduya sahipti. Osmanlı ordusu ise, ancak altmış bin kişi idi.  Sultan I. Murat'ın muharebenin nihayetinde şehit olacağı Kosova ovasında yaşananlar ve hünkarın son sözleri...

Şafak sökerken Osmanlı ordusu, muhârebe nizâmına girdi. Merkeze Sultan Murat, sağ cenâha Şehzâde Yıldırım Bâyezîd, sol cenâha da Şehzâde Yâkub Çelebi kumanda ediyordu. Baba ve oğulları, tek bir kalp ve tek bir nefes hâline gelmişlerdi. İ‘lâ-yı kelimetullâh uğruna şehîdliğe ve gâziliğe hazırlanmanın heyecanını yaşıyorlardı. Sanki «Anam, babam ve cânım Sana fedâ olsun yâ Rasûlâllah!..» diyen ashâb-ı kirâmdan bir rüzgâr, Avrupa ortasındaki Kosova ovasını dalgalandırıyordu. Nitekim bu ulvî rüzgârdan bir nefes teneffüs eden Murat Han, muhârebenin nihâyetinde şehîd olacak, o gün Kosova ovasında kazanılacak destânî bir zaferin temelinde yatan îman, vecd ve gayretin müstesnâ bir sembolü olarak kıyâmete kadar yaşayacaktır.

Pâdişah, 8 Ağustos 1389’da Kosova ovasına girdiğinde ortalığı toza dumana katan bir fırtına ile karşılaşmıştı. Öyle müthiş bir fırtına ki âdeta göz gözü görmüyordu. İşte o gece Berât Gecesi idi. Murat Han, iki rekât namaz kıldıktan sonra, gözyaşları içinde şu duâyı yaptı:

“Yâ Rabbî! Bu fırtına, şu âciz Murat kulunun günahları yüzünden çıktıysa, mâsum askerlerimi cezâlandırma!..

Allâh’ım! Onlar ki buraya kadar sadece Sen’in adını yüceltmek ve İslâm’ı tebliğ etmek için geldiler!..

İlâhî! Bunca kerre beni zaferden mahrûm etmedin. Dâimâ duâ­mı kabul buyurdun. Yine Sana ilticâ ediyorum; duâmı kabûl eyle! Bir yağmur nasîb eyle! Bu toz bulutu kalksın. Kâfirin askerini âşikâr görüp, yüz yüze cenk edelim!..

Yâ İlâhî! Mülk de, bu kul da Sen’indir. Ben âciz bir kulum. Benim niyetimi ve esrârımı en iyi Sen bilirsin. Mal ve mülk maksadım değildir. Yalnız Sen’in rızânı isterim.

Yâ İlâhî! Bu mü’min askerleri küffâr elinde mağlûb edip helâk eyleme!.. Onlara öyle bir zafer lûtfet ki, bütün müslümanlar bayram eylesin!. Dilersen o bayram gününde şu Murat kulun yolunda kurbân olsun!..

Yâ İlâhî! Bunca müslüman askerin helâkine beni sebep kılma! Bunlara yardım eyle ve zafer bahşeyle! Bunlar için ben canımı kurbân ederim; yeter ki tek Sen beni şehîdler zümresine kabûl eyle!.. Asâkir-i İslâm için teslîm-i rûha râzıyım. Tek ki, bu mü’minlerin uğruna benim rûhum fedâ olsun. Beni gâzi kıldın. Sonunda da lût­fen ve keremen şehîd eyle! Âmîn!..”

Bu âbidâne münâcâttan sonra Sultan, fevkalâde bir huzur içinde Kur’ân-ı Kerîm tilâvetine başladı. Çok geçmeden rahmet bulutları peydâh oldu. Kosova meydanı üzerine sağanak hâlinde yağmur boşandı. Rüzgâr durdu. Toz bitti.

Rüzgârın kesilmesi ve yağmurun toz bulutlarını sindirmesi üzerine Osmanlı ordusunda büyük bir sevinç ve memnuniyet yaşandı. Murat Han, secde-i şükrâna kapandı. O gün sevinç gözyaşları, yağmur damlalarıyla kardeş oldu.

ALLAH ALLAH SEDALARIYLA DÜŞMAN SAFLARINA HÜCUM

Harp başlamadan evvel Murat Han, mümtaz askerlerine şu tâ­rihî hitâbede bulundu:

“–Yiğitlerim! Bugün gayret günüdür. İbrâz-ı hamiyyet vakti, erlik zamanı ve mertlik demidir...

Bunca senedir vatan sizinle fahreder. Şimdi dahî sizden cihâna yayılmış bulunan şan ve şerefle dolu geçmişimizi te’yid edecek büyük muvaffakıyetler bekler.

Bugün mehâbetinizle titreyen şu Kosova meydanında, bi-iz­nil­lâh muzaffer bir şekilde dalgalanacak olan şanlı sancağımızın Ma­ca­ristan içlerine doğru gitmesini, bundan sonra hiçbir düşman ham­lesi durduramayacaktır. Bugün kazanacağımız şanlı bir galebe, bütün Rumeli’nde i‘lâ-yı kelimetullâh’a sebep olacaktır.

İnsanın ömrü uzun olsa da ebedî değildir. Âkıbet, bitecektir. Dâim bâkî olan yalnız Allah Azîmü’ş-şân’dır. İ‘lâ-yı kelimetullâh ile Cen­net’e kavuşmak isteyenlere, işte şu meydân-ı şân u celâdet duruyor.

