Peygamberimizin Tebliğindeki Nezâket

Nübüvveti

Peygamber (s.a.s.) Efendimizin tebliğ üslubu nasıldı? Peygamberimizin (s.a.s.) talim ettiği nezaket örnekleri.

Allâh Resûlü (s.a.s.) Efendimiz, teblîğ ve tâlîm için muhâtabının zaman, mekân ve hâlet-i rûhiye açısından en müsâit ânını kollardı.

Sahâbeden İbn-i Mesut (r.a), insanlara perşembe günleri vaaz ederdi. Bir kimse ona:

“−Ey Ebû Abdurrahmân! Keşke bize her gün vaaz etsen!” dedi.

İbn-i Mesut (r.a.) ona şunları söyledi:

“−Sizi usandırmamak için her gün vaaz etmiyorum. Nitekim Rasûlullah r de bıkıp usanmayalım diye, dinlemeye istekli olduğumuz günleri kollardı.” (Buhârî, İlim, 11, 12)

Râfî bin Amr (r.a.) şu hâdiseyi nakleder:

Ben çocukken Ensâr’ın hurma ağaçlarını taşlardım. Bu sebeple beni tutup Peygamber Efendimiz’e götürdüler. Allah Resûlü bana:

“–Yavrucuğum! Hurma ağaçlarını niçin taşlıyorsun?” diye sordu. Ben:

“–Yâ Resûlallah! (Açtım) yemek için taşladım.” dedim. Fahr-i Kâinât :

“–Bir daha taşlama! Altlarına düşenlerden al, ye!” buyurdu ve başımı sıvazladı. Daha sonra da:

“Allah’ım! Onun karnını doyur!” diye bana dua etti. (Ebû Dâvûd, Cihâd, 85/2622; İbn-i Mâce, Ticârât, 67)

Resûlullah (s.a.s.) Efendimiz, hayâsı ve yüksek şahsiyeti sebebiyle kimsenin hatâsını yüzüne vurmazdı. Bir kişiden kendisine, hoşlanmadığı bir söz ulaştığında:

“Filâna ne oluyor ki şöyle şöyle söylüyor” demez de, “Bazı kimselere ne oluyor ki şöyle şöyle söylüyorlar” diye nezâket gösterirdi. (Ebû Dâvûd, Edeb, 5/4788)

KONUŞMADA NEZÂKET

(Münâfıklardan) biri Peygamber Efendimiz’in huzuruna girmek için izin istedi. Resûlullâh (s.a.s.) onu uzak­tan görünce, (insanları şerrinden korumak için):

“‒O, kabîlenin ne kötü kardeşidir veya aşîretin ne kötü oğlu­dur!” buyurdu.

Adam içeri girip oturunca ona güleryüz gösterdi, tatlı dille konuştu ve iyi davrandı. Adam gidince Hazret-i Âişe:

“‒Yâ Resûlallâh! Adamı gördüğün zaman onun hakkında şöyle şöy­ledir dedin, sonra da yüzüne gülüp iyi davrandın?” dedi. Resûlullâh:

“‒Ey Âişe! Sen ne zaman beni kötü söylerken ve kötü davranırken gördün? Kıyamet günü Allâh katında mevkii en kötü insan, (dünyadayken) şerrinden korunmak için insanların kendisinden uzak durduğu kimsedir.” buyurdu. (Buhârî, Edeb, 38)

Burada bahsedilen zâtın kötü hâlleri daha sonra iyice artmış ve Hazret-i Ebûbekir zamanında Müslümanlara karşı savaşırken esir alınmıştır. İşte o zaman Peygamber Efendimiz’in onun hakkındaki sözünün, ileriye yönelik bir mûcize olduğu anlaşılmıştır. (İmâm Nevevî, el-Minhâc şerhu Sahîhi Müslim, Beyrut 1392, XVI, 144.)

Sahâbeden Ümmü’d-Derdâ (r.a.) şöyle anlatır:

“Kocam Ebu’d-Derdâ t, bir söz söylediğinde muhakkak tebessüm ederdi. Bir gün ona:

«–İnsanların seni ayıplamasından korkuyorum!» dedim. O ise:

«–Resûlullah r bir söz söylediğinde muhakkak tebessüm ederdi.» dedi.” (Ahmed, V, 198, 199)

Resûlullah Efendimiz’in örnek şahsiyeti; merhamet, nezâket, zarâfet ve rikkat-i kalbiyenin zirvesini teşkil etmiştir. Kaba bir kimsenin:

“–Ey Muhammed, ey Muhammed!” diye defalarca bağırmasına rağmen her defasında yumuşak bir üslûpla:

“–Buyur, isteğin nedir?” diye mukâbelede bulunarak muhâtabının kabalığına karşı dâimâ nezâketle davranmışlardır. (Bkz. Müslim, Nüzür, 8; Ebû Dâvûd, Eymân, 21/3316; Tirmizî, Zühd, 50; Ahmed, IV, 239.)

