Sözün En Güzeli Nasıl Söylenir?

İHSAN

Sözün en güzeli nasıl söylenir? Allah’a çağıran ve sâlih amel işleyenden sözü daha güzel olan kimdir? Sözlerin en güzelini söyleyenler...

Yüce Rabbimiz bizi kâmil imana, sâlih amele, güzel ahlâka ve zâtının yüceliğine yaraşır bir takvâya davet etmektedir. “Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler…”[1] buyurarak sözün en güzelini söylemeye çağırmaktadır.

SÖZÜN EN GÜZELİ NASIL SÖYLENİR?

Sözün en güzelinin nasıl söyleneceğini öğretmek üzere de şöyle buyurmaktadır:

“İnsanları Allah’a çağıran, sâlih ameller işleyen ve “ben Müslümanlardanım” diye ilan eden kimseden daha güzel sözlü kim vardır?”[2]

Hasan el-Basrî (r.h.) bu âyet-i kerimeyi okuduğunda: “İşte bu Rasûlullah’tır. İşte bu Habîbullah’tır, işte bu Veliyullah’tır, işte bu Safvetullah’tır (Allah’ın seçtiğidir). İşte bu Hîretullah’tır (Allah’ın en hayırlı kıldığıdır). İşte bu Allah’a yemin olsun, yeryüzündeki varlıkların Allah tarafından en sevilenidir. Allah’ın çağrısını kabul eden, insanları da kabul ettiği bu hak yola davet eden kimsedir.”[3]

Ayet, sözlerin en güzelinin, şu üç hasleti bir arada bulunduran kimsenin sözü olduğuna delâlet etmektedir:

  1. Allah’a davet;
  2. Amel-i sâlih;
  3. Müslümanlardan olma.

Allah'a davet, yakînî deliller ve kesin deliller getirmek suretiyle, Allah’a davet etmekten ibarettir. Ayetteki, “Sâlih amel işleyen” ifadesine gelince amel-i salih, ya kalbin ameli olur, ki bu, marifetullahtır, yahut da, uzuv ve organların ameli olur ki, bu da, diğer taatlardır. Ayetteki, “Ben, şüphesiz Müslümanlardanım, dedi” sözü, kalb ile uzuv ve organların ameline, dilin amelini de eklemek demektir. Böylece bu kimse, şu dört hasletle tavsif edilmiş olur.

  1. Dil ile ikrar;
  2. Uzuvlarla sâlih amel;
  3. Kalb ile hakiki itikâd ve inanç;
  4. Allah’ın dini hususunda deliller getirmekle iştigal etmek. Bu dört hasleti taşıyan kimsenin, insanların en kerimi ve en üstünü olduğunda şüphe yoktur. Bu dört mertebedeki derecelerin en mükemmeli, ancak, Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) için söz konusudur.”[4]

SÖZÜ DAHA GÜZEL OLAN KİMDİR?

Vâhîdî anlatıyor: Kâfirler, ezanı işittiklerinde Resûlullah (s.a.v.)’e geldiler. Müslümanlar da Efendimizin yanındaydılar. “Ey Muhammed!” dediler; “Geçen ümmetlerden hiç işitmediğimiz bir şey ihdâs ettin. Hem peygamberlik iddia ediyorsun, hem de uydurduğun bu ezanla senden önceki peygamberlere muhâlefet ediyorsun. Eğer bunda bir hayır olsaydı senden önceki peygamberler elbette buna senden daha lâyıktılar. Nereden aldın bu deve böğürmesini. Ne kadar çirkin bir ses, ne kadar çirkin bir küfür!” Bunun üzerine Allah Teâlâ “Birbirinizi namaza çağırdığınızda; onu alaya alır ve eğlence edinirler. Bu, onların gerçekten akıllarını kullanmaz bir topluluk olmalarındandır”[5] âyet-i kerîmesini ve bu “Allah’a çağıran ve sâlih amel işleyenden sözü daha güzel olan kimdir?” âyet-i kerîmesini indirdi.[6]

Hz. Aişe’den gelen bir rivâyette bu âyet-i kerîmenin müezzinler hakkında nâzil olduğu belirtilirken başka bir rivâyette özellikle müezzin Ebu Ümâme el-Bâhilî hakkında indiği de rivâyet edilmiştir.[7]

