Osman Nûri Topbaş Hocaefendi ile “Müslümanın Gönül Dünyası” Üzerine Mülâkat

İbadet Hayatımız

Altınoluk dergisinin Osman Nûri Topbaş Hocaefendi ile “Müslümanın Gönül Dünyası” bahsi üzerine gerçekleştirdiği mülakat...

Altınoluk dergisinin 2021 Ağustos sayısında Osman Nûri Topbaş Hocaefendi ile gerçekleştirtiği mülakat...

MÂNEVÎ VE EBEDÎ KURTULUŞUN REÇETESİ "GÖNLÜ İHYÂ ETMEK"

ALTINOLUK: Muhterem Efendim. Altınoluk Dergimiz bu sene kıymetli okuyucularına zât-ı âlînizin “Müslümanın Gönül Dünyası” isimli eserini takdim ediyor.

Evvelâ bu eseri hazırlamaktaki gâyenizi sorsak; bu eser ile okuyucuda nasıl bir tesir murâd edildi?

Osman Nûri Topbaş Hocaefendi: Evvelâ, bütün eserlerimiz gibi, bu kitabımızın da rızâ-yı ilâhîye muvâfık olmasını, ümmet-i Muhammedʼe faydalı kılmasını Yüce Rabbimizʼden niyâz ederiz.

Her kitap, meçhul muhataplara, hattâ istikbâle gönderilmiş birer mektuptur. Bu mektupları okuyanlar, onların bir cümlesinden bile istifâde edip hayatlarında müsbet bir karar alırlarsa, hayırlı bir adım atarlarsa; eserimizi maksadına ulaşmış addeder, kendimizi de bahtiyar hissederiz.

Efendim; günümüzde bir modern câhiliye yaşanıyor. Küresel güçlerin, askerî güçle müslüman beldelerde yaptıkları yıkımlar, ekonomik ve kültürel güçle de insanlığın gönül âlemlerinde yaptıkları tahribat ortada.

Nesiller âdeta global kültürün uzaktan kumandalı robotlarına dönüştürülmek isteniyor. Îman, ahlâk, iffet, nâmus, hayâ, vicdan, fazîlet dâimâ zedelenip hayatın dışına itilmeye çalışılıyor.

Âhiretsiz bir dünya anlayışıyla; hesapsız, kitapsız, diğer mahlûkat gibi sorumsuz bir nefsânî hayat, zihinlere aşılanıyor.

İslâmî tahsilden, îman ve takvâ şuurundan mahrum nesiller, selde sürüklenen kütükler misali, bu akıntılarda kayboluyor.

Tarihte Haçlı seferleri, Moğol istilâları, yakın tarihte de 100 milyona yakın insanın katledildiği birinci ve ikinci cihan harpleri gibi buhranlı dönemlerde, toplumlar büyük rûhî ihtilaçlarla karşı karşıya kalmıştır.

Bu dönemlerde bilhassa ehl-i tasavvufun irşâdı, toplumları ümitsizlik ve tükenmişlikten kurtararak, onlara ferahlık ve tesellî kaynağı olmuştur. Yani yorgun gönülleri müsbet bir enerji ile, feyz ve rûhâniyetle âdeta yeniden ihyâ etmiştir. Bilhassa dergâhlar, mânevî rehabilite merkezi vazifesi görmüştür.

Buna mukâbil, bolluk ve rahatlık dönemlerinde de yine ehl-i tasavvufun irşâdı, nefsâniyetleri dizginlemede ve istikâmetleri korumada müstesnâ bir vazife icrâ etmiştir.

Bu îkaz, irşad ve tebliğlerin günümüzdeki pek çok vesîlelerinden biri de; elbette ki Kurʼân, Sünnet ve Hak dostlarının gönül ikliminden istifade ederek, gönüllere rûhâniyet, huzur ve istikâmet telkininde bulunan eserlerdir.