Gâziler! Benimle beraber Allah sadâları ile hücum ve savlet eyleyiniz!”

Bu sözlerin ardından başlayan şanlı mehterin cenk marşları arasında yükselen «Allah, Allah...» sesleri ile düşman saflarına hücum başladı. 8 Ağustos 1389 sabahı başlayan meydan muhârebesi, sekiz saat sürdü. Hemen hemen düşmanın tamamı imhâ oldu.

SIRP ASKERİ SULTAN I. MURAT'A SALDIRIYOR

Muhârebenin sonunda zaferin kesinleştiğini gören Murat Han, bunun şükrânesi olarak muhârebe sahasında geziniyor, bir şehîde rastladığında:

 “Muhakkak ki biz, Allah içiniz ve hiç şüphesiz ki biz O’na döndürüleceğiz!..” (el-Bakara, 156) diyordu.

Yaralı bir cengâverinin yanına geldiği zaman ise, onu okşuyor ve ıztırâbı olup olmadığını, bir arzusunun bulunup bulunmadığını sorarak merhamet ve şefkat gösteriyordu. Bu esnâda ölüler arasından yaralı bir Sırp askeri kalkarak;

“–Beni bırakınız; pâdişâhın elini öpüp müslüman olacağım! Ayrıca size bir müjdem var! Kral Leyan da yakalandı. Getiriliyor...” dedi.

Hünkâr’ın muhâfızları, bir anlık gafletle, getirilmekte olduğu söylenen kralı görmek üzere etrafa bakınırken, yaralı taklidi yapan Sırplı, pâdişâhın elini öper gibi yaptı ve koltuğunun altında sakladığı hançerini hızla çıkararak kaşla göz arasında Hünkâr’ın göğsüne sapladı. Muhâfızlar, neye uğradıklarını şaşırmışlardı. Kâtili yakalayıp bir anda paramparça ettiler.

Böylece Murat Hân’ın duâsı da kabul olmuş oldu. Zira Murat Han, daha önce Rabbinden şehîdlik temennî eden ve ta­rihte meş­hur olan bir duâ yapmıştı.

HÜDÂVENDİGÂR'IN SON DUASI

Hünkâr’ın şehîd olmadan önceki son sözleri şunlardı:

“–İslâm’ın muzafferiyeti, benim şehîd olmama bağlı ise, şehîdlik şer­betini nasîb buyurmasını Cenâb-ı Hak’tan duâ ve niyâz etmiştim. Demek ki duâm kabûl buyuruldu. Allâh’a hamd ve senâ olsun ki, İslâm askerlerinin zaferini gördükten sonra hayâtım son bulmak­ta­­dır!..

Ben artık sizleri, muzaffer askerlerimi ve devletimi Mevlâ’ma emânet ediyorum..”

Bu sözlerinin ardından Sultan I. Murat’ın temiz naaşı, şehâdetin mü­bâ­rek kanlarına bürünerek, ilâhî ve ebedî yolculuğa sefer etti!..

Şâir Ahmedî, Sultan I. Murat’ın eriştiği yüce makamı ifâde sadedinde bir beytinde şöyle der:

İstiânet dile rûhundan anın,

Ki eresin fethe fütûhundan anın...

“O’nun (fetihle müzeyyen) rûhundan mânevî bir yardım (nasîb) iste ki, sen de O’nun fetih(ler)i gibi bir fethe nâil olasın!”

Sultan 1. Murat Hân’ın hançerle parçalanan aziz bedeninin iç organları, şehîd olduğu yere gömüldü ve oraya bir türbe yapıldı. Asıl cesedi ise, Bursa’ya getirilerek Çekirge’de yaptırmış olduğu câmi ve külliyenin yanına defnedildi. Oraya da ikinci bir türbe yapıldı.

TÜRKLÜĞÜN ŞARTI KAÇTIR?

Sultan I. Murat’ın iç organlarının gömülü olduğu Kosova’daki yer de “Meşhed-i Hüdâvendigâr” adıyla meşhur oldu. Meşhed, ism-i mekân ol­du­ğundan Sultan I. Murat’ın şehîd olduğu yere “Meşhed-i Hü­dâ­ven­di­gâr” ismi verildi. Meşhed-i Hüdâvendigâr, o kadar mukaddes sayılmıştır ki, Osmanlı, Balkanlar’dan çekilirken bile imzaladığı anlaşmalara bu yer için husûsî bir madde koydurtmuştur.

Arnavut asıllı Kosovalı rahmetli hocam Ali Yâkub Efendi, Osmanlı­lar’ı çok sever ve hep rahmet ile anardı. Şöyle derdi:

“–Ben Osmanlılar’ı nasıl sevmeyeyim ki, onlar gelmeseydi, bizler küfrün karanlığı içinde kalacaktık... Bizim memlekette Osmanlı ile dîn muhabbeti öyle meczolmuştur ki, Osmanlı ile müslümanlık, değişik lâfızlarla birbirlerinin yerine kullanılmıştır. Öyle ki, bâ­zen gayr-i ihtiyârî olarak İslâm’ın şartı yerine «Türklüğün şartı kaçtır?» diye sorulur olmuş, cevaben de İslâm’ın şartları sayılmıştır. Ben her gün bir hatm-i şerîf okusam, her nefeste «Yâ Rabbî! Bu kavme rahmet eyle!» diye duâ etsem, yine de Osmanlılar’ın haklarını ödeyemem!..”

Allah cümle geçmişlere rahmet eyleye!..

Kaynak: Osmanlı, Osman Nuri Topbaş, Erkam Yayınları, 2013