Âyet-i kerîmenin nâzil olduğu dönemlerde bir kişinin Müslüman olduğunu ilan etmesi büyük bir tehlike arz ediyor, âdeta hayatını tehlikeye atma, işkenceye uğrama, hatta ölüme davetiye çıkarma anlamına geliyordu. Müslümanlar, kendilerini her an parçalayabilecek vahşi canavarlarla dolu bir ormanda yaşıyor gibiydiler. Hele bu ortamda İslâm’ı tebliğe cesaret edebilmek, o canavar ruhlu müşriklere “Gelin vahşiliğinizi gösterin” demek gibi oluyordu. İşte, sadece rahat ortamlarda değil, böyle tehlikeli durumlarda bile, bir kimsenin İslâm’ı kabul etmesi, sebat göstermesi ve İslâm’ın güzelliklerini başkalarına da tebliğ etmeye çalışması Allah Teâlâ’nın râzı olduğu en güzel amellerden biridir. Ayrıca bir şahıs, müslüman olduğunu ilan ettikten sonra, başkalarını da İslâm’a çağırır, özellikle de temsil ettiği İslâm’a bir leke gelmesin diye amellerine titizlikle önem verirse, bu, o Müslümanın varabileceği en üst derecedir. Şâir Eşrefoğlu Rûmî der ki:

“Revişi pâk gerek dâ’vi-i İslâm edenin”

“Hakiki bir müslüman olduğunu iddia eden insanın her hareketinin şeriat kâidelerine uyması, her işinin hem bilgide hem amelde temiz, lekesiz ve kusursuz olması lâzımdır” derken de bize aynı hedefi gösterir.

Katâde der ki: “Bu âyet-i kerîme şöyle bir müslümanı tarif etmektedir: Onun ameli sözünü, çıkışı girişini, alenisi sırrını, görüneni görünmeyenini tasdik eder, onaylar, doğrular. Bunlar o kulda birbirine uygun olur. Münâfık ise ameli sözüne, çıkışı girişine, alenisi sırrına, görüneni görünmeyeninine aykırı olandır.” [8]

Evliyânın büyüklerinden Cüneyd-i Bağdâdî (k.s.) ne güzel nasihat eder:

“Bir kimse halkı Allah’a davet eder, kendisi de başkasına kalbini verirse sıkıntılara düşer. Yaptığı bir ibâdet ve zikir varsa kalbine giremez, dilinde kalır. Ayıktığı ve işiyle sözünü bir ettiği takdirde, Allah o sıkıntıları üzerinden kaldırır. Ayıkmadığı, kalbini söylediği şeylere vermediği takdirde ise; kulların kalbinde ona karşı şefkat ve merhamet hissi silinir. Kendisine tama ve hırs elbisesi giydirilir. Kullar ona karşı hissiz ve merhametsiz; buna karşılık kendisi de onların elindeki dünyalığa hırslı ve tamahkâr olur. Durum böyle olunca, yaşamak onun için bir acziyet hâlinden ibaret kalır. Ölümü de ayrı bir derttir. Âhirette ise sadece esef ve pişmanlık…”[9]

Dolayısıyla bu âyet-i kerîme başta Rasûlullah (s.a.v.) olmak üzere yaşayışı ve tebliğiyle İslâm’a gönül veren tüm müminleri; insanların müslümanca yaşaması ve iyi bir kul olması için gayret sarfeden herkesi, özellikle minârelerden günde beş vakit Cenâb-ı Hakk’ın ismini ve kelime-i şehâdetleri yüksek sesle ilan eden müezzinleri şumûlüne alır. Nitekim Resûlullah (s.a.v.) müezzinleri, “Kıyâmet günü boyunları en uzun olanlar müezzinlerdir” diye müjdelemiştir.[10]

Dipnotlar: 1) İsrâ 17/53. 2) Fussılet 41/33. 3) Kurtubî, el-Câmi, XVIII, 419. 4) Fahreddin Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XXVII, 127. 5) Mâide 5/58. 6) Vâhidî, Esbâbu’n-Nüzül, s. 138; Kurtubî, el-Câmi, VIII, 59. 7) Beğavî, Meâlim, IV,114. 8) Mevsûât fi’t-Tefsîr, XIX, 482. 9) Velîler Ansiklopedisi, I, 280. 10) Müslim, Salât 14; İbn Mâce, Ezân 5.

Kaynak: Ömer Çelik, Altınoluk Dergisi, Sayı: 456