Bu eserlerin, okunup tefekkür edildiği takdirde, gönülleri feyz ve rûhâniyetle tezyîn edeceği, muhakkaktır. Tıpkı gül, sümbül, karanfil gibi çiçeklerle müzeyyen bir bahçe üzerinden eserek gelen rüzgârların, gittikleri yerlere o güzel râyihaları taşıması gibi…

İşte bu eser de gönül dünyamızı Cenâb-ı Hakkʼın râzı olduğu kıvama getirip o kıvamda tutabilmek için hangi düsturlara riâyet etmemiz gerektiği suâline bir cevap olarak hazırlandı.

Şunu da ifade edelim ki bizim bu eserde yapmaya çalıştığımız; ümmetin mîrî malı diyebileceğimiz İslâmî ve irfânî kültürden istifade ederek, peygamberlerin, ashâb-ı kirâmın, evliyâullâhʼın, takvâ ehli âlim ve âriflerin feyiz ve rûhâniyet dolu tebliğ ve irşadlarına âdeta bir daktilo vazifesi görmekten ibârettir. Eserimizdeki bütün güzellikler, müstefîd olduğumuz o mânâ âlemine âittir. Hatâ ve noksanlıklar ise nefsimizdendir.

Ayrıca bu kitabın büyük bir kısmı, yıllardır yazdığımız kitap ve makalelerimizin seçme cümle ve pasajlarından oluşuyor. Bu yönüyle de âdeta bir güldeste mâhiyetinde olduğunu söyleyebiliriz…

ALTINOLUK: Efendim, tam bu noktada “Müslümanın Gönül Dünyası” adlı eserinizin bölüm başlıklarına baktığımızda, bu başlıklar için, bir mü’minin gönül gündeminin de başlıca konularıdır, diyebilir miyiz?

Osman Nûri Topbaş Hocaefendi: Tabi. Kitabımız 30 bölümden müteşekkil. Ve her bölüm, yıllardır kitap ve dergi yazılarımızda ehemmiyetine binâen üzerinde durduğumuz hususların, lirik ve akıcı bir üslûb ile hulâsası mâhiyetinde.

Kitabın fihristine baktığımızda gördüğümüz başlıkların, bir müslümanın gönlünü en çok meşgul etmesi gereken, hattâ hayatını tanzim etmesi îcâb eden mevzulardan ibâret olduğunu söyleyebiliriz:

Meselâ kitaba;

Cihan Dershanesindeki Sır ve Hikmetleri GÖNÜL GÖZÜYLE OKUMAK bahsiyle başladık.

Bu bahiste, mü’minin kâinâta ve hâdisâta, günümüzdeki modern câhiliyenin maddeci ve seküler bakış açısıyla değil; îman ufkundan, irfan zâviyesinden, âhiret penceresinden bakabilmesinin lüzumunu ifade etmeye çalıştık.

Ve bu bakışla, Cenâb-ı Hakk’ın kâinat kitabında sergilediği kevnî âyetlerden bazı misalleri okuyucularımızın nazar-ı dikkatlerine takdim ettik.

Kıymetli okuyucularımız da, bu misallerden çıkaracakları mânevî şablonla; hayat, hâdisat ve kâinat kitabında nice hikmet ve hakîkatleri gönül gözüyle okumaya muvaffak olurlar -inşâallah-.

Bu bölümün ardından; ALLAH İLE BERABERLİK bahsinde, dünya ve âhirette gerçek huzurun, kalbin Allah ile beraberliğine bağlı bulunduğuna dâir pasajlara yer verdik.

Sonra hidâyet rehberimiz KURʼÂN-I KERÎM’e tâzim ile ülfetimizi artırmanın lüzumuna yer verdik.

Ardından, Kur’ân’ın fiilî bir tefsiri olan PEYGAMBER EFENDİMİZ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ve O’nun SÜNNET-İ SENİYYEʼSİNE AŞK İLE İTTİBÂ mevzuuna geçtik.

Daha sonra ise, günümüzde en mühim kulluk mesʼûliyetlerimizden biri olan “Gerçek Zenginlik: İNFAK” bahsiyle, maddî-mânevî her türlü imkânlardan fedakârlığın, bir mü’minin tabiat-i asliyesi olması gerektiğini dile getirmeye çalıştık.

