Şerre Dâvetiye Çıkaran 3 Vaziyet

İSLAM VE İHSAN

Altınoluk Dergisi Yazarı Neslihan Nur Türk, şerre davetiye çıkaran üç temel vaziyeti ele alıyor.

Her ne şer gelse başa, bil ki Rabbinden îkaz!

Hak Teâlâ zulmetmez!

Bak, gör, sendedir maraz!

HAYIR VE ŞER ALLAH’TANDIR

İnsanoğlu, başına ne vakit hayırlı bir iş gelse, kendi marifeti zannederek sevinir. Ne vakit de kötü addettiği bir durumla karşılaşsa, kendisi dışında suçlular aramaya koyulur. Halbuki amentüyü bilen, şunu da bilir: “Hayrihi ve şerrihi minallâhi teâlâ!” Yani? Yani hayır da şer de Allah’tandır. Bunu teorik olarak bilmek ve ezberci bir mantıkla tekrar etmek kolaydır; fakat idrak etmek ve gereğini yerine getirmek, pek az insana nasip olan bir lûtuf…

İşte bu sebeple, insanoğlu genel olarak hayra güler, şerre surat eder. Bolluk, ferahlık, zenginlik geldiğinde sevinir, darlık, sıkıntı ve fakirlik geldiğinde üzülür. Kendince hayır olan her iş için şükre, kendince şer olan her iş için de şikâyete meyyaldir. Bu arada, aslında şerlerin de hayırlar kadar nimet olduğunu, hayırda şer, şerde hayır gizlendiğini ve her ikisinin de bir imtihanın gereği olarak başına geldiğini unutur.

ŞERRE DÂVETİYE ÇIKARAN 3 DURUM

Bu yazıda özellikle şerler üzerinde duralım ve şerre davetiye çıkaran üç durumu özetleyip anlatalım. Zîra malına, canına, evladına bir zarar ya da sıkıntı isabet ettiğinde “Hayırlısı olsun” demek iyidir; fakat ondan daha iyisi, bunun ne sebeple gerçekleşmiş olabileceğine kafa yormak, vicdan aynasında bu üç açıdan kendini dikkatlice sorgulamaktır:

BİR: NAMAZ KILMAMAK

Allah, namazını kılmayan kullarına koruma vaat etmiyor. Namazını dosdoğru kılanların ise fahşâdan ve münkerden korunacağı bildiriliyor. O halde, beş vakit namazını kılmayan herkes, kapısını belâya aralamış oluyor.

Şimdi “Ben beş vakit namazımı kılıyorum; fakat yine de başım dertten kurtulmuyor” diyenler varsa, öncelikle şunu söylemek lâzım: Acaba niyet, edep, şuur ve huşû açısından, namazımız gerçekten de kılınmış bir namaz mı? Yoksa emredildi, diye istemeden de olsa mecburen kılınan, geçiştirilen, savılan ve arada unutulan bir namaz mı?

Eğer “Elimden geldiğince hakkını vermeye çalışıyorum, o kadar ki namaza başladığımda sanki dünyadan ayrılıyor, bir daha geri dönmek istemediğim bambaşka bir huzur diyarına varıyorum” diyorsanız, o zaman ikinci maddeye bakınız. Zira namazını güzelce kıldığı halde bir münker isâbet ediyorsa, muhtemelen kişinin ikinci açıdan bir hatası söz konusudur.

İKİ: ŞER'İ SINIRLARA UYMAMAK

Allah azze ve celle, Kur’ân ile yarattığı insanın hangi sınırlar içinde huzurlu yaşayabileceğini apaçık bildiriyor. Yaratanın ölçülerine ve sınırlarına riayet edenler için iki cihan sevinci mümkün olurken, şu veya bu sebeple Allah’ın sınırlarını ihmal ve iptal eden herkes için, cefâ kapısı aralanıyor.

“Namaz kılıyoruz ya, daha ne yapalım?” diyecek olanlara hemen, sıralayalım: Faize bulaşmayalım. Harama göz koymayalım. Beden ve gönül tesettürümüze dikkat edelim. Anne ve babamıza hürmette kusur etmeyelim. Akraba ile iletişimi kesmeyelim. Komşularımızın hakkını gözetelim. Müslüman devlet reisine itaat edelim. Kur’ân’ı sünnetsiz anlamaya çalışmak garâbetine düşmeyelim. İsraf etmeyelim. Başımıza gelen menfî olaylar karşısında sabırsız olmayalım.

Râzı olalım. Şâkir olalım. Zâkir olalım. Âbid olalım. Ârif olalım. Âmil olalım. Hak yemeyelim, yedirmeyelim. Tefekkür edelim. Nimete kıymet verelim. Sevelim, sevilelim. Emin olalım, güvenelim; fakat sevdik, güvendik, diye, tedbiri elden bırakmayalım. Senetsiz sünnetsiz alış – veriş yapmayalım. “O senin amcan sayılır kızım” deyip, evlâdımıza nâmahrem eli öptürmeyelim. “Sen benim kardeşim gibisin” deyip şer’i sınırları çiğnemeyelim.

