Sahabe Sordu 'Bu Nasıl Olur, Ey Allâh’ın Rasûlü?'

İbadet Hayatımız

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir gün: “Bir dirhem, yüz bin dirhemi geçmiştir.” buyurmuşlardı. Ashâb-ı kirâm'da “Bu nasıl olur, ey Allâh’ın Rasûlü?” diye sordu. İşte Peygamberimizin (s.a.v) cevabı...

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, kendisi de muhtaç olan bir kulun; alın teriyle, el emeğiyle ve nice meşakkatlere katlanarak kazandığı helâl bir maldan yaptığı infâkın, Allah katında en fazîletli amellerden olduğunu bildirmişlerdir. Nitekim Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir gün:

“–Bir dirhem, yüz bin dirhemi geçmiştir.” buyurmuşlardı.

Ashâb-ı kirâm:

“–Bu nasıl olur, ey Allâh’ın Rasûlü?” diye sorduklarında, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şu cevâbı verdi:

“–Bir adamın iki dirhemi vardı. Bunlardan en iyisini tasadduk etti. (Yani malının yarısını sadaka olarak vermiş oldu.) Diğeri (ise hayli zengin biriydi) o da malının yanına varıp, malından yüz bin dirhem çıkardı ve onu tasadduk etti.” (Nesâî, Zekât, 49)

Bu itibarla, yalnızca bir hurması olan, onun yarısını infâk etmekle bile Cennetʼi kazanabilirken, büyük servet sahibi bir müʼmin, tonlarca hurma infâk etse de, servetine kıyasla mühim bir yekûn tutmadığı takdirde, o fakirin yarım hurmasının ecrini kazanamaz.

Dolayısıyla İslâm’da gerçek zenginliğin ölçüsü, cüzdan kabarıklığı değil, gönül zenginliğidir. Bir hadîs-i şerîfte de buyrulduğu üzere Cenâb-ı Hak, kullarının dış görünüşlerine ve mallarına değil, ihlâs ve takvâ bakımından kalplerine ve amellerine bakar. (Müslim, Birr, 34.)

Demek ki Allah katında mühim olan, yapılan hayırların miktarından ziyâde, hangi fedakârlık seviyesinde yapıldığıdır. Bundan dolayıdır ki, Mekke Fethi’nden evvelki zorluk ve yokluk zamanında yapılan fedakârlıklar, fetihten sonraki rahatlık zamanında yapılan fedakârlıklardan kat kat daha kıymetli sayılmıştır. (el-Hadîd, 10)

Bir zaferin değeri, ona ulaşmak için katlanılan güçlükler nisbetinde büyüktür. Bu sebeple zor şartlar altındayken dahî cömert, diğergâm ve fedakâr davranabilmek, Hakk’a yakın gönüllerin ahlâkıdır.

Meselâ Yermük Harbi’nde, can çekişip susuzluktan inlerken, bir başka yaralı din kardeşini kendine tercih ettiği için susuz hâlde şehâdet şerbetini içen üç şehîdin ortasında kalan bir kırba su, belki nicelerinin rahat zamanlarda yaptığı dağlar kadar büyük hayır-hasenâtı, fazîlet bakımından, fersah fersah geride bırakmıştır.

Zira bir pınarın başında ikram edilen su ile Güneş’in kavurduğu bir çölün ortasında susuzluktan ölmek üzere olan birine ikram edilen su arasında -maddî bakımdan bir fark olmasa da- muazzam bir kıymet ve ehemmiyet farkı vardır.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2021 – Mart, Sayı: 421