Şâh-ı Nakşibend Hazretleri'nin Hizmet Anlayışı

HİZMET

Büyüklerin hayatındaki, Hak yolunda infak ve hizmet fazîletine dâir ideal davranışlar, bizler için güzel bir nümûnedir.

Bir müslüman ne kadar zengin olursa olsun, maddî imkânlarının hakkını ve bedelini, ancak mânevî dirâyetini artırdığı ve kalbî hayatını seviyelendirdiği nispette verebilir. Mâneviyatta terakkî ettikçe zühd ve takvâ ölçülerine riâyet ve zenginliğe rağmen kâmil bir tevâzû sâhibi olabilmek, Ubeydullâh Ahrar Hazretleri’nin kıssasındaki kadar ideal bir noktaya varır.

HİZMETTE ULAŞILMASI GÜÇ MERTEBELER

Hizmette ulaşılması güç mertebelerden biri de Hak dostu Mâruf-i Kerhî Hazretleri’nin şu kıssasında müşâhede edilmektedir:

Yaşlı ve muzdarip bir hasta, Mâruf-i Kerhî Hazretleri’ne misafir olmuştu. Adamcağız bîçâreydi; saçı dökülmüş, yüzünün rengi uçmuştu; canı, vücûdunu bir çengel gibi pârelemekteydi. Mâruf-i Kerhî Hazretleri, bir yatak serdi ve hastanın istirahatini temin etti.

Hasta, ızdırabının şiddetiyle inim inim inliyor ve feryâd ü figân ediyordu. Gece sabaha kadar kendisi bir nefes uyumadığı gibi feryadlarıyla hâne halkından da hiç kimseyi uyutmuyordu. Üstelik gittikçe huysuzlaştı ve ev halkına sitemler yağ­dırıp onları rahatsız etmeye başladı. Nihâyet onun bu sert tabiatine ve kötü davranı­şına tahammül edemeyen evdekiler, birer-ikişer başka yerlere kaçtılar. Evde, hasta ile Mâruf-i Kerhî ve hanımından başka kimse kalmadı.

Mâruf-i Kerhî, geceleri de uyumuyor; bu huysuz hastanın ihtiyaçlarını görmek, ona hizmet edebilmek için çırpınıp duruyordu. Ancak birgün uykusuz­luğu had safhaya ulaşınca gayr-i ihtiyârî uykuya daldı. Onun uyuduğunu gören gâ­fil hasta da, kendisine şefkat ve merhametle kucak açan bu sâlih zâta teşekkür edeceği yerde sitem ediyor ve kendi kendine:

“–Bu nasıl derviş böyle!.. Zaten bu gibilerin zâhirde adları-sanları var; ha­kîkatte ise riyâcıdırlar. Her işleri gösteriştir. Bunların dışları temiz ama, içleri kirli­dir. Başkalarına takvâyı emrederler, kendileri yap­mazlar. Bu yüzden şu adam da benim hâlimi düşünmeden uyuyor. Kendi karnını doyurup uykuya dalmış kimse, sabaha kadar gözlerini yummayan biçâre hastanın hâlinden ne bilir!..” diye söyle­niyordu.

Mâruf-i Kerhî ise, işittiği bu acı sözlere karşı da sabır ve kerem gösterdi. Duymazdan geldi. Lâkin sabrı taşan hanımı daha fazla dayanamadı ve Mâ­ruf-i Kerhî’ye ses­sizce şunları söyledi:

“–Şu huysuzun neler söylediğini duydunuz. Artık onu bu evde barındıra­mayız. Bize daha fazla ağırlık vermesine ve size cefâ etmesine müsâade etmeyelim. Söyleyin buradan gitsin de başka yerde başının çâresi­ne baksın. İyilik, kıymet bilene yapılır. Nankör­lere iyilik yapmak, kötülüktür. Onları daha da azdırır. Alçak kimsenin başı altına yastık konulmaz. Böyle zâlim kimselerin başları taş üstünde gerektir.”

Hanımının bu sözlerini sükûnetle dinleyen Mâruf-i Kerhî Hazretleri, mütebessim bir şekilde şöyle buyurdu:

“–Ey hanım! Onun söylediği sözler seni niye incitir ki?.. Bağırmış ise bana bağırmış; terbiyesizlik yapmış ise bana yapmıştır. Onun nâhoş görünen söz­leri, bana hep hoş gelir. Görüyorsun ki, o dâimî bir ızdırap içindedir. Baksana; zavallı bir nefes bile uyuyamıyor!.. Hem bilesin ki asıl hüner, asıl şefkat ve mer­hamet, böyle kim­selerin cefâsına katlanabilmektir...”

