Ramazan ve Kuran'ı Kerim İlişkisi

RAMAZAN ÖZEL

Ramazan ve Kuran'ı Kerim arasındaki kuvvetli ve kıymetli bağ nedir? Özellikle Ramazan ayında Kuran ile hemhal olmanın önemi ve fazileti nedir?

Hüdâyî Hazretleri buyurur:

Şerʻ-i pâki başa hoş tâc edelim,
Sünnet-i Ahmedʼi minhâc edelim,
Âlem-i mânâya mîrâc edelim,
Geldi hoş lûtf ile şehr-i Ramazan…

“Cenâb-ı Hakkʼın tertemiz şerʼî hükümlerini gönül hoşluğuyla baş tâcı edelim. Hazret-i Ahmed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin Sünnet-i Seniyyeʼsini kendimize en doğru yol edinelim de mânâ âlemine mîrâc edelim. Zira Cenâb-ı Hakkʼın hoş bir lûtfu olan Ramazân-ı Şerîf geldi…”

Ramazân-ı Şerîf;

‒Bir sene boyunca yapıp ettiklerimizi İslâm ile mîzan etme mevsimi.

‒Hâlimizi, ahlâkımızı, ibadet ve muâmelâtımızı, mânevî vaziyetimizi Kurʼân ve Sünnet aynasında seyredip hatâ ve kusurlarımızın telâfisine yönelme, hâlimizi ıslah için azimle besmele çekme mevsimi.

‒Kurʼânʼın canlı bir tefsiri olan Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼi yakından tanıma mevsimi.

Bu mübârek mevsimin mânâ iklimine girerek ondan lâyıkıyla müstefîd olabilmek için, nefislerimizi ciddiyetle hesaba çekmemiz elzemdir. Bilhassa Ramazân-ı Şerîfʼte düşünmeliyiz ki;

‒Acaba Allah Rasûlüʼnün yanında olsaydım, benim hâlimi, ibadet ve muâmelâtımı, ahlâkımı hoş görür müydü?

‒İş hayatımdan, âile hayatımdan, evlâtlarımı yetiştirme tarzımdan hoşnut olur muydu?

‒Yakın ve uzak çevreme karşı davranışlarımdan, beşerî ve içtimâî münâsebetlerimden memnun kalır mıydı?

‒Kurʼân-ı Kerîmʼle meşguliyetimin seviyesini yeterli bulur muydu? Yoksa bu hususlardaki hatâ, kusur ve noksanlıklarım sebebiyle -Allah korusun- Oʼnun gül yüzünü soldurup rakik kalbini mahzun mu ederdim!?.

Şunu unutmayalım ki Ramazân-ı Şerîf, her şeyden evvel Kurʼân-ı Kerîm ile şeref bulmuş olan müstesnâ bir aydır. Dolayısıyla bu mübârek ayda hatâ ve kusurlarımızdan arınıp mânen tekâmül edebilmek için, Kurʼân-ı Kerîmʼe daha çok teksif olmalıyız. Kurʼânʼın sadece tilâvetiyle yetinmeyip onun bize tâlim ve telkin ettiği takvâ hassâsiyetini düstur edinmeli, helâl-haram ölçülerine riâyet etmeli, şefkat, merhamet, cömertlik, nezâket ve zarâfet gibi güzel hasletlerle müzeyyen hâle gelmeliyiz. Yine onun yasakladığı gurur-kibir, riyâ, haset, hayâsızlık ve iffetsizlik gibi bütün çirkin hâl ve davranışlardan da titizlikle sakınmalıyız.

Velhâsıl Kurʼânʼın tefekküründe derinleşmeli, ahkâmıyla âmil olup, ahlâkıyla kemâle ermeye gayret göstermeliyiz.

Kur’ân-ı Kerîm, Senin De Kalbine ve Hayatına İnerse, Şüphesiz ki İnsanların En Hayırlılarından Olursun!

