Osmanlı’yı Ayakta Tutan Dinamikler

Osmanlı Tarihi

Bir devleti ayakta tutan temel esaslardan biri hiç şüphesiz ki “adâlet”tir. Öyle ki; “Küfr ile pâyidâr olunur, zulm ile olunmaz!” sözü, Osmanlı’da bir darb-ı mesel hâline gelmiştir.

Osmanlı’yı yükselten ve asırlarca ayakta tutan temel müessirlerden biri adâlettir.

“Adâlet mülkün temelidir.” beyânı, Osmanlılar’ın ellerinde sıkıca tuttukları bir meş’ale olmuş, bununla bütün insanlığa hak ve adâlet tevzî edilmiştir.

OSMANLI'DA HAK VE ADÂLET ANLAYIŞI

Hakîkaten Osmanlı, hak ve adâletin, bütün şahıslardan ve mevkîlerinden üstün olduğu bir devlettir. Kânunlar, başta pâdişah ve hânedan mensupları olmak üzere, herkesi bağlardı. Her pâdişah, tahta çıkar çıkmaz, evvelâ Kur’ân’a ve örflere bağlı kalacağına yemin ederdi.

Pâdişahlar, ellerindeki otoriteyi ilâhî bir emânet bilecek şuurda yetiştirildiklerinden, keyfî bir idâre süremezlerdi. Verdikleri kararların âdil ve hakkâniyetli olması için, her biri kendi sahasında dirâyetli olan devlet adamlarıyla istişâre ederlerdi. Ayrıca halkın irâdesine de ehemmiyet gösterirlerdi. Nitekim zaman zaman tebdîl-i kıyâfet ederek, yani kim oldukları bilinmesin diye kıyafet değiştirerek halkın içine karışır, böylece onların hâlini yakînen müşâhede eder, tebaalarının talep ve düşüncelerini aracısız olarak bizzat kendilerinden öğrenmeye gayret gösterirlerdi.

HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ İLKESİ

Ayrıca pâdişahlar, şeyhülislâmın kontrolü altında bulunurlardı. Şer‘-i şerîfe uymayan hiçbir kararı tatbik etme salâhiyetine sahip değillerdi. Şeyhülislâmın herhangi bir kararına pâdişâhın îtiraz etmesi söz konusu bile değildi. Hâlbuki Osmanlı tarihinde pâdişahların isteğini reddeden pek çok şeyhülislâm vardır.

Ayrıca bir pâdişah, israf veya sefâhate meylettiği takdirde, ulemâ fetvâsıyla halledilme, yani tahttan indirilme imkânı dâimâ mevcuttu. Zira Cenâb-ı Hakk’ın hüküm ve irâdesi, devletin maslahat ve istikbâli, milletin saâdet ve selâmeti, pâdişâhın da üstündeydi.

Bu bakımdan denilebilir ki Osmanlı’da en nüfuzlu insan pâdişah değil, şeyhülislâmdı. Kuruluş ve yükseliş devrinin sonuna kadar, pâdişahların şeyhülislâmları azletme salâhiyeti yoktu. Fakat şeyhülislâmlar pâdişahları halletme (tahttan indirme) salâhiyetine sahiplerdi.

Ayrıca pâdişahlar dahî devletin en büyük kontrol merciî olan “adliye”ye müdâhale edemezlerdi. Hattâ kendi aleyhlerinde bile olsa, adâletin verdiği hükme boyun eğmek zorunda kalırlardı.

Gerçekten Osmanlı’da, pâdişâhından sıradan bir ferdine kadar Allâh’ın emirleri herkese tatbik edilmiş ve adâletten ayrılmamaya büyük bir gayret gösterilmiştir. Nitekim, çağ açıp çağ kapayan bir sultan olan Fâtih Hazretleri’nin, bir hristiyan mîmarla muhâkeme edilerek haksız olduğuna hüküm verilmesi ve tatbik edilecek kısastan ancak mîmarın diyet kabul etmesi sâyesinde vazgeçilmiş olması, gözleri yaşartan, emsalsiz bir adâlet tezâhürüdür. Sadece bu misâlin zikri bile, Osmanlı’daki adâletin ihtişâmını îzâha kâfîdir.

Yani Osmanlı’da toplumun en alt kademesinden en üst kademesine kadar hiç kimsenin kudret ve kuvveti, kânunların üstünde değildi. Adâlet önünde ancak haklı olan güçlüydü. Haklı olan, velev ki toplumun en alt tabakasından biri bile olsa…

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Âbide Şahsiyetleri ve Müesseseleriyle Osmanlı, Erkam Yayınları