TASAVVUF YÂR OLUP BÂR OLMAMAKTIR

Bu kıssayı nakleden Şeyh Sâdî de, şu nasîhatlerde bulunur:

“Hizmetteki fazîlet, kendini güçlü-kuvvetli ve sıhhatte gördüğün zaman, şükrâne olmak üzere zayıfların yükünü çekmektir.”

“Muhabbetle dolan kalb, affedici olur. Eğer sen, yalnız kuru bir sûretten ibâret olursan, öldüğün zaman cismin gibi isminle de ölürsün. Eğer kerem sâhibi ve ehl-i hizmet olursan, ömrün, cese­dinden sonra da fedâkârlığın ve gönüllere girdiğin kadarıyla devam eder. Görmez misin ki, Kerh’te birçok türbe var. Fakat Mâruf-i Kerhî’nin türbesinden daha mâruf ve ziyâretçisi bol olanı yoktur.”

Ehlullâh ne güzel söylemiş:

“Tasavvuf, yâr olup bâr olmamaktır.” Yâni herkesin yükünü çekmek ve buna rağmen kimseye yük olma­maktır.

HİZMETTE EDEP HİZMETTEN DAHA AZİZDİR

Bilhassa merhamet ve fedâkârâne hizmetlerle ümmete rahmet kapıları aralanır. Bir hizme­tin değeri, onun îfâsı için katlanılan fedâkârlığın büyüklüğüne ve bir ibâdet vec­diyle icrâ edilmesine bağlıdır. Yine makbul bir hizmet, sırf Al­lâh rızâsı gâyesiyle ve hizmete muhâtab olanı incitip kü­çültmeyecek bir üslûb ile îfâ edilenidir. Abdullâh bin Münâzil -kuddise sirruh-’un da ifâde ettiği gibi:

“Hizmette edeb, hizmetten daha azizdir.”

Bu gerçeğe istinâden Hazret-i Mevlânâ şöyle buyurur:

“Allâh aşkı için çalış, Allâh aşkı için hizmette bulun; halkın kabul etmesi veya reddetmesi ile senin ne işin var? Bu fânî dünya pazarında sana bol bol kazandıracak bir müşteri olarak Allâh kâfî değil mi? Allâh’tan alacağın karşısında insanların verebilecekleri ne ki!.. O hâlde gözünü ve gönlünü insanlardan gelecek teşekkürlere değil, Allâh’tan gelecek mazhariyete döndür!..”

İşte tasavvuf yolunun, gönülleri ulaştırmak istediği güzellik ve yücelik budur. Bu meyânda Emir Külâl Hazretleri, talebesi Bahâeddin Nakşibend -kuddise sirruh-’a, derûnundaki nefsânî temâyüllerin bertarâfı için şu tavsiyelerde bulunmuştur:

“Gönül almaya bak; güçsüzlere hizmet et! Zayıfları, gönlü kırıkları koru! Onlar öyle kimselerdir ki halktan hiçbir gelirleri yoktur. Bununla berâber, onların birçokları tam bir kalb huzûru, tevâzû ve eziklik içinde yaşayıp giderler. Böyle kim­seleri ara bul ve onlara hizmet et!”

ŞÂH-I NAKŞİBEND HAZRETLERİ'NİN HİZMETİ

Nitekim Şâh-ı Nakşibend -kuddise sirruh-, intisâbının ilk yıllarında, gurur ve kibrin zıddı olan “hîçlik” hâline ulaşmak için, hasta ve muzdarip insanlara, yaralı hayvan­lara hizmet etmiş ve hattâ insanların geçeceği yol­ları temizleyerek tam yedi sene kâbına varılmaz bir hizmet hayatı yaşamıştır.

Kendisi şöyle anlatır:

“Hocamın emrettiği yolda uzun süre çalıştım. Bütün hizmetleri îfâ ettim. Benliğim o hâle geldi ki, yoldan geçerken, Allâh’ın herhangi bir mahlûku karşı­sında olduğum yerde durur, önce onun geçip gitmesini beklerdim. Bu hizmetim yedi sene devâm etti. Buna mukâbil öyle bir hâl tecellî etti ki, onların inilti sûretinde hazin hazin sesler çıkarıp Hakk’a ilticâ etmelerini hisseder hâle geldim.”

Yukarıdaki bu misâl, Hâlık’tan ötürü mahlûkâta, yine O’nun muhabbetiyle nazar ederek, fedâkârâne hizmetin müşahhas bir tezâhürüdür.

 Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Vakıf-İnfâk-Hizmet, Erkam Yayınları