Hemen ardından İSRAF, CİMRİLİK VE İHTİRASTAN SAKINMAK bahsi ile de, şeytanın gönle fısıldadığı “fakir düşme korkusunu ve cimriliği” aşmanın lüzumuna değindik. Bu korkunun, yani Rabbine değil de malına sığınıp güvenme gafletinin, gönüldeki büyük bir îman zaafı olduğuna dair mesajlara yer verdik.

Ardından; TASAVVUF-ŞERÎAT-İSTİKÂMET bahsinde, tasavvufun Kur’ân ve Sünnet çizgisinde, muhabbet, aşk, vecd ve istiğrak dolu bir gönülle yaşamaktan ibâret olduğuna değindik. Bu istikâmetin dışında kalan her şeyin, tasavvufî hayatla alâkasının bulunmadığına dair ifadelere yer verdik.

NEFS TEZKİYESİ ve KALP TASFİYESİ bahsinde ise gönül âlemine ilâhî rahmet tecellîlerinin nasîb olması için mânen temiz tutulmasının lüzumunu ifadeye çalıştık.

Nasıl ki değerli mücevherat, kirli ve lekeli kaplara konulmayıp tertemiz, pırıl pırıl ve mûtenâ mahfazalarda saklanırsa, gönül âlemi de mânen temiz tutulmalıdır ki, ilâhî tecellîlerin mazharı olsun.

Yine, Cenâb-ı Hakk’a götürülecek en güzel hediye, Oʼnun cemâlî esmâsının tecellî hâlinde olduğu, münevver, mücellâ, musaffâ ve latîf bir gönül aynasıdır.

Gönlün bu kıvama ulaşması ve ulaştığı kıvamı koruması için de TEVBE, İSTİĞFAR, SEHERLERİ İHYÂ, İBADET HAYATI, HİÇLİK ve TEVÂZU, GURUR ve KİBİRDEN SAKINMAK, AFFEDİCİLİK, MÜSÂMAHA, ÖFKEYİ YENMEK, ŞÜKÜR, SABIR ve RIZÂ, LÂYIKINA MUHABBET, MÜSTAHAKKINA NEFRET, SÂLİHLERLE BERABERLİK, FÂSIKLARDAN SAKINMAK, HARAMLARDAN SAKINMAK gibi, hepsi de birbirinden mühim vazife ve mesʼûliyetlerimizi hatırlattık.

Daha sonra HUZURLU ÂİLE YUVASI, NESİL ENDİŞESİ, GERÇEK İLİM, GERÇEK TAHSİL, TEBLİĞ ve ÜSLÛBU gibi, fertte, ailede ve toplumda huzur ve saâdetin mânevî reçeteleri mahiyetindeki ölçülere temas ettik.

Yine bir müslümanın EDEP ve NEZÂKETʼle müzeyyen bir RAHMET İNSANI olmasının lüzumunu, bunun bir müʼminin alâmet-i fârikası olması gerektiğini, Mânevî Zirvelerin Ulvî Basamağı HİZMET ile de gönlünü ihyâ etmesinin zaruretini îzaha gayret ettik.

Bilhassa bugün bir yangın yerine ve mâtem ülkelerine dönen âlem-i İslâmʼın ıztırâbıyla muzdarip olmanın, yani ÜMMETİN DERDİYLE DERTLENMEʼnin ve o yangından insan kurtarmanın ehemmiyetini dile getirmeye çalıştık.

Son olarak da esas hayat olan ÂHİRETİ DÜNYAYA TERCİH şuuruyla ve bir EBEDİYET YOLCULUĞU içinde olduğumuz idrâkiyle yaşamamızın lüzumu ve bu fânî misafirhanede yerli edâsıyla oturma gafletinden sakınmamızın ehemmiyetine dair bölümlerle kitabımızı tamamladık.

Bütün bunları da, bu mevzulara dair şimdiye kadar yayınlanmış eser ve makalelerimizden seçerek, birçoğunu internette günlük mesajlarımız içinde yayınlanmış olan spot cümlelerimizden oluşturduk.

Rabbimiz, bu nâçizâne çalışmamızı, gönüllerimizin rızâ-yı ilâhîsiyle teʼlif olması yolunda, hayırlara vesîle eylesin -inşâallah-.

ALTINOLUK: Âmîn.

