Şamil Ne Demek?
Şamil ne demek? Şamil kelimesinin anlamı nedir? Şamil ifadesinin geçtiği örnek cümleler...
Şamil: İçine alan, kaplayan, çevreleyen anlamına gelmektedir.
ŞAMİL İFADESİNE ÖRNEK CÜMLELER
Hâce Ubeydullâh Ahrâr Hazretleri şöyle buyurdular:
“Kur’ân-ı Kerîm’in «Ey îmân edenler, Allâh’tan korkunuz da sâdıklarla berâber olunuz!» âyetinde geçen «olunuz!» kelimesi, sâdıklarla devamlı olarak beraberliği ifâde eder. «Keynûnet=oluş» mutlak olarak zikredildiğinden, hakîkî ve hükmî iki tarafa da şâmildir. Hakîkî oluş, sâdıkların meclisinde kalb huzûruyla bulunmaktan ibâret olduğu gibi, hükmî oluş da, onları gıyâblarında tahayyül etmekten ibârettir.”
*****
Hazret-i Dâvud -aleyhisselâm-’ın hayatı, ilâhî azamet karşısındaki ibret sayfalarıyla doludur. O’nun da, haşyetullâh içinde, gözyaşı dökerek hamd ü senâ ve zikredişi, tazarrû ve niyâz hâlinde Allâh’a yönelişi pek ibretlidir.
Hazret-i Yâkub’un sîreti ise, insanın gözünde dünya karardığı zaman bile ye’se düşmeyip, sabr-ı cemîl ile Allâh’a bağlanmak ve O’nun rahmetinden ümid kesmemek lâzım geldiğine dâir büyük bir örnektir.
Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hayâtı ise hepsini şâmil bir yücelik ve mükemmelliktedir ki, anlatmakla bitmez.
*****
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- zamanında ise şiir ve belâğat, altın çağını yaşıyor, Ukaz, Zü’l-Mecâz, Mecenne gibi panayırlar tertipleniyordu. Buralarda devrin edîb ve şâirleri birbirleriyle yarışıyor, birinciliği kazanan eserler atlas kumaşlar üzerine yazılarak Kâbe’nin duvarlarına asılıyordu. Bu şekilde Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e kadar Kâbe duvarlarında yedi şiir asılmış ve bunlara “yedi askı” (muallakāt-ı seb’a) adı verilmişti. Lâkin Kur’ân-ı Kerîm’in hârika belâğat ve hitâbeti karşısında, asırlardan beri bir an’ane olarak devâm eden bu edebiyat fuarları târihe karıştı. Bundan sonra artık hiçbir şâir, yarışma kazanan şiirini Kâbe’nin duvarına asamaz oldu.
Bu şekilde en güçlü hatîbleri bile acze düşüren Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm-’ın nübüvvet kudreti, kıyâmete kadar bütün zamanlara ve bütün mekânlara şâmil olduğundan, O, önceki peygamberlerin tamâmındaki salâhiyet, iktidâr ve mûcizâta sâhip ve bütün bu yekûnun fevkindedir. Bununla berâber, sıradan insanlara dâimî bir emsâl olmak zarûreti sebebiyledir ki, icraatlerini ekseriyetle beşerî îcaplara göre gerçekleştirmiştir.
*****
Cihânın nîmeti olan insanın, Hâlık’ına yakın yaşaması gerekir. Hayatî kıymetleri veren, günâhları afveden, gönülleri ve sırları bilen Rabb’imize kulluk zarûrîdir. İbâdetlerin bir vakti vardır. Îmân ve kulluk ise, bütün bir ömre şâmildir.
*****
Farz olan emir ve nehiyler, bir pergelin sâbit olan ucuna; sünnet kabîlinden olan diğer emir ve nehiyler, yâni nâfileler de onun müteharrik
(hareketli) ucuna benzer. Bu demektir ki farzlar, istisnâsız herkese şâmil olurken nâfileler, pergelin müteharrik kısmının hareket sahası kadar bir
genişlik gösterir. Yâni her kul, nâfile bahsinde kendisine verilen iktidar ve istidad nisbetinde bir teklife muhatabdır. O hâlde Hazret-i Ebû Bekir
istidadında olan bir kimsenin çok az istidadlı bir kimse gibi îmân ve amel-i sâlih iklîminde cılız yaşaması doğru olmayacağı gibi, istidadsız bir kimsenin de Hazret-i Ebû Bekir gibi yaşayabilmesi mümkün değildir. Aslolan, farzları kâmil bir şekilde edâdan sonra Cenâb-ı Hakk’ın verdiği istidad ve iktidar nisbetinde amel-i sâlihlere sarılmak sûretiyle zühd ve takvâ yolunda vâsıl-ı ilâllâh olmak ve ihsân edilen halîfetullâh sırrını muhâfaza edebilmektir.
*****
Semâvî kitapların en büyük husûsiyeti hiç şüphesiz ilâhî vahye istinâd etmeleridir. Ancak bugün bu vasıf sadece Kur’ân-ı Kerîm’e mahsus husûsiyet olarak karşımıza çıkar. Zîrâ diğer ilâhî kitaplar peygamberlerinden sonra büyük bir beşerî tahrifat ile karşı karşıya kalmış ve nihâyet bir insanın kaleme aldığı kitaplar hüviyetine bürünmüştür. Zâten Kur’ân-ı Kerîm’in gönderilmesinin bir sebebi de bu durum olmuştur. Bununla birlikte son olarak inzâl olunan Kur’ân-ı Kerîm, ilâhî kitapların «hıtâmuhû misk» kabîlinden hepsini şâmil ve en mükemmelidir. Son olmak itibarıyla da bizzât ilâhî muhâfaza altındadır. O, kıyâmete kadar kendisini ilâhî ifâdeyle şöyle takdîm eder:
“Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sûre getirin, eğer iddiânızda doğru iseniz Allâh’tan gayrı şahitlerinizi (yardımcılarınızı) da çağırın.” (el-Bakara, 23)