Ortadoğu'da Vaha Arayan Çin

ÜMMET

Ortadoğu coğrafyası bugünlerde hiç olmadığı kadar savaş, terör, mülteciler, halk ayaklanmaları ve Filistin sorunu ile anılırken, bunların hiçbiri doğrudan Çin Halk Cumhuriyeti'ni ilgilendiren konular değil. Bütün bu sorunların gölgesinde Çin Devlet Başkanı Xi Jinping geçen hafta sessizce üç ülkeyi kapsayan bölgesel bir ziyaret gerçekleştirdi.

Xi Ortadoğu gezisine Suudi Arabistan'dan başladı ve Arap Ligi zirvesine katılmak için sonrasında Mısır'a gitti. Xi'nin bölgedeki nihai durağı ise nükleer programından dolayı uygulanan Batı yaptırımlardan henüz kurtulan İran oldu. Hiç kuşkusuz bölgenin en önemli dört devletinden üçünü ziyaret eden Xi'nin Ortadoğu çıkarması hem Çin açısından hem de bölge dinamikleri açısından büyük önem arz ediyor.

İktidara geldiği 2013 yılından bu yana ilk defa bölgeyi ziyaret eden Xi, diplomatik ilişkilerin kurulmasının 26. yılında Suudi Arabistan ve Çin ilişkilerini her ne pahasına olursa olsun geliştirmekte kararlı görünüyor. Zira Suudi Arabistan, petrol fiyatlarının dibe vurduğu son bir sene içerisinde bu fiyatları belirleyen en önemli OPEC üyesi olarak Çin'in petrol satın aldığı birincil tedarikçi konumunu sürdürüyor. Diğer taraftan Çin'in petrol satın aldığı ikincil tedarikçi konumundaki İran ise, yaptırımlar sonrası dönemde Pekin için muazzam fırsatları içinde barındıran bir pazar olarak öne çıkıyor. Bu açıdan bakıldığında Çin ile Ortadoğu ilişkilerinin itici gücünü oluşturan ekonomik motivasyonlar ve dış ticaret potansiyeli Pekin'in dış politika paradigmasının özünü oluşturan ekonomik yayılma ve dünya ticaretinin merkezine oturma hedefleri ile doğru orantılı görünüyor.

“KIZIL EJDER”İN TİCARİ PRAGMATİZMİ

Deng Xiaoping ve Jiang Zemin dönemlerinin ekonomik liberalleşme ve dışa açılma reformlarının semeresini 2001'de Dünya Ticaret Örgütü'ne üye olarak alan Çin, hızla büyüyen ekonomisinin gereksinimleri doğrultusunda uluslararası ticareti domine eden adımlar atmaya başladı. Özellikle Afrika ve Latin Amerika'da yeni ticari ortaklıklara soyunan dünyanın ikinci büyük ekonomisi, Xi'nin iktidara gelişiyle beraber Orta Asya ve Ortadoğu'yu da İpek Yolu ve Baharat Yolu Kemerleri ile listeye ekledi. Özellikle de Ortadoğu'da Amerikan varlığının azalmaya başladığı son yıllarda Rusya'nın doldurmaya başladığı politik alanı kendisi de ekonomik alan ile destekleyerek bölgedeki savaş sonrası dönemin hegemonik Batı yayılmacılığını sınırlandırmaya başladı.

Bu anlamda Pekin'in Tahran ve Riyad ile kurduğu ve kurmakta olduğu ekonomik ortaklıklar kızıl ejderin bölgeye uzanmasını sağlayan bir sacayağı oluşturdu. Çin, Suudi Arabistan ile yaklaşık 70 milyar dolarlık bir dış ticaret hacmine sahip iken, İran ile olan ticari ilişkisi 50 milyar doların biraz üzerinde seyrediyor. Pekin yönetimi her iki ülke ile bu ziyaret sırasında ekonomik ilişkilerini katlayarak arttırmayı taahhüt etti. Batı yaptırımlarından kurtulan İran yönetimi de gelecek on yılda bu düzeyi 600 milyar dolar gibi devasa bir rakama yükseltmeyi umuyor. Yaptırımların sınırlayıcılığı altında ezilen İran ekonomisine yıllarca can suyu veren Çinli müteşebbisler, Tahran'ın alt yapı yatırımları ve teknoloji transferi konusunda başvurduğu en önemli yabancı ticari ortak oldular.

Düşük seyreden petrol fiyatları ve Suudi Arabistan'da geçen sene tahta çıkan yeni kral Selman bin Abdülaziz ile beraber Batı ile daha dengeli yürütülen Suudi dış politika yönelimi de Çin için uygun bir ortam hazırladı. Çin gibi hızlı gelişmekte olan ve ekonomisi dış enerji kaynaklarına bağımlı ülkeler için Suudi Arabistan göz ardı edilemeyecek ticari bir ortak ve Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) verilerine göre dünyada Hindistan'dan sonra en fazla silah satın alan ülke konumunda. İran'a yüklü miktarda silah satan Çin'in Suudi pazarına da el atması ve Suudi petrolüne olan bağımlılığını nükleer ortaklık ve alt yapı projeleriyle dengelemesi gerekecektir ki bu ziyaret sırasında iki taraf da bunun emarelerini imzaladıkları ticari anlaşmalar ve enerji ortaklıklarıyla ortaya koydular.