Efendimiz, tahrif edilmemiş Tevrat’ta şöyle vasfedilmiştir:

“…Ne kötü söz söyler ne de çarşılarda yüksek sesle konuşur. Kötülüğe kötülükle karşılık vermez, bilâkis affeder ve bağışlar…” (Dârimî, Mukaddime, 2) Peygamber Efendimiz:

“…Özür dilemeni gerektiren bir sözü söyleme!..” buyurmuşlardır. (İbn-i Mâce, Zühd, 15)

DİLİMİZİ ÇİRKİN LÂFIZLARDAN MUHAFAZA ETMEK

Hadîs-i şerîflerde buyrulur:

“Müstehcen konuşmak, münâfıklıktan bir bölümdür.” (Tirmizî, Birr, 80)

“Allah katında en kötü kimse, ağzının bozukluğundan dolayı insanların kendisiyle buluşmayı ve görüşmeyi terk ettiği kimsedir.” (Buhârî, Edeb, 48)

“Kim, insanların kalbini çelmek (kendine çekmek) için kelâmın (şatafatlı) kullanılışını öğrenir, (insanları bıktırırcasına) sözü gereğinden fazla uzatırsa, Allah kıyâmet günü ondan ne farz ne nâfile hiçbir ibâdetini kabul etmez!” (Ebû Dâvud, Edeb, 86/5006)

Kötü ifâdelerin dile yerleşmesinden sakınmak lâzımdır. Şu kıssa bunu ne güzel îzah eder:

Hazret-i Îsâ (a.s.) yolda bir domuza rastlar. Ona; “Selâmetle yoldan çekil!” der. Yanında bulunanlar:

“–Bunu şu domuz için mi söylüyorsun?” diye sorarlar. (O ise, domuz kelimesini telâffuz etmekten ve o hayvana hitapta bile kaba bir ifâde kullanmaktan sakındığını belirtmek üzere):

“–Ben, dilimi çirkin sözler söylemeye alıştırmaktan korkuyorum!” cevâbını verir. (Muvatta, Kelâm, 4)

LÂNETTEN SAKINMAK

Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuşlardır:

“Kul bir şeye lânet ettiği zaman o lânet semâya yükselir. Fakat (la­net çok korkunç bir hadise olduğundan) gök kapıları (korkularından onu kabul etmek istemezler de) hemen onun önünde kapanıverirler. Bunun üzerine lânet yere iner; (fakat) onun önünde yer kapıları da kapanır. Sonra (gidecek bir yer bulamadığından) sağa-sola meyletmeye başlar. (Sağa ya da sola gitmek için de) bir izin bulamayınca, (gerçekten lânet edilmeye lâyık) ise lânet edilen kimseye döner. (Lâyık) değilse lânet edene döner.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 45/4905)

Lânet etmek, dua yoluyla bir şeyin Allah’ın rahmetinden kovulmasını ve uzaklaştırılmasını istemektir. Muayyen bir şahsa bu mânâda kesin bir şekilde lânet etmek asla câiz de­ğildir. Ancak, Ebû Cehil gibi küfür üzere öldüğü kesin olarak bilinen kimselere lânet etmekte bir sakınca yoktur.

DAVRANIŞLARDA NEZÂKET

Enes bin Mâlik (r.a.) şöyle buyurur:

“Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’in kapıları tırnakla çalınırdı.” (Buhârî, el-Edebü’l-müfred, no: 1080)

Enes bin Mâlik (r.a.) şöyle demiştir:

“Hakâretâmiz, çirkin ve lânet ifade eden sözler Peygamber Efendimiz’e giran gelirdi, bunlardan hep uzak dururdu. Biz­den birine kızıp onu azarlayacak olduğunda sâdece:

“‒Ona ne oluyor, alnı toprak olasıca!” derdi. (Buhârî, Edeb, 38, 44)

Efendimiz’in (s.a.s.) bu sözü bir duâ olup “Namaz kılıp secde etsin de alnı topraklansın!” demektir.

Abbâd bin Şurahbîl şöyle anlatır:

Bir zamanlar fakir düşmüştüm. Bunun üzerine Medîne bahçelerinden birine girdim. Başak ovup hem yedim hem de torbama aldım. Derken bahçe sahibi gelip beni yakaladı, dövdü, torbamı elimden aldı ve Rasûlullah’a götürüp şikâyet etti.

Allah Resûlü (s.a.s.), bahçe sahibine:

“−Câhilken öğretmedin, açken doyurmadın!” buyurdu.

Sonra bahçe sahibine torbamı iâde etmesini söyledi. Daha sonra Resûlullah bana bir veya yarım sa’ miktarında yiyecek verdi. (Ebû Dâvûd, Cihâd, 85/2620-2621; Nesâî, Kudât, 21)

Allah Resûlü (s.a.s.) kimsenin yüzüne dikkatle bakmazdı. Tâbiînin büyüklerinden Mücâhid bu hususta şöyle der:

“Kişinin din kardeşinin yüzüne keskin nazarlarla bakması, dönüp giderken bakışlarıyla arkasından takip etmesi ve «Nereden geliyorsun?», «Nereye gidiyorsun?» diye sorması hoş olamayan davranışlardandı.” (Buhârî, el-Edebü’l-müfred, no: 771, 1157)

Allah Resûlü (s.a.s.) bir Müslümanın nezâketini şöyle tasvir buyururlar:

“Mü’min bal arısına benzer. Arı; dâimâ temiz olan şeyleri yer, temiz olan şeyler ortaya koyar, temiz yerlere konar ve nâzik davrandığı için konduğu yere zarar vermez, orayı kırıp bozmaz. Düştüğünde ise kırılmaz, bozulmaz.” (Bkz. Ahmed, II, 199; Hâkim, I, 147; Beyhakî, Şuab, V, 58; Suyûtî, el-Câmi, no: 8147)

En yakın arkadaşınla bile şakalaşırken zarif ol! Kaba şakadan hayvan bile hoşlanmaz.

“Ateş taşı yakar; taş sert, ateş yumuşaktır. Su, taşı deler; taş katı, su mülâyimdir. Su kireci eritir. Sen de yumuşak ol, sert insanlar bir müddet sonra önünde diz çökerler. Sen iyilik yap, bir müddet sonra kötü düşünenler sana karşı mahcup olurlar.”

MÜNÂKAŞAYI TERK ETMEK

Allah Resûlü (s.a.s.) şöyle buyurur:

“…Kim haklı olduğu hâlde münâkaşayı terk ederse ona cennetin ortasında bir ev bahşedilir…” (Ebû Dâvûd, Edeb, 7/4800; Tirmizî, Birr, 58/1993)

Resûlullah ashâb-ı kirâmın arasında otururken, bir adam geldi, Hz. Ebûbekir’e hakâretler ederek onu üzdü. Ancak Ebûbekir sükût etti, adama cevap vermedi. Adam ikinci sefer aynı şekilde hakaret ederek eziyet verdi. Hz. Ebûbekir yine sükût etti. Adam üçüncü sefer de hakaret edince Hz. Ebûbekir adama hak ettiği cevabı verdi.

Bunun üzerine Resûlullah (s.a.s.) kalkıp yürüdü. Hz. Ebûbekir hemen arkasından yetişerek:

“–Ey Allah’ın Resûlü, yoksa bana darıldınız mı?” diye sordu. Allah Resûlü:

“–Hayır” buyurdu. Sonra da şöyle devam etti:

“–Lâkin semâdan bir melek inmiş, o adamın sana söylediklerini yalanlıyor, senin adına ona cevap veriyordu. Sen karşılık verip intikamını alınca melek gitti, onun yerine şeytan geldi. Bir yere şeytan gelince ben orada durmam!” (Ebû Dâvûd, Edeb, 41/4896)

ÖFKEYİ YUTMAK

Allah Resûlü (s.a.s.) şöyle buyururlar:

“Gereğini yapmaya gücü yettiği halde öfkesini yutan kimsenin kalbini, Allah, emniyet ve îmânla doldurur.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 3/4778)

CEMİYET İÇİNDE NEZÂKET

İslâmî nezâketin îcâblarından biri de insanlara eziyet vermemek için âzâmî derecede hassas davranmaktır. Muâz bin Enes (r.a.) şöyle anlatır:

“‒Ben Resûlullah ile birlikte bir gazveye çıkmıştım. Askerler (eşyalarını rastgele yerlere koyarak) konak yerlerini daralttılar ve yolu kestiler. Bunun üzerine Nebî bir münâdî gönderip askerler arasında şöyle nidâ ettirdiler:

«–Kim bir yeri daraltır veya bir yolu keser (veya bir mü’mine ezâ verirse) onun cihâdı yoktur, yani cihâd sevabı alamaz».” (Ebû Dâvûd, Cihâd, 88/2629; Ahmed, III, 441)

***

Resûlullah (s.a.s.) insanları nezâkete davet ettikleri diğer bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuşlardır:

“Kim Cuma günü Müslümanların boyunlarına basa basa ileri geçerse cehenneme uzanan bir köprü edinmiş olur.” (Ahmed, III, 437)

***

Resûlullah (s.a.s.) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“1.Yol üzerinde namaz kılmaktan ve oralara konaklamaktan sakının! Çünkü oralar yılanların ve yırtıcı hayvanların geçtiği yerlerdir.

2.Yol üstüne abdest bozmaktan da sakının! Zira bu tür davranışlar kişiyi lânete mâruz bırakacak kabalıklardır.” (Ahmed, III, 305; 381)

***

Diğer bir hadis-i şerif şöyledir:

“Lânete mâruz kalacağınız üç şeyi yapmaktan sakının:

1.Pınar başlarına,

2 Yol ortasına ve

3.İnsanların gölgelendiği yerlere abdest bozmayın!” (Ebû Dâvûd, Tahâret, 14/26; İbn-i Mâce, Tahâret, 21; Ahmed, I, 299)

***

Resûlullah Efendimiz, Hazret-i Ömer’e, şu tavsiyede bulunmuştur:

“‒Ey Ömer! Sen güçlü-kuvvetli bir adamsın. Hacer-i Esved’e erişmek için insanları sıkıştırarak zayıflara eziyet etme! Ne rahatsız ol ne de rahatsız et. Tenhâ bulursan Hacer-i Esved’i istilâm et ve öp, aksi takdirde uzaktan «el sürüp öpme» işâreti yap, kelime-i tevhîd okuyarak ve tekbîr getirerek geç!” (Heysemî, III, 241; Ahmed, I, 28)

Hazret-i Ömer bir evde insanlarla birlikte bulunuyordu. İçlerinde Cerîr bin Abdullâh t da vardı. O esnâda Hazret-i Ömer bir koku duydu. Oradakilere:

“‒Bu kokunun sahibi hemen kalkıp abdest alsın!” dedi. Cerîr t:

“‒Ey Mü’minlerin Emîri! Buradaki herkes abdest alsa daha iyi olmaz mı?” dedi. Bu ince anlayışa hayran kalan Hazret-i Ömer t ona:

“‒Allâh sana rahmet eylesin! Sen câhiliyye devrinde ne güzel bir efendiydin, İslâm döneminde de ne güzel bir efendisin!” buyurdu. (Ali el-Müttakî, Kenz, no: 8608. Krş. Heysemî, I, 244)

İYİLİĞE KARŞI NEZAKET

Resûlullah (s.a.s.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Kendisine iyilik yapılan kimse, yapana: «Allâh sana hayırlar versin!» diyerek duâ ederse, şükür borcunu pek yüksek bir şekilde îfâ etmiş olur…” (Tirmizî, Birr, 87/2035)

HİZMETÇİYE NEZÂKET

Resûlullah (s.a.s.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Birinize hizmetçisi yemeğini getirince, onu beraber yemek üzere sofrasına oturtmayacaksa, hiç olmazsa bir iki lokma veya yiyecek bir iki şey versin. Zira yemeğin harâretini ve zahmetini o çekmiştir.” (Buhârî, Et’ime, 55; Tirmizî, Et’ime, 44)

Enes bin Mâlik (r.a.) şöyle anlatır:

“Resûlullâh’a yaklaşık on sene hizmet ettim. Vallâhi seferde ve hazarda hizmet etmek için yanında bulunurdum da O’nun bana olan hizmeti benim O’na yaptığım hizmetten daha fazla olurdu. Bu zaman zarfında bana bir defâ olsun «Öf!» demedi. Yaptığım bir şey için «Niçin bunu böyle yaptın?», yapmadığım bir şey için de «Niçin böyle yapmadın?» demedi…” (Muhibbuddin et-Taberî, Hulâsatü Siyeri Seyyidi’l-Beşer, s. 19; Kastallânî, el-Mevâhibü’l-Ledünniyye, Mısır 1281, I, 385.)

HAYVANLARA NEZAKET

Resûlullâh (s.a.s.) hayvanların bakımı ve temizliği husûsunda tavsiyelerde bulunur, bilhassa koyun ve keçilerin üzerindeki kir ve tozların temizlenmesini isterdi. (Heysemî, IV, 66-67)

Sevâde bin Rebî (r.a.) şu muhteşem incelik ve merhamet misâlini nakleder:

“Peygamber Efendimiz’in huzûr-i âlîlerine çıkıp birşeyler istedim. Bana birkaç tane (3 ile 10 arasında) deve verilmesini söyledi. Sonra şu tavsiyede bulundu:

«–Evine döndüğün zaman hâne halkına söyle, hayvanlara iyi baksınlar, yemlerini güzelce versinler! Yine onlara tırnaklarını kesmelerini emret ki hayvanları sağarken memelerini incitip yaralamasınlar!»” (Ahmed, III, 484; Heysemî, V, 168, 259, VIII, 196)

NEBATAT KARŞISINDA NEZAKET

Resûlullâh (s.a.s.) Medîne-i Münevvere’yi ve çevresini harem bölgesi (koru) olarak îlân etmiş ve şöyle buyurmuştur:

“Allâh Resûlü’nün korusu içinde bulunan ağaçlara sopa ile vurulamaz ve onlar kesilemez. Fakat zaruret hâlinde hayvanların yemesi için hafif ve yumuşak bir şekilde rıfk ile sallanarak yaprakları silkelenebilir.” (Ebû Dâvûd, Hac, 95-96/2039)

Resûlullah (s.a.s.) hayvanlarına yedirmek için elindeki sopayla bir ağacın dallarına vurarak yapraklarını dökmeye çalışan bir bedevîyi görmüştü. Yanındakilere:

“–O bedevîyi bana getirin, ancak yumuşak davranın, onu korkutmayın!” buyurdu. Bedevî yanına geldiğinde:

“–Ey bedevî! Yumuşak bir şekilde ve tatlılıkla sallayarak yaprakları dök, vurup kırarak değil!” buyurdu. (İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbe, Beyrut 1417, VI, 378)

Allah Resûlü (s.a.s.) şöyle buyurmuştu:

“Yerde bitmiş olan hiçbir bitki yoktur ki, onu nezâretçi bir melek kanatlarıyla korumuş olmasın. Bu durum bitkinin hasad edilmesine kadar devam eder. Kim bu bitkiye basıp ezerse, melek ona lânet eder.” (Ali el-Müttakî, Kenz, III, 905/9122)

GAYRİMÜSLİMLERE KARŞI FİRASET VE NEZAKET

Bir grup Yahûdî, Nebî’in yanına gelmişlerdi. (Müslümanların “es-Selâmu aleyküm” şeklindeki selâmına benzeterek):

“‒es-Sâmu aleyküm (Ölüm üzerine olsun)” dediler. Bu hileyi anlayan Hazret-i Âişe:

“‒O sizin üzerinize olsun, Allâh sizlere lânet etsin, Allâh sizlere gadab etsin!” diye seslendi.

Güzel ahlâkı kemâle erdirmek için gönderilmiş olan Resûlullâh (s.a.s.) ona müdâhale ederek:

“‒Ey Âişe, yavaş ol, incelik ve yumuşaklıkla muamele et! Şiddetten ve çirkinliklerden sakın!” buyurdu.

Hazret-i Âişe vâlidemiz:

“‒(Yâ Resûlallâh!) Onların ne dediğini işitmediniz mi?” dedi. Resûlullâh (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“‒Sen de benim onlara ne dediğimi işitmedin mi? Sâdece «Ve aleyküm: Asıl sizin üzerinize olsun!» diye sözlerini onlara iâde ettim. Benim on­lar hakkındaki duam kabul olunur, fakat onların benim hakkımdaki duaları kabul olunmaz!” (Buhârî, Edeb, 38)

KABALIĞIN MENFÎ TESİRİ

Saîd b. Müseyyeb’in (r.a.) anlattığına göre, dedesi Nebiyy-i Ekrem (s.a.s.) Efendimiz’e gelmişti. Allâh Resûlü:

“–İsminiz nedir?” diye sordu. O da:

“–Hazn (Kabalık, şiddet ve meşakkat)” cevabını verdi. Resûlullâh (s.a.s.):

“–Sizin isminiz Sehl (kolaylık) olsun!” buyurdu. Dedesi ise:

“–Babamın bana verdiği ismi değiştiremem” dedi.

Saîd b. Müseyyeb (r.a.) der ki:

“O günden beri bizde kabalık, kasvet ve meşakkat eksik olmadı.” (Buhârî, Edeb, 107; el-Edebü’l-müfred, no: 841)

Kaynak: Dr. Murat kaya, kuranvesunnetyolunda.com