Silsile Nedir? Silsile Ne Demek?

NE NEDİR?

Silsile kelimesinin anlamı nedir? Silsile kelimesine örnek cümleler...

Sil­si­le: Tarikatlarda Hazret-i Peygamber’e kadar dayandırılan şeyh ve pir zinciri, isnad. Birbirini takip eden şeylerin meydana getirdiği dizi anlamlarına gelmektedir.

Silsile kelimesi; birbirine bağlı, birbiriyle ilgili şeylerin oluşturduğu dizi, sıra, halka anlamına gelir. Mürşid-i kâmil yani âlim ve evliya olan zatlar, yetiştirdikleri ve artık başkalarını yetiştirebilecek hale gelen talebelerine, halifelik ve icazet verirler. Sonra onlar da talebe yetiştirip, halifeliği hak eden talebelerine icazet verirler. Böylece, âlimler silsilesi meydana gelir. Bu halka, Peygamber Efendimiz’e kadar ulaşır.

SİLSİLE KELİMESİNE ÖRNEK CÜMLELER

kâinâtın varlık sebebi, esrâr ve nur menbaı Hazret-i Muhammed Mustafâ'nın (s.a.v) rûh-i saâdetlerine ve O’nun ashâb-ı kirâmının, cümle evliyâullâhın, bilhassa gönüller sultanı Hazret-i Mevlânâ’nın, feyz pınarı Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri’nin, rûhâniyeti ile müstefîd olduğumuz
rehberlerimiz altın silsilenin rûh-i şerîflerine ve üstâdımız Mûsâ Efendi’nin rûhâniyetlerine bir “Fâtiha” ikrâmınızı dilerim!

Rabbimiz, hayatımızın son ânını, bizlere de şeb-i arûs eylesin... Âmîn!..

*****

Cenâb-ı Hak, Hucurât Sûresi ve sâir sûrelerde mü’minlere Allah Rasûlü (s.a.v) karşı edebi muhâfaza etmelerini hâssaten emreder.

Bu edepleniş, üstâda, ana-babaya, mü’minlere ve böyle silsile hâlinde bütün mahlûkâta uzanır.

*****

Pâdişâhı, devleti ve milleti yönlendiren, onlara ruh veren, coşturan, zaman zaman vecde getiren Edebali silsilesi devam ettiği müddetçe
Devlet-i Aliyye, tarihin akışına şan ve şeref kattı.

Yıldırım’ın Emîr Sultân’ı, 2. Murad’ın Hacı Bayram-ı Velî’si, Fâtih’in Akşemseddîn’i, 2. Bâyezîd’in Mehdi Paşa’sı, Yavuz’un İbn-i Kemâl Paşa’sı, Kânûnî’nin Merkez ve Sünbül Efendiler’i, 3. Murad, 1.Ahmed ve 4. Murad’ın Azîz Mahmud Hüdâyî’si, devam eden Edebali silsilesinin birer şanlı örneğidir.

*****

İnsanları, istihkak ile kendi rızâsını kazanmaya ve Cennet’e dönmenin cehdine memur eden Cenâb-ı Hak, onların önüne koyduğu nefs
engelini aşmanın imkân ve vâsıtalarını da lûtfetmiştir. Bunların başında, “peygamberler” gönderilmesi ve onların beşere hizmetini kıyâmete kadar
devam ettirecek “evliyâ” ve “ulemâ” silsilesinin devamının sağlanması gelir.

*****

Ârifin nazarı, ilâhî hakîkat ve hikmetlere teşne ve istîdatlı kalbi, bir mıknatıs gibi câzibesine alır. Ârifin nazarının bu gücü de, silsile ile Allah
Rasûlü’ne dayanır. Allah Rasûlü r, o derece kesâfetten uzaklaşmış ve safvet kesbetmişti ki, mübârek bedeni de baştan ayağa kadar nûr-i ilâhî
kesilmişti. Ondan dolayı, zemîne gölgesi düşmedi.

*****

Şu bir gerçektir ki, Rabbine kul olan, kullara esir olmaz. Nasıl bir arslan için kafes düşünülemezse, bir mü’min için de esâret düşünülemez!
Bir mü’min, zindanın en ücrâ köşesinde prangalar ve kelepçeler altında olsa dahî yine de o mü’min esir değildir; hürdür... Çünkü Rabbinin teminâtı altındadır. Başı gövdesinden ayrılsa da esir olamaz! Çünkü Rabbine râm olmuştur. Zira Allah Teâlâ, kendisine râm olanı başkasına esir etmez! Onlar, cellâtlarından daha uzun ömürlü olurlar. Belki Allah Y, onların mânevî ömürlerine sonsuzluk bereketi verir. Böylece, bu mânen lâ-yemût (ölümsüz) insanlar ile kıyâmete kadar devam edecek “ölümsüzler silsilesi”, tarihin şan ve şeref sayfalarını devam ettirir.

*****

Yüz yirmi bin küsûr peygamber ve onlarda sergilenen bütün ilâhî kudret tecellîleri, sanki bereketli Nisan bulutları gibi âzamî derecede işbâ hâline geldikten (doyum noktasına ulaştıktan) sonra beşeriyetin gönül toprağına mecbûrî bir sûrette boşaldı. Ve bereketli bir hidâyet şerâresi hâlindeki nebîler silsilesi, âlemlere rahmet olarak gönderilen Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in zuhûra gelmesinin âdeta
birer ikbâl ve bahar müjdesi oldu...

