"osmanlı'da Şaşırtan 'özgürlük'

Osmanlı Tarihi

I. Ahmed Han zamanı, devletin toprak genişliği bakımından doruk noktasında olduğu bir devirdir. Dün­ya kralları, bu devletin ihtişâmı karşısında eğiliyor ve sadrâzamların eliyle tâc giyiyorlardı. Osmanlı'daki hürriyet Batılı yazarların kitaplarına konu oluyordu...

O devirler, bizim birtakım gâfil mütefekkirlerimizin zannettiği gibi duraklama ve felâket devirleri değildi. Bilâkis Avrupalı mütefekkirlerin hayâllerini süsleyen azametli, muhteşem devirlerdi. Nitekim Avrupa’daki zulümlere ve hürriyetsizliğe isyan edip senelerce hapishânelerde çürüyen[1] ve idealindeki ülkeyi “Güneş Belde” isimli eserinde tasvîr eden İtalyan Campanella’nın bir dostuna yazdığı şu mektup, o zamandaki Osmanlı’nın durumu hakkında kâfî bir mâlûmattır:

“Ben bir «Güneş Belde»nin hasretini çekiyorum. Gecesi olmasın ve insanlar karanlık nedir bilmesinler. Bunu yeryüzünde bulmak mümkün mü? Bilemiyorum, ama fikir, vicdan ve lisan hürriyetine ilişmeyen, müslim, gayr-i müslim herkese âdil davranmasını bilen Osmanlılar’ın varlığı, hiç olmazsa yarın böyle bir beldenin olacağını bana zannettiriyor. Mâdem ki bugün, düşünceyi zindana koymayan, hakîkat sevgisini zincire vurmayan bir millet, yani o cesur Türkler var, o hâlde yalnız adâlet, hakîkat ve hürriyetin hüküm sürdüğü bir ülke neden vücûda gelmesin!”

Sultan 1. Ahmed Hân’ın devri işte böyle bir devirdi. Onun düşmanlarının dahî gıpta etmesini sağlayacak derecede bir muvaffakıyet gösterebilmesi, zâhirî liyâkatinin yanında elbette mânevî kemâlâtı sebebiyle idi. O, yaptırmış olduğu câminin sol tarafında küçük ve dar çilehâ­ne­sinde zaman zaman riyâzata girerek, yoğun devlet işlerinden sıyrılıp rûhunu mâneviyat iklîmine yönlendirirdi. Orada murâkabe hâlinde yaşayarak Rabbi ile başbaşa kalırdı.

Sultan Ahmed, câminin inşâsı sırasında Mısır’da Sultan Kayıtbay türbesinde bulunan Hazret-i Peygamber’in “Nakş-ı Kadem” denilen mübârek ayak izlerini Eyyûb Sultan türbesine getirtmişti. Câminin inşa­atı tamamlanınca da, bunu, câmiye koydurdu.

Ancak Sultan, bu nakil işleminin yapıldığı gece şöyle bir rüyâ gördü:

“Bütün sultanların toplandığı yüce bir meclis kurulmuştu ve Haz­ret-i Peygamber -sal­lâl­lâ­hu aleyhi ve sellem- de kadılık ma­kâ­mın­da oturmaktaydı. Bir nevî mahkeme kurulmuştu. Sultan Kayıtbay, türbesini ziyârete vesîle olan bu “Kadem-i Saâdet”in alınıp İs­tan­bul’a götürülmesinden dolayı Sultan Ahmed’den dâvâcı olmuştu.

Allah Rasûlü -sal­lâl­lâ­hu aleyhi ve sellem- de, kadı sıfatıyla, “Kadem-i Şerîf”in, der­hâl geri gönderilmesine hükmetti...”

Sultan dehşet ve korku ile uyandı. Rüyâsını içlerinde Hüdâyî Haz­ret­leri’nin de bulunduğu ulemâ ve meşâyıha tâbir ettirdi. Yapılan tâbire göre denildi ki:

“–Sul­tâ­nım! Rüyâ gâyet açıktır. Yoruma bile gerek yoktur. Emâ­net der­hâl geri gönderilmelidir...”

Peygamber âşığı Sultan 1. Ahmed Han, verilen karara boyun büktü ve emâneti titizlikle ve mahzun bir şekilde yerine iâde etti.

Ancak yüreği aşk-ı Peygamberî ile dilhûn olmuş bulunan 1. Ahmed Han, Rasûlullâh -sal­lâl­lâ­hu aleyhi ve sellem-’in mermer üzerindeki mübârek ayak izlerinin maketini yaptırdı. Kavuğunun üzerine asarak tedâîsinden feyz almaya çalıştı. Yanık gönlünden dökülen şu mısrâlar, onun bu aşk hâlini ne güzel aksetterir:

N’ola tâcum gibi başumda götürsem dâim,

Kadem-i pâkini ol Hazret-i Şâh-ı Rusül’ün...

Gül-i gülzâr-ı nübüvvet o kadem sahibidür,

Ahmedâ durma yüzün sür kademine ol Gül’ün!..


[1] Nitekim o devir Avrupa’sında Galileo’nun başına gelenler de herkesin mâlûmudur.

Kaynak: Abide Şahsiyetleri ve Müesseseleriyle OSMANLI, Osman Nuri Topbaş, Erkam Yayınları, 2013