RİYAD-TAHRAN GERİLİMİNİN PEKİN'E YANSIMALARI

Şüphe yok ki Çin için bütün bu hedefleri gerçekleştirmenin yolu Ortadoğu'da herhangi bir bedel ödemeden mümkün olmayacaktır. Bölgenin jeopolitik ve reel-politik gerçekleri açısından bakıldığında hâlihazırda adı konmamış bir soğuk savaşın yaşandığı Suudi Arabistan-İran rekabetinin gölgesinde Çin'in bu iki ülke ile ilişkilerini sorunsuz götürmesi pek muhtemel görünmüyor.

Arap Baharı'nın tetiklediği halk ayaklanmaların sonunda ortaya çıkan Yemen ve Suriye gibi iç savaşların bölgeyi adeta bir çıkmaza sürüklediği bir süreçte Çin'in salt ekonomik çıkar ve ticari pragmatizm ile İran ve Suudi Arabistan gibi iki önemli jeopolitik kutup arasında bir seçim yapması gerekebilir. Bu zaviyeden bakıldığında Pekin'in düşük profilli seyreden siyasi ilişkilerini bölge ülkeleri ile ve bilhassa Riyad ve Tahran ile yeniden tanımlaması gerekecek.

Bu ayın başında Suudilerce infaz edilen Şii din adamı Nimr el-Nimr'in ölümüne İran devletinin verdiği tepkiler ve sonrasında Suudi Arabistan'ın Tahran ve Meşhed'deki diplomatik misyonlarına yapılan saldırılar bu iki ülke arasındaki son on yıldır artarak devam eden siyasal-mezhepçi restleşmeyi de zirveye çıkardı. Suudilerin İran-destekli Husi milislere karşı Yemen'de yürüttüğü askeri operasyonlar ve İran Devrim Muhafızları'nın Suriye Savaşı'nda rejime verdiği destek Ortadoğu'daki siyasal ve toplumsal fay hatlarını zorlamaya başladı.

ÇİN'İN DAEŞ İLE SAVAŞI

Böylesine bir kaotik iklimde suya sabuna dokunmayan ve bölgeyi Batı'nın ekonomik sömürüsünden çıkararak kendi ticari yayılma alanına katmayı uman Çin'in en başta bahsettiğimiz ve bölgenin kronik sorunları haline gelen sorunlarından etkilenmemesi mümkün değildir. Yemen krizinde bu ülkenin toprak bütünlüğünü savunan ve Suudi Arabistan'a daha yakın duran Çin'in, Suriye'de devam etmekte olan iç savaş ve Esad rejiminin geleceği konusunda Rusya-İran bloğunun tezlerini desteklediğini söylemeye gerek yok. Bu iki sorun devam ettiği sürece Çin'in Ortadoğu'da sorunsuz ilişkiler geliştirmesi kolay olmayacaktır. Bu bağlamda Pekin'in BM Güvenlik Konseyi'ndeki daimi üyeliğinden kaynaklanan veto yetkisini Ortadoğu çatışmalarının çözümünde daha pozitif ve yapıcı kullanması, ticari pragmatizmini ahlakçı-gerçekçilik ile dengelemesi elzemdir.

SİYASAL VE EKONOMİK ÇIKARLAR

Diğer taraftan, Ortadoğu'da kendi siyasal ve ekonomik çıkarlarını korumaya çalışan bölge dışı güçlerin en fazla mağdur olduğu sorun olan terörizm Çin'i de hem içerde hem de dışarda istim üstünde tutan konuların başında geliyor. Geçtiğimiz Kasım ayında Daeş'in infaz ettiğini duyurduğu bir Çin vatandaşının ardından Xi Daeş'e karşı savaş ilan ederken, Komünist Parti yönetimi Halkın Kurtuluşu Ordusu'na denizaşırı bölgelerde operasyon yapma yetkisini tanıyan yeni bir terörle mücadele yasasını Aralık ayında apar topar yürürlüğe koydu.

Vahabi-cihatçı bir geleneğe yaslanan ve Sincan Uygur Özerk Bölgesi'ndeki askeri operasyonlar ile 2009 sonrasında yer altına çekilen Doğu Türkistan İslami Hareketi mensuplarıyla ile Daeş hücrelerinin son dönemde artan faaliyetleri ve örgüte Orta Asya ve Asya-Pasifik'te militan devşirme çabaları Pekin'in endişelerini zirveye çıkarmaya yetti. Başlı başına bu durum bile Çin'in Ortadoğu ve bilhassa bölgenin başat güçlerinden olan İran ve Suudi Arabistan ile yeni dönemde tesis edeceği ilişkilerin içeriğinden ve seyrinden fazlasıyla etkilenecek ve beslenecek gelişmeleri içinde barındırıyor. Bu minvalden hareketle, Çin'in Ortadoğu'da atacağı menfi adımların kendi yumuşak karnını kaşıma olasılığının yüksek olduğunu belirtmek gerekir.

Kaynak: Yeni Şafak