Zira Kurʼân, azîzdir, kerîmdir; indiği her yere kıymet, bereket ve izzet bahşeder. Bu hakîkate binâen, ârif bir zât şöyle demiştir:

“Kur’ân-ı Kerîm’i Cebrâil -aleyhisselâm- indirdi, meleklerin en fazîletlisi oldu.

Kur’ân-ı Kerîm, Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e indi. O, kendisinden önceki ve sonraki bütün insanların seyyidi oldu.

Kur’ân-ı Kerîm, Ümmet-i Muhammed’e indi. O ümmet, ümmetlerin en hayırlısı oldu.

Kur’ân-ı Kerîm, Ramazan ayında indi. O ay, on bir ayın sultanı oldu.

Kur’ân-ı Kerîm, Kadir Gecesi’nde indi. O gece, içinde Kadir Gecesi bulunmayan bin aydan daha hayırlı oldu.

Eğer Kur’ân-ı Kerîm, senin de kalbine ve hayatına inerse, şüphesiz ki insanların en hayırlılarından olursun!”

Demek ki bizler de Hak katında kıymet kazanmak istiyorsak, Kurʼân-ı Kerîmʼi âdeta başımıza tâc etmeli, onun istikâmetinde bir hayat yaşayıp yaşatmanın derdinde olmalıyız.

Ramazan'ı Yaşamaya Gayret Göstermeliyiz

Diğer taraftan, yine Ramazân-ı Şerîfʼin mânâ iklimine girebilmek için, onun ibadet hayatını da takvâ hassâsiyetleri içinde yaşamaya gayret göstermeliyiz.

Meselâ namaz müʼminin mîrâcı olduğu gibi, diğer ibadetler ve bilhassa Ramazanʼın alâmet-i fârikası olan oruç da bir gönül mîrâcıdır. Zaten “oruç” kelimesi de “urûc”dan gelir ki “mîrâc” ile aynı köktendir. Dolayısıyla bize mânen mîraç yaşatacak ve Cenâb-ı Hakkʼa kalben yakınlığımızı artıracak bir namaz için, nasıl ki tâdil-i erkân ve huşû şartlarına riâyet etmek gerekiyorsa, orucumuzu da zâhirî ve bâtınî usûlüne uygun bir şekilde tutmalıyız ki, bizimle Cehennem arasında bir kalkan olan, makbul bir oruç olsun.

Bunun için evvelâ hâl ve davranışlarımıza çekidüzen vermeli, sadece midemize değil, bütün uzuvlarımıza oruç tutturmalıyız. Bilhassa dilin âfetlerinden olan gıybet, dedikodu, yalan, iftira ve boş sözlerden titizlikle sakınmalıyız. Zira oruçta ağzımıza bir şey girmemesine dikkat ettiğimiz gibi, ağzımızdan çıkan bütün kelimelere de dikkat etmeli, Hazret-i Mevlânâʼnın tâbiriyle “sözün maskarası olmak”tan kendimizi korumalıyız.

Âyet-i kerîmede buyruluyor:

“İnsan hiçbir söz söylemez ki yanında onu gözetleyen, yazmaya hazır bir melek bulunmasın!” (Kāf, 18)

Unutmayalım ki, bu dünyada yapıp ettiklerimiz gibi, ağzımızdan çıkan iyi veya kötü bütün sözlerimiz de amel defterlerimize büyük bir îtinâ ile kaydedilmektedir. Nitekim âhirette amel defterleriyle karşılaşan mücrimlerin yaşayacakları korku ve şaşkınlık, âyet-i kerîmede şöyle beyân edilmektedir:

“Kitap ortaya konmuştur: Suçluların, onda yazılı olanlardan korkmuş olduklarını görürsün. «Vay hâlimize!» derler, «Bu nasıl kitapmış! Küçük-büyük hiçbir şey bırakmaksızın (yaptıklarımızın) hepsini sayıp dökmüş!» Böylece yaptıklarını karşılarında bulmuşlardır…” (el-Kehf, 49)

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2024 – Nisan, Sayı: 458