*****

Fahr-i Kâinât Efendimiz’den gayri bütün peygamberlerin vazîfeleri, belli bir zaman ve mekân ile sınırlıdır. Bundan dolayı, onlardan bize zengin bir davranışlar manzûmesi intikâl etmemiştir. Hâlbuki Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bi’setinden, yâni peygamber olarak  gönderilişinden kıyâmete kadar bütün zaman ve mekânları irşâda memur kılınmıştır. Bunun içindir ki O’nun bütün davranışları en cüz’î ve mahrem teferruâtına kadar sahih bir rivâyet silsilesiyle günümüze kadar intikal ettiği gibi, kıyâmete kadar da intikal edecektir. Zîrâ Hak Teâlâ, O’na tahsis edilmiş olan “âhir zaman”ın bütün insanlarına O’nun bir “üsve-i hasene”, yâni mükemmel bir örnek şahsiyet olmasını murâd etmiştir.

*****

Rabbânî hakîkatlerle dolu bir kalbe sahip olan bu nezihe kızın, derûnî bir Allah korkusu içinde annesine verdiği cevap, halîfe Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-’ı son derece duygulandırdı. Mü’minlerin Emîri, onu sıradan bir sütçü kadının kızı değil, gönlündeki takvâsı sebebiyle müstesnâ bir nasip bildi ve onu oğluna gelin olarak aldı. Bu temiz silsileden de İslâm tarihinde beşinci halîfe olarak yâd edilen Ömer bin Abdülazîz gibi bir evlât dünyâya geldi.

*****

Osmanlı Devleti’nin asıl mîmârı, Allâh’ın has kulu Şeyh Edebali Hazretleri’dir. Öyle ki, Edebali silsilesi devam ettiği müddetçe cihan sultanlarına yön verilmiş ve insanlık, aradığı huzura kavuşmuştur. Bu itibarla onun ve silsilesinin yetiştirdiği zâhir ve bâtın sultanlarının aşk ve vecdine yakından şâhid olmak ve o hâli yeniden yaşayarak kendimizi istikâmetlendirmek mecbûriyetindeyiz.

İslâm tarihinin sahâbe devrinden sonraki en ihtişamlı safhasını teşkîl eden Osmanlı Devleti, pâdişâhından çobanına kadar bütün halkının Peygamber muhabbetiyle temeyyüz ettiği bir devlettir. Hazret-i Peygamber -aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm-’a, her adı anıldığında salât ü selâm
getirmenin yanında, ihtirâm ile elini kalbine koymak, O’nun mevlid-i şerîfi okunurken velâdet ânını ifâde eden mısrâları topyekûn ayakta dinlemek
gibi sayısız ihtiram tezâhürünün en mükemmel örneklerini, bu yüce devletin zirvesindeki pâdişahlar, bir örf hâline getirerek ortaya koymuşlardır.
Medîne-i Münevvere postası geldiği zaman abdestini tazelemeden, oradan gelen kâğıtları öpüp gözüne sürmeden ve ayağa kalkmadan
okutturan bir tek Osmanlı pâdişâhı yoktur.

*****

Hiçbir milletin tarihinde üç asır süren bir müddet içinde birbiri ardınca cihangir pâdişahlar ve dehâlar silsilesi gelmemiştir. Cihan tarihinde
Osmanlılar kadar hem uzun ömürlü, hem de hakka, hukûka ve insâniyete meş’ale olan hiçbir devlet kurulmamıştır. Osman Gâzi’nin kurduğu
devletin, tam sene hüküm sürdüğünü hatırlatmak, bu gerçeğe şâhid olarak yeter.

*****

Osman Gâzi devrinin dikkat çeken en mühim husûsu, onun, devletin temelini mânevî ve kalıcı esaslar üzerine kurmuş olmasıdır. Onun
çevresinde Edebali Hazretleri, Şeyh Mahmûd, Dursun Fakîh, Kâsım Karahisârî, Şeyh Muhlis Karamânî, Âşık Paşa, Elvan Çelebi gibi ilim, îman ve irfan sahibi has kimseler mevcuttu. Devlet yapısında mâneviyâtın o kadar ehemmiyeti vardı ki, Osman Gâzi’nin beyliği, Karacahisar fethinden sonra Dursun Fakîh’in Cuma namazındaki hutbesiyle tasdîk olunmuştu.

Silsile-i Nakşibendiyye’den Hâce Ârif Rîvgerî -kuddise sirruh- ve Hâce Mahmûd Encîrfağnevî -kuddise sirruh-; Şeyh Sâdeddîn Cibâvî -kuddise sirruh-, Bahâüddîn Veled -kuddise sirruh-, Şeyh Edebali -kuddise sirruh- ve emsâlleri, Osman Gâzi zamanında yaşayıp dünyaya ışık tutan gönül sultanlarıdır.

Birçok rivâyete göre Edebali Hazretleri, “evlâd-ı Rasûl”dendir. Osmanoğulları, anne tarafından böyle bir şeref ve şâna da nâil olmuşlardır.
Böylece silsile ile anne tarafından Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e vâsıl olmuşlardır.