Sakın Bu Tuzağa Düşmeyin!

İbadet Hayatımız

Amellerini gözünde büyüterek onları ebedî kurtuluşu için kâfî görmek, nefsin tuzaklarından birine düşmek demektir. Siz siz olun bu tuzaklara dikkat edin.

Nitekim Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri, kardeşine yazdığı bir mektupta bu hissiyâtını şöyle dile getirmiştir:

“Allah Teâlâ’ya yemin ederim ki; annem beni doğurduktan bugüne kadar, Allah katında makbul ve mûteber olup hesabı sorulmayacak bir tek hayır işlediğime inanmıyorum…

Eğer kendi nefsini bütün hayır işlerinde iflâs etmiş olarak görmüyorsan, bu, cehâletin en son noktasıdır. Eğer iflâs etmiş olarak biliyorsan da, Allâh’ın rahmetinden ümitsiz olma. Zira Allah Teâlâ’nın fazl u keremi, kul için insanların ve cinlerin (bütün sâlih) amellerinden daha hayırlıdır.” (Mektubât-ı Mevlânâ Hâlid, 28. Mektup.)

PEYGAMBERİMİZ (S.A.V) UYARIYOR!

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de:

“Allâh’ım! Rahmetini umuyorum. Gözümü açıp kapayıncaya kadar dahî beni nefsimin hevâsıyla başbaşa bırakma!..” (Ebû Dâvûd, Edeb, 100-101.) niyâzında bulunarak, nefsin tuzaklarına karşı dâimâ uyanık bulunmanın ehemmiyetine işaret buyurmuşlardır.

Bu bakımdan, mânevî terbiye ile nefsin tezkiye edilip menfîliklerden arındırılması, son derece lüzumlu bir vazifedir. Riyâzat ve mücâhede usulleriyle, yani ihtiraslarını dizginleyip hoşlanmadığı sâlih amellere zorlamak sûretiyle nefsi hizaya getirmek şarttır. Zira kelime-i tevhîdin hakîkatine de, makbul bir kulluğa da ancak bu sâyede ulaşılabilir.

Allâh’ın rızâsı da, ekseriyetle nefsin hoşlanmadığı ve îfâsında zorlandığı amellerde gizlidir. Nitekim Abdurrahman bin Avf -radıyallâhu anh- bu hakîkati şöyle ifade etmiştir:

“İslâm, nefse hoş gelmeyen zor emirler getirmişti. Biz hayırların en hayırlısını, nefsin hoşlanmadığı bu zor emirlerde bulduk. Meselâ Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile Mekke’den çıkıp hicret etmiştik. Nefsimize zor gelen bu hicretimizle bize üstünlük ve zafer yolları açıldı.

Yine Allah Teâlâ’nın Kur’ân-ı Kerîm’de:

«(Onların bu hâli) mü’minlerden bir zümre kesinlikle istemediği hâlde, Rabbinin Sen’i evinden hak uğruna çıkardığı (zamanki hâlleri) gibidir. Gerçek ortaya çıktıktan sonra, sanki göz göre göre ölüme sürükleniyorlarmış gibi (cihad hususunda) Sen’inle tartışıyorlardı.» (el-Enfâl, 5-6) buyurarak târif ettiği vaziyette, Allah Rasûlü’yle birlikte Bedir Gazvesi’ne çıkmıştık. Allah Teâlâ burada da bizler için üstünlük ve zafer lûtfetmişti.

Velhâsıl biz, en büyük hayırlara, hep böyle nefsimize zor gelen emirler sâyesinde ulaşmıştık.” (Heysemî, VII, 26-27)

Demek ki Zünnûn-ı Mısrî Hazretleri’nin buyurduğu gibi dâimâ; “Allâh’ın dostu olup nefsin hasmı olmak gerekir; nefsin dostu olup Allâh’ın hasmı olmak değil!..”

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2018 – Ocak, Sayı: 382, Sayfa: 032