Peygamberimizin Evlat Edindiği Sahabi

Sahabiler

Peygamber (s.a.v) Efendimizin Zeyd bin Hârise’yi (r.a) köle iken azad edip evlat edinmesi.

Zeyd bin Hârise, sekiz yaşında iken Benî Kayn süvârileri tarafından yapılan bir baskında kaçırılıp köle olarak satılmak üzere Ukâz Panayırı’na getirilmişti. Hakîm bin Hizâm, onu halası Hz. Hatîce için dört yüz dirheme satın aldı. Âlemlerin Efendisi (s.a.v), Zeyd’i görünce:

“−Bu köle benim olsaydı muhakkak onu âzâd ederdim!” buyurdular. Hz. Hatîce:

“−O zaman Sen’in olsun!” dedi. Fahr-i Kâinât Efendimiz de onu hemen âzâd ettiler. (İbn-i Hişâm, I, 266; İbn-i Sa’d, III, 40) Zeyd’in babası oğlunun kaybolmasına çok üzülmüş ve onu aramaya çıkmıştı. Zeyd’in Mekke’de olduğunu hacılardan öğrenince, hemen kardeşiyle birlikte gelip Âlemlerin Efendisi’ni buldular. Zeyd’in bedelini teklif ederek fiyat husûsunda insaflı davranmasını istediler. Efendimiz:

“−Bundan başka bir çözüm yolu olamaz mı?” buyurdular.

“−Nedir o?” diye sorduklarında, Fahr-i Kâinât Efendimiz (s.a.v):

“−Onu çağırın ve tercihte serbest bırakın! Eğer sizi seçerse hiçbir bedel ödemenize gerek yok! Eğer beni tercih ederse, vallâhi benimle kalmak isteyeni hiç kimseye bırakmam!” buyurdular. Zeyd’in babası ile amcası:

“−Sen bize karşı çok insaflı davrandın, büyük lutuf ve ihsanda bulundun!” diyerek memnûniyetlerini ızhâr ettiler. Zeyd ise:

“−Vallâhi ey Emîn! Ben hiçbir kimseyi Sana tercih etmem! Sen benim için anne ve baba makâmındasın. Ben ancak Sen’in yanında kalırım.” dedi. Baba ve amcasının serzenişte bulunmaları üzerine de:

“−Ben bu zâttan öyle şeyler gördüm ki, hiçbir kimseyi O’na tercih edemem. O’ndan hiçbir zaman ayrılmayacağım!” dedi. Fahr-i Kâinât Efendimiz (s.a.v), Zeyd’in sadâkatini görünce elinden tutup Kâbe’ye götürdüler ve:

“−Ey insanlar! Şâhit olunuz ki Zeyd benim oğlumdur, ben ona vârisim, o da bana vâris olacaktır.”[1] diyerek onu evlât edindiler. Daha sonra bu evlâtlık bağı kaldırıldı ve din kardeşliği bâkî kılındı.

Zeyd (r.a)’ın babası ve amcası bunu görünce, gönül huzuruyla memleketlerine döndüler. (İbn-i Hişâm, I, 267; İbn-i Sa’d, III, 42) Zeyd (r.a)’ın kardeşi Cebele bin Hârise (r.a) şöyle anlatır:

“Peygamber (s.a.v) Efendimiz’e gidip:

«–Ey Allâh’ın Rasûlü! Kardeşim Zeyd’i benimle beraber gönder.» dedim.

«–İşte kendisi burada. Eğer seninle gelirse, ben mânî olmam!» buyurdular. Ancak Zeyd:

«–Ey Allâh’ın Rasûlü! Ben hiç kimseyi Sana tercih etmem!» dedi. Daha sonra kardeşim Zeyd’in görüşünün benimkinden daha isâbetli olduğunu gördüm ve anladım.” (Tirmizî, Menâkıb, 39/3815)

Bu vefâsı ve firâseti sebeple Peygamber Efendimiz (s.a.v), Hz. Zeyd’i ve âilesini çok severlerdi. Onu, “Annemden sonra Annem” buyurdukları ve çok sevdikleri dadısı Ümmü Eymen ile, daha sonra da halasının çok şerefli ve asil kızıyla evlendirdiler.

