Sadakayı Hakkıyla Vermek Zordur

Cemiyet Hayatımız

Sadaka verirken gözetmemiz gereken hususlar nelerdir? Altınoluk dergisi yazarının başında geçen bir hadise ve ibretlik dersler...

Değerli emekli dostlar!

Bugün hava kapalı, hafiften yağmur yağıyor. “Şeker olsam erimem”… Öğlen namazı için abdest aldım. Hanımla vedalaşıp çıkacaktım ki salondan sertçe bir ses geldi:

– Allah seni kahretsin!

Kapıdan başımı uzattım:

– Yine ne oldu hanım?

– Gel bak gel, diyerek televizyonu gösterdi.

– Ne var? diye batım.

– Geçti! dedi.

– Ne geçti?

– Dilenciler… Koskoca kadınlar dilenirken bilmem ne kadar para ile yakalanmışlar.

– Para verenler utansın hanım!

– Ben mi?

– Para verenler, dedim.

– Ben de verdim dün… Caminin kapısına oturmuş “Allah” diyordu… Haram olsun!

Bizim hanım verdiği paraya değil de aldatıldığına isyan ediyordu:

– Yastığı battaniyeye sarmış, bebek zannettim, ben de inandım.

– Bir daha inanma, ben namaza gidiyorum.

– Allah kabul etsin. Sakın dilencilere para verme!

Aldatılmış olmak bizim hanıma çok dokunmuştu. Ben bu konuda çok hassasım; sadaka vereceksem kime vereceğimi bilirim.

Kapıdan çıkarken hanım hâlâ söyleniyordu. Camiye vardığımda, uzaktan bir-iki dilenci gözüme çarptı. Kılıklarından ve davranışlarından dilenci oldukları belli oluyordu ve cami cemaatini hangi kılıkta kandıracaklarını biliyorlardı:

– Siz hiç artist kılığında dilenci gördünüz mü?

***

Camiden çıkarken yağmur biraz daha çoğalmıştı; herhalde o sebepten olacak, cemaat azdı.

İbrahim abi, ayakkabılarını bir eline aldı, bastonunu koltuğunun altına sıkıştırdı, diğer eliyle de ceplerini yokladı. Yine dilencilere para verecek. “Verme” demeye çekiniyorum. Defalarca çeşitli şekillerde uyarmaya çalıştım ama ille de verecek ve sevaba(!) girecek.

Değerli dostlar, biz, gerçekten muhtaç olanların dilenmediğini biliyoruz:

“Onlar onurlu kişilerdir, dilenmekten hâyâ ederler.”

Yağmura rağmen dilenciler cami kapısından eksik olmuyor. İbrahim abinin camiden çıktığını gören dilenciler seslerini biraz daha yükseltti:

– Allah razı olsun hacı abi, ihtiyacım var!

Cemaatin “eti ne budu ne”… Dilenciler cemaatin sayısından fazla… İbrahim abi yapacağını yaptı, gönlüne göre para dağıttı.

Ben saygılı bir şekilde uyardım:

– İbrahim abi, bunlar dilenci değil, yalancı, dedim.

– Öyle deme, ihtiyacı olmasa bu yağmurlu havada gelirler mi?

Gülümsedim:

– Sen bana para versen, karlı havada da gelirim, dedim.

***

Değerli arkadaşlar!

Sadakayı, karşımıza çıkan her dilenciye vermeyelim.

– Kime verelim?

– Bir manavın köşesinde duralım, iki soğanla üç patates alana verelim… Bir market kasasında ödeme yaparken parası yetmediği için, aldığı üç parça malın birini geriye bırakana verelim… Bir okulun önünden geçerken, ayakkabıları yırtık bir kıza, bir delikanlıya verelim… Bir parkta oturmuş, derin derin düşünen, babaya verelim.

Tabii bunları yapmak zor, en kolayı hazır dilenci: Ver parayı al sevabı (?) sen de rahat, o da rahat(?)

Değerli dostlar! Görüyoruz veya duyuyoruz:

– Ömrünü dilencilikle geçirenler var.

– Dilencilikle geçinen köyler var.

– Sabahleyin dilencileri dağıtıp, akşamleyin toplayan servisler var.

– Bir de onlara “sadaka” adı altında para veren zavallılar var.

Sadakayı hakkıyla vermek zordur arkadaşlar… Komşumuz açken, yediğimiz ekmeği çiğnemekten daha zor!

Cafe’ye vardığımızda, bizim arkadaşlar, yağmurdan korunaklı bir yere sığınmış, günlük dertlerini konuşuyorlardı. Selam verip oturduk. Tam zamanında oturmuşuz, Ahmet abi, dumanı tüten çayları getirdi:

– Çaylar be ya! dedi.

Herkes vaziyetini aldı. Bir-iki fırt çektik. Tam o sırada tepemizde bir dilenci belirdi. Elini açmış, bizim yaşımıza uygun dualar ediyordu. Sanki ömrümüzü doldurmuşuz da, bizden son sadakalarımızı istiyordu:

– Kızım senin yaşın kaç? dedim.

– Yirmi.

– Bizim yaşımıza gelinceye kadar 50-60 sene daha dilenecek misin? Bir işe girsene!..

Dilenci kız, teklifimi beğenmedi, yüzünü ekşitti ama açtığı elini indirmedi. İbrahim abi cebine davrandı, hafifçe dürttüm. O sırada Cafe Ahmet abi geldi, dilenciye iki laf söyledi:

– Yine mi sen! Bu kaçıncı be ya! dedi.

Dilenci, bir yandan Ahmet abiden çekiniyor, bir yandan da İbrahim abinin gözüne bakıyordu. Ahmet abi biraz daha sert söylenince, dilenci kız mırıldanarak uzaklaştı. Ahmet abi bize döndü:

– Akşama kadar bunlarla uğraşmaktan bıktım be ya! dedi.

İbrahim abi, cebinden çıkardığı bir lirayı iki parmağının arasında çevirdi:

– Hava da yağmurlu be Ahmet Efendi, dedi.

Ahmet abi, elini İbrahim abiye uzattı:

– Ver sen o parayı… Bak! Şu marketten alabildiği bir ekmekle gözleri yaşlı çıkıp evine giden anneler var; ben onları kızaran yüzlerinden, öne eğilen başlarından bilirim be ya! dedi.

Biz de cebimizden birkaç kuruş çıkarıp Ahmet abiye verdik:

– Allah senden razı olsun Ahmet abi, dedik.

Çayları tazeledik… O güzel çayın sıcaklığı gönlümüzü ısıttı… İşte böyle değerli arkadaşlar!

Kaynak: Ekrem Bektaş, Altınoluk Dergisi, Temmuz-2022, Sayı:437