Sadece kendi bedenimizi ve evimizi değil, tabiatı da temiz tutalım. Dikili kaç ağacımız var, düşünelim. Hasetten, dedikodudan, gıybetten uzak; samîmiyete, muhabbete, hakîkate yakın duralım. Bununla da yetinmeyelim, hakikatli müminler olalım. Sadece okumakla kalmayıp, her bir ayeti yaşama derdiyle yanalım. Hadi, dünya derdinden de âhiret endişesinden de sıyrılıp, sırf Allah rızası için ibâdet edelim. Hâsılı, Kur’ân’a ve sünnete uygun yaşayalım.

Şimdi, “Allah’ın izniyle, ben bunların gayreti içindeyim. Haramdan kaçar, helâllerle yetinirim. Elimden geldiğince takvâ ehli olmaya çalıştığım halde, yine de başıma bir musibet geldi” diyenler varsa, öncelikle şunu sormak lazım: Niyetin hâlis mi? Desinler için mi yaşıyorsun, Allah için mi?

Eğer “Hâşâ! Rabbimin rızâsına nâil olmaktan gayrı derdim yoktur” dediğiniz halde bir zarar isâbet ediyorsa, o zaman üçüncü maddeye bakalım. Zira bu durumda, muhtemelen üçüncü açıdan bir hatâ vardır:

ÜÇ: ÂH ALMAK

Allah, mağdurun ve mazlumun âhını yerde bırakmaz. Kırmak, kınamak ya da haksızlık etmek sûretiyle gönül yıkarak âh alan herkes, cezâya kapısını aralamış oluyor.

Hizmet etmekte olanlardan imkânları esirgeyen, bir kadını iffeti hakkında haksız yere suçlayan, bir yanlışlığı, düzeltmek için değil de o yanlışı yapanı utandırmak için ortaya koyan, eksiklerinden ya da günahlarından ötürü birini kınayan, kendini hâkim zannedip bilir bilmez yargılamaya kalkışan, sağlam bir kaynağa dayanmadığı halde, bir kişi ya da olay hakkında ileri geri konuşan, bu sûretle bir gönlün “Âh!” etmesine sebep olan herkes, gelecek sıkıntıyı beklemelidir.

Bu kişinin kapısını bir belânın çalması için, muhatabın bedduasına da gerek yoktur. Zira iç yangınıyla gönülden çıkmış bir âh o kadar yakıcıdır ve Allah’a öylesine çabuk ulaşır ki başka hiçbir şeye gerek kalmadan, karşılığı gelir. Bu, kâh kınadığı hâle düşmek, kâh evi yerin dibine geçmek, kâh malına zarar gelmek, kâh aile huzuru kaçmak gibi nice farklı şekilde gerçekleşebilir.

Ne yapmalı? Vicdan aynasında nefsin vaziyetini seyredip, nerede yanlış yapıldığını araştırmalı. Ardından, ağlayıp sızlamak yerine, şerdeki hayrı görebilmek için tefekkür etmeli. Eğer o şer, bir yanlışa tevbe etmek, bir hatayı fark edip düzeltmek gibi hayırlı bir neticeye sebep oluyorsa, tebessüm etmeli.

Zaten mü’min, herkesin ağladığı yerde, hikmeti seyredip gülümseyebilen; herkesin vah ettiği yerde hadisenin bâtınına vâkıf olup şükredebilen, herkesin güçten düştüğü zamanda, kuvvetle doğrulabilen kişi değil midir? Bunu, Sevgili’den gelen her şeyi baş üstünde taç bilmek sûretiyle başarır. Zaten, bir hataya binâen yaşatılmış ne kadar sıkıntı varsa, inşallah o hatanın kefâreti olacaktır.

Evinin direği yıkıldıysa, bir başkasını suçlamadan evvel, en son hangi bankadan faizli kredi çektiğine bak. Bir Züleyhâ’ya yenik düştüysen, vaktiyle Yûsufluk iddiasıyla kaç yerde caka sattığını, nefsine yenik düşmüş kaç kişiye kınayan bakışlar attığını hatırla. Malına ziyan geldiyse, o malı kimden esirgediğini sorgula. Ben bu kadar diyeyim, sen çoğalt, genişlet, derinleş; fakat şunu sakın unutma: Her ne şer gelse başa, bil ki Rabbinden îkaz! Hak Teâlâ zulmetmez! Bak, gör, sendedir maraz!

Namazını dosdoğru kılmayı, Allah’ın sınırlarına riâyet etmeyi ve kimselerin âhını almamayı şiâr edinenler de sıkıntılarla sınanabilir. Lâkin o kimseler derdi devâ, cevri safâ bilen, “Hoştur bana Sen’den gelen” diyebilen Allah dostlarıdır. Onların yaşadığı sıkıntılar, kulluk derecelerinde terfi etmeleri içindir.

Ey lûtuf ve kerem sâhibi Râbbimiz! O güzellerin yanından, yamacından ve gönlünden bizi ayırma! Âmin.

Kaynak: Neslihan Nur Türk / Altınoluk Dergisi, Sayı: 350