Ortadoğu’da Değişen Dengeler

ÜMMET

Altınoluk Dergisi Dünya Gündemi köşesi yazarı Beytullah Demircioğlu geçtiğimiz ayda meydana gelen hadiseler ışığında Ortadoğu'da değişen dengeleri analiz ediyor.

Kerkük’e giderken evdeki bulgurdan oldu... Çocukluk hayalini gerçekleştirmek için oynadığı kumarı kaybetti…

IKBY lideri Mesut Barzani’nin “Bağımsız Kürdistan” hayalinin bir günde kâbusa dönüşmesi genelde böyle tanımlandı. 16 Ekim’deki harekâtın ardından Kerkük dâhil birçok kentin neredeyse tek kurşun atılmadan Irak ordusu ve İran destekli Haşdi Şabi’ye devredilmesiyle birlikte IKBY toprakları yüzde 35 küçüldü. Sınırları 2014’deki sınırlara geri döndü. Şimdi elde kalanlar da tehdit altında…

Barzani’nin hayali neden kâbusa dönüştü? Güvendiği çevreler neden onu yüzüstü bıraktı? Ortaya çıkan yeni konjonktür Türkiye’ye ne kazandırdı, ne kaybettirdi?

TSK’nın İdlip’e yönelik harekatı, Rakka’nın terör örgütü PKK/PYD’nin eline geçmesi bölgeyi nasıl etkileyecek? Değişen dinamikler bölgenin geleceğine ilişkin neler söylüyor?

Aralarındaki krizlerin sürekli çeşitlendiği bir dönemde Türkiye-ABD ilişkileri nereye evrilecek, bu ilişkilerin Ortadoğu siyasetine yansımaları ne olacak?

Geçen ayın baş döndüren dış politika gündeminde, özellikle IKBY’nin bağımsızlık referandumu süreci sonrası yaşadığı hayal kırıklığının ardından cevapları aranan sorulardı bunlar…

Ortadoğu’nun gündeminde başka konular da vardı kuşkusuz. Mesela, bölgede yaşanan alt-üst oluşların ardından günün sonunda adını hep kazananlar listesinin en üst sırasına yazdıran, Obama döneminde önü açılan İran, Donald Trump dönemiyle birlikte yeniden “şer ülke” moduna döndü.

ABD-İsrail ikilisinun yanlarına aldıkları kimi Körfez ülkelerinin, İran’ı köşeye sıkıştırma stratejilerinde neler var? Söz konusu koalisyon, Tahran’a yönelik dillendirdikleri kaygılarını hangi metotla izale edecekler? Batı-İran arasındaki nükleer anlaşmanın bozulması da dahil yeni yaptırımlarla mı yoksa daha radikal bir metotla mı “İran’a dur” denilecek?  Bu metotların bölge ve özellikle de Türkiye üzerindeki muhtemel yansımaları ne olacak?

-Somali, geçen ay, son yılların zayiatı en büyük terör eylemine sahne oldu. Bomba yüklü kamyonla gerçekleştirilen saldırıda tam 350 kişi hayatını kaybetti.  Eylemi terör örgütü El-Şebab üstlendi. Bir iddiaya göre hedef Türkiye ve Katar’dı. Bu bağlamda terör örgütü üzerinden Türkiye ve Katar konusundaki duruşu nedeniyle Somali hükümetine de mesaj gönderilmişti. Saldırının gerçek hedefinin kim ya da kimler olduğu, eylemin arkasındaki sponsorlara dair Ortadoğu medyasına yansıyanlar Körfez’in tartışılan ülkesini işaret ediyordu.

- Ekim ayı Filistin siyaseti açısından önemli dönüm noktalarından birine şahit oldu. 2006’dan bu yana iki ayrı siyasi yapıya bölünmüş olan Filistin’de Hamas ile El-Fetih, Mısır’ın arabuluculuğuyla yapılan görüşmeler sonucunda uzlaşarak ortak bir hükümet kurmaya karar verdiler. Kimilerine göre bu uzlaşı Hamas açısından geri adım olarak görüldü. Kimilerine göre ise kuşatılmışlıktan kurtulma yolunda atılmış stratejik bir hamle…

-Suudi Arabistan’da yeni veliaht Muhammed bin Selman ile birlikte başlayan sosyal-kültürel açılımların “Körfez ülkelerinin laikleşmesi” bağlamında tartışılması Ortadoğu’nun ön palana çıkan gündemlerinden bir diğeri idi…

Geçen ayın bu yoğun trafiğinde yaşananlardan hareketle, dünya gündemini önümüzdeki günlerde neler beklediğine ilişkin görüşlerimizi paylaşmak istiyoruz.

IKBY BAĞIMSIZLIK REFERANDUMU VE SONRASI 

Referandum sürecine nasıl gelindiğini özetleyerek başlayalım. Küresel ve bölge aktörlerinin hedeflerine ulaşmada en önemli enstrüman haline gelen terör örgütü DAİŞ, bu anlamda, bölge içi ve dışı tüm aktörlere önemli fırsatlar da sundu. IKBY lideri Mesut Barzani de DAİŞ’in neden olduğu konjonktürü fırsata dönüştürmek istedi. DAİŞ’in istila ettiği ve halkını boşalttığı yerleri zaman içerisinde terör örgütünden geri alarak kendi bölgesine kattı. Aralarında ihtilaflı yerlerinde olduğu, hazır boşalmış yerlere kendi vatandaşlarını yerleştirdi. Merkezi yönetimle yaşanan sürtüşmeli sürecin ardından referandum öncesi günlere gelindi. Barzani, tüm uyarılara rağmen sonunda hayalini kurduğu bağımsızlığa kavuşacağı