Bu sebeple Zeyd’e ve oğlu Üsâme’ye “Hıbbu’n-Nebî: Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in en çok sevdiği kişi” sıfatı verilmiştir. Üsâme bin Zeyd’in nakline göre, Peygamber Efendimiz (s.a.v) onu ve Hz. Alî’nin oğlu Hasan’ı kucağına alarak:

“Allah’ım! Sen bunları sev! Çünkü ben bunları seviyorum!” diye dua ederlerdi. Üsâme bin Zeyd’in âzâdlısı Harmele, İbn-i Ömer’le birlikte bulunduğu sırada Mescid’e Haccâc bin Eymen girip namaz kılmıştı. (Eymen, Üsâme bin Zeyd’in ana-bir kardeşi idi ve Ensâr’dan bir zâttı.) Haccâc, rukû ve secdelerini tam yapmamıştı. Bunun üze­rine İbn-i Ömer (r.a) ona:

“−Namazını tekrar kıl!” diye emretti. Haccâc dönüp giderken, İbn-i Ömer (r.a) Harmele’ye:

“−Kim bu?” diye sordu. O da:

“−Ümmü Eymen’in oğlu olan Eymen’in oğlu Haccâc’dır” de­di.

Bunun üzerine İbn-i Ömer (r.a):

“−Eğer Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) onu görselerdi muhakkak severlerdi” dedi ve Peygamber Efendimiz’in Üsâme’ye ve Ümmü Eymen’in evlâtlarına olan muhabbetinden bahsetti. Ümmü Eymen, Peygamber Efendimiz’in dadısı yani ikinci anası, mürebbîyesi idi. (Buhârî, Ashâbu’n-Nebî, 18) Abdullah bin Dînâr şöyle anlatır:

“Bir gün Abdullah bin Ömer mescidde iken, mescidin bir tarafında ihramını sürüyerek yürüyen birini gördü:

«−Bak, şu kimdir? Keşke o kişi yanımda olsa (da onu îkâz etsem)!» dedi. Bunun üzerine orada bulunan biri İbn-i Ömer’e:

«−Ey Ebû Abdurrahmân, onu tanımıyor musun? O, Üsâme bin Zeyd’in oğlu Muhammed’dir» dedi.

Bunun üzerine İbn-i Ömer bir müddet ba­şını önüne eğdi ve elleriyle yeri karıştırdı. Sonra şöyle dedi:

“−Eğer Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) onu görselerdi, muhakkak severlerdi.” (Buhârî, Ashâbu’n-Nebî, 18)

Hz. Ömer, Peygamber Efendimiz’in âzatlısı Zeyd İbni Hârise’nin oğlu Üsâme’ye üç bin beş yüz dirhem tahsis etmiş, oğlu Abdullah’a ondan beş yüz dirhem daha az vermişti. İbn-i Ömer babasına bunun sebebini sorarak:

“−Üsâme’yi niçin benden üstün tutuyorsun? O benden daha çok savaşa katılmadı ki!” demişti. Hz. Ömer, eşsiz adaleti yanında, zengin bir gönle ve üstün bir tevâzua sahip olduğunu gösteren şu cevabı vermişti:

“−Oğlum! Rasûlullâh Efendimiz (s.a.v) onun babasını senin babandan daha çok severlerdi. Üsâme’ye de senden daha çok muhabbetleri vardı. İşte bu sebeple, Rasûlullâh’ın sevdiğini kendi sevdiğime tercih ettim.” (Tirmizî, Menâkıb, 39)

Belki de Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e olan bu vefâsı ve muhabbeti sebebiyle Zeyd (r.a), Kur’ân-ı Kerîm’de ismi zikredilen yegâne sahâbî oldu.

Bazı âlimler de evlâtlık müessesesi kaldırılınca “Zeyd bin Muhammed” gibi en şerefli nisbeti kaybettiği, “İbn-i Muhammed” ünvânı kendisinden alındığı için bir nevi teşrif-i ilâhî ve bir tesellî olarak isminin Kur’ân’da zikredildiğini ifade etmişlerdir.[2]

Dipnotlar:

[1] O günden sonra Zeyd’e, Zeyd bin Muhammed denilmeye başlandı. Bu durum Ahzâb Sûresi’nin 5. ve 40. âyetleriyle evlâtlık müessesesinin kaldırılışına kadar devâm etti. [2] Tâhiru’l-Mevlevî, Müslümanlığın Medeniyete Hizmetleri, II, 131.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Siyer-i Nebi.