Efendim, biraz da eserinizin isminde de yer alan “gönül” mefhumundan bahsetsek. Evvelâ “gönül”, bizim dünyamıza ait bir mefhum; materyalist Batı dillerinde bunun tam bir karşılığı yok.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in, sâlim olması hâlinde bütün cesedin sâlim olacağına işaret buyurduğu, muhtelif eser ve sohbetlerinizde hissiyatın merkezi olarak işaret buyurduğunuz gönlün mâhiyet ve vazifesini tarif buyurabilir misiniz?

Müslümanın gönül dünyası niye önemlidir?

Osman Nûri Topbaş Hocaefendi: Yunus Emre Hazretleri’nin ifadesiyle;

“Gönül Çalab’ın (yani Rabbin) tahtı”dır da, o yüzden ehemmiyetlidir.

Yine gönül, nazargâh-ı ilâhîdir, îmânın makarrı, yani merkezidir.

Îman, dil ile ikrar, -akılla değil- kalp ile tasdik neticesinde hâsıl olur.

Bu bakımdan bir gönlü ihyâ etmek, Hak katında çok kıymetli bir amel-i sâlihtir. Hattâ bazı âriflerin ifadesiyle “hacc-ı ekber”dir.

Fakat bir gönlü ihyâ etmek, onu sadece maddî ve dünyevî mânâda sevindirmekten ibâret zannedilmemeli. Esas gönülleri ihyâ etmek, onları Cenâb-ı Hak ile, Rasûlullah Efendimizʼle buluşturabilmektir. Gönüllerini îman ile, Kur’ân ile müzeyyen kılabilmektir. Onların ebedî hayatını bir azap faslı olmaktan kurtarabilmektir. İnsanların ebedî saâdet ve selâmete kavuşmalarına yardımcı olabilmektir.

Yine, müslümanın gönül âlemi niçin mühimdir?

Nasıl ki bir ağacın kökündeki çürük, yaprak ve meyvelerinde kendini gösterirse; kalpteki gaflet ve kasvet de, kişinin hâl ve davranışlarında kendini gösterir.

Bu sebeple müslümanın gönül dünyasını Allahʼtan uzaklaştıran menfîliklerden koruması, son derece ehemmiyetlidir. Aksi hâlde, nasıl ki tevhîdin mekânı olan Kâbe, câhiliye devrinde putlarla dolmuşsa, kalpler de birçok putla dolar.

Eserimizden bir iktibasla ifade edersek;

“Kalp âleminden temizlenmesi gereken putlar nelerdir?

–Bunlar kimi zaman, kula Allâhʼın emrini îfâdan daha önemli gelen nefsânî arzulardır.

–Kimi zaman, Allah için terk edilemeyen ve âhireti unutturan fânî menfaatlerdir.

–Kimi zaman, kulu Rabbinden uzaklaştıran bir makam-mevkî, şan-şöhret ve servettir.

–Kimi zamansa, karşı cinse duyulan bir şehvettir.”

Yeryüzünde Kâbe neyse, insan vücudunda da ilâhî tecelliyâtın merkezi gönüldür, yani kalptir. Tasavvufî edebiyatta da kalbin Kâbeʼye teşbih edildiğini (benzetildiğini) sıkça görürüz. Bu teşbih, kısmen âşıkâne bir coşkunluğun eseridir. Kısmen de gönül tahtını sadece Allâhʼa tahsis ederek, onu Kâbe gibi tevhîdin merkezi hâline getirmenin kıymet ve zarûretini idrâk ettirmek içindir.

Gönlü nazargâh-ı ilâhî hâline gelenler hakkında, meselâ İbn-i Ömer -radıyallâhu anh-’ın Kâbe-i Muazzama’ya hitâben söylediği sözler çok câlib-i dikkattir:

“Sen ne büyüksün (ey Kâbe)! Senin şânın ne yücedir! Fakat gerçek bir mü’minin Allah katındaki şerefi senden de üstündür.” (Tirmizî, Birr, 85)

Hazret-i Mevlânâ da -âdeta bu hakîkati te’yid sadedinde- şöyle buyurur:

“Şunu iyi bil ki sen, Allâh’ın nazargâhı olan bir gönlü incitip kırarsan, Kâbe’ye yaya olarak da gitsen, kazandığın sevap, gönül kırmanın günahını telâfi edemez.”

