Peygamberimizin (s.a.v) Elleriyle Kabre İndirdiği Şehit Sahabe

Sahabiler

Peygamber Efendimizin (s.a.v) kabre bizzat indirdiği, Abdullâh Zü’l-Bicâdeyn'in (r.a.) fazileti...

Zülbicâdeyn Abdullah bin Avf el-Müzenî -radıyallâhu anh-. Bu cefakâr sahâbîyi yakından tanıyalım:

Bunun babası vefat etmişti. Amcası zengindi, amcasının yanında çalışıyordu. Amcasına;

“‒Amca dedi, bak dedi, bir Peygamber geldi dedi, hak geldi dedi, artık bâtıl bitsin dedi. Ben dedi, müslüman olacağım dedi. Peygamberimizʼin yanına gideceğim dedi.

Koyu bir putperestti amcası. Bir dövdü, üzerindekileri aldı, bir de kovdu.

Annesine geldi Zülbicâdeyn. Ağlayarak geldi:

“‒Anne dedi, bana amcam böyle böyle yaptı dedi. Anne dedi ne olur bana bir imkân dedi. Ben dedi, Medîne-i Münevvereʼye gideyim, Allah Rasûlüʼne kavuşayım.” dedi.

Anne de -annelik muhabbeti- çâresiz, onda da bir şey yok. Bir kilim parçasını ikiye böldü:

“‒Al oğlum.” dedi. Birini beline sardı, birini de omzuna koydu:

“‒Hadi yolun açık olsun.” dedi.

Velhâsıl bu şekilde 400 küsur km. yolu katetti. Ravzaʼya girdi. Üstü başı perişandı, ayakları kanlar içindeydi çölden. Rasûlullah Efendimiz şöyle bir baktı, seyretti; cezb ve incizab kânunu;

“‒Zülbicâdeyn, sen misin?” dedi. İki kilim sahibi…

“‒Evet, benim.” dedi.

Orada Rasûlullah Efendimizʼle devamlı bir gönül beraberliği başladı. Zülbicâdeyn orada Kur’ân-ı Kerîm öğrendi, bir takvâ hayatı yaşıyordu. En nihâyet Tebük Harbi oldu. Tebük Harbiʼnde dedi ki:

“‒Yâ Rasûlâllah dedi, Senʼden bir tek istirhâmım var dedi. Bir ricam var dedi, bir arzum var.” dedi.

“‒Nedir, Zülbicâdeyn?” dedi.

“‒Yâ Rasûlâllah! Ben dedi, Tebükʼe iştirak edeceğim, orada paramparça olup Allah yolunda şehîd olayım.” dedi.

“‒Zülbicâdeyn dedi, sen dedi, orada dedi, bir hummâya tutulursun, hasta olursun, orada vefat edersin, yine seferde olduğun için şehîd ecri alırsın.” dedi.

“‒Yok yok yâ Rasûlâllah dedi, Allah bana çok büyük bir nîmet verdi. Bu nîmet mukâbilinde büyük bir fedakârâne olarak ölmek istiyorum.” dedi.

En nihâyet sefer oldu. Medîne-i Münevvereʼden Tebükʼe kadar bin km. yol gidildi. Orada Zülbicâdeyn hummâya tutuldu, vefat etti.

İbn-i Mesʼûd diyor ki:

Baktım bir gece diyor, önde Allah Rasûlü diyor, arkada Ebû Bekir -radıyallâhu anh-, arkada Ömer -radıyallâhu anh-. Kucakta da bir şey var diyor. Ben uzaktan takip ettim. En nihâyet bir yere vardılar. Orada bir çukur kazdılar, bir kabir kazdılar. Rasûlullah Efendimiz kabre indi.

“‒Kardeşinizi benim kucağıma verin.” dedi. Zülbicâdeynʼi kucağına aldı ve kabre indirdi.

İbn-i Mesʼûd diyor ki:

“O kadar diyor imrendim ki gıpta ettim ki, keşke Zülbicâdeynʼin yerinde ben olsaydım. Allah Rasûlü beni kucaklayıp beni indirseydi.” (Bkz. İbn-i Hişâm, IV, 183; Vâkıdî, III, 1013-1014; İbn-i Esîr, Üsdü’l-Ğābe, III, 227)

Demek ki burada görüyoruz; nedir bu? Hep fedakârlık… Fedakârlığın neticesinde Cenâb-ı Hak büyük mükâfatlar ihsân ediyor.

“Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır.” [el-İnşirah, 5-6]