Yine Hazret-i Mevlânâ gönül incitenleri şöyle îkaz eder:

“Hor bile olsa bir gönlü hakir tutma! O, horluğuyla yine de üstünler üstünüdür. Yıkık gönül, Allâh’ın nazar ettiği varlıktır. Onu yapan can, ne mübârektir. Kırılmış, iki yüz parça olmuş bir gönlü tamir etmek, Allah katında birçok hayır-hasenattan yeğdir…”

İmâm-ı Rabbânî Hazretleri de şöyle buyurur:

“Şunu iyi biliniz ki kalp, Cenâb-ı Hakk’ın komşusudur. O’nun mukaddes Zâtʼına kalpten daha yakın bir şey yoktur. O hâlde ister mü’min olsun ister âsî, kalbe eziyet etmekten sakının! Çünkü komşu âsî de olsa himâye edilir. Aman bundan uzak durun! Zira küfürden sonra, kalbe eziyet etmek kadar Allah Teâlâ’nın incinmesine sebep olan başka bir günah yoktur. Zira kalp, Cenâb-ı Hakk’a yaklaşabilen varlıkların en yakınıdır.”[1]

Molla Abdurrahman Câmîʼye izâfe edilen şu mısrâlar da meşhurdur:

Dil bedest âver ki hacc-ı ekberest

Ez hezârân Kâbe yek dil bihterest

“Bir gönül al ki hacc-ı ekber olsun. Zira bir gönül, bin Kâbe’den daha üstündür.”

Kâbe bünyâd-ı Halîl-i Azer’est

Dil, nazargâh-ı Celîl-i Ekber’est

“Kâbe, Âzer oğlu Halil İbrahim tarafından yapılmıştır. Gönül ise, yüce ve büyük Allâh’ın nazargâhıdır.”

Bu itibarla nazargâh-ı ilâhî olan bir kalbi kırmak, Kâbeʼyi yıkmak gibi çok ağır bir cürüm sayılmıştır. Buna mukâbil, bir gönlü ihyâ etmek de, yani onu Allah ile, Rasûlullah Efendimizʼle buluşturmak da, âdeta “hacc-ı ekber” sevabı kazandıran muazzam bir amel-i sâlihtir.

Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede:

“…Her kim bir canı ihyâ ederse bütün insanları ihyâ etmiş gibi olur…” (el-Mâide, 32) buyuruyor.

Bir insanın fânî ve dünyevî hayatını kurtarmak bile bu kadar değerliyse, onun mânevî ve ebedî hayatını kurtarmak, Allah katında kim bilir ne kadar kıymetlidir?

Nitekim Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de bir hadîs-i şerîflerinde:

“…Allâh’ın senin elinle bir kişiyi hidâyete erdirmesi, senin için üzerine Güneş’in doğduğu her şeyden daha hayırlıdır.” buyurmuşlardır. (Hâkim, Müstedrek, III, 690)

Dolayısıyla, bugün hidâyet mahrumlarına tebliğ ve “müsterşidi irşad” yani irşad bekleyen takvâdan yoksun gönülleri irşad ve ihyâ hizmeti, son derece mühim bir âhiret mes’ûliyetidir.

Meselâ bir pınarın başında otursanız, oradan gelip geçenlere su ikram etseniz, bu çok güzel bir hayır-hasenattır, ecir vesîlesidir. Fakat o bir bardak suyu, çölde susuzluktan ölmek üzere olan bir insana ulaştırırsanız, yangından bir insan kurtarmış gibi olursunuz.

Bugün de bir mü’minin en mühim vazifesi, uhrevî yangınlardan insan kurtarmaktır! Aslında müʼmin bu gayreti göstermeye mecburdur! Zira mü’min, kendi kurtuluşunun, başkalarının da kurtuluşuna hizmet etmekten geçtiğini bilen, diğergâm insandır.

ALTINOLUK: Hak katında makbul bir müslüman olabilmek için gönül nasıl bir kıvamda olmalı? Bu kıvam evvelemirde amellerde, sonra sırasıyla hâllerde ve nihayet ahlâkta nasıl tecellî etmeli?

Osman Nûri Topbaş Hocaefendi: Nasıl ki ham bir meyve ekşi ve acı olur, fakat biraz Güneş’te pişip olgunlaşınca tatlı bir kıvam kazanırsa, insanın gönül âlemi de ilâhî beyanlar ışığında, nebevî terbiye altında, Hak dostlarının irşadları bereketiyle, olgun bir kıvam kazanmaya muhtaçtır.

Mü’minin kalbî kıvâmı ise, kısaca;

Mârifetullah, muhabbetullah, ihlâs, ihsan, maiyyet, akrabiyyet, şükür, sabır ve rızâ kıvamıdır. Şüphesiz ki bu maddeleri daha da artırmak mümkündür. Fakat bunları kısaca îzah edecek olursak;

Mârifetullah kıvamı; Cenâb-ı Hakkʼı kalpte tanıyabilmektir. Kulun ilâhî azamet ve kudret karşısında kendi hiçlik, yokluk ve acziyetini idrâk etmesidir. Nefsini ve haddini bilerek, Rabbine cân u gönülden râm olmasıdır. Tevekkül ve teslîmetle boyun eğmesidir.

Muhabbetullah kıvamı; îman ve İslâmʼı aşk ve muhabbet ufkunda yaşayabilmektir. Aklın tıkandığı noktalarda muhabbet kanatlarıyla kalbin mesafe almaya devam etmesidir. Bu muhabbetin neticesi de âdaptır. Yani Rasûlullah Efendimizʼin hâliyle, ahlâkıyla kalbin müzeyyen hâle gelebilmesidir. Tıpkı ashâb-ı kirâmın, evliyâullâhʼın, selef-i sâlihînin yaşadığı gibi, bir gölgenin sahibine olan sadâkatiyle Allah Rasûlüʼnün izinden gidebilmektir.

İhlâs kıvamı; ibadet ve sâlih amellerimizi ivazsız garazsız, hasbeten lillâh, yani sırf Allah rızâsı niyetiyle îfâ etmemizdir. İbadetlere fânî menfaat gâyelerinin gölgesini dahî düşürmemektir. Zira tevhîd inancının ortaklığa tahammülü yoktur.

İhsan kıvamı; her zaman ve mekânda Allâh’ın bizi gördüğü şuuruyla, hâl ve hareketlerimize dikkat etme hassasiyetidir.

Maiyyet kıvamı; Allâhʼın her an bizimle olduğu;

Akrabiyyet kıvamı ise; Cenâb-ı Hakkʼın bize şah damarımızdan daha yakın olduğu, yani kalplerimizden geçenlere bile vâkıf olduğu şuuruyla yaşamaktır.

Şükür kıvamı; bütün nîmetlerin asıl sahibinin Allah Teâlâ olduğu şuurunu kalpte sabitlemektir.

Sabır kıvamı; çile ve iptilâları günahlara kefâret ve terfî-i derecât vesîlesi telâkkî ederek bunlara tahammül gösterebilmektir.

Rızâ kıvamı; hayatın değişen şartları, acı-tatlı sürprizleri ve med-cezirleri karşısında şikâyeti-sızlanmayı unutma sanatıdır. Her hâlükârda ilâhî takdîre rızâ göstererek Cenâb-ı Hakkʼın da bizden râzı olmasını dilemektir.

Velhâsıl müʼminler olarak bu nevî hasletlerle kalbimizi ne kadar tezyin edebilirsek, şüphesiz ki hâlimiz, ahlâkımız ve amellerimiz de o derecede Cenâb-ı Hakk’ın rızâsına muvâfık olacaktır.

Rabbimiz bu gönül kıvamını cümlemize lûtf u keremiyle ihsan ve ikram eylesin.

Âmîn!..

(Devam edecek…)

Dipnot:

[1] İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât, III, 326, no: 45.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2021 – Ağustos, Sayı: 426

Yayın: Erkam Yayınları

Dil: Türkçe

Yıl: 2021

Eseri temin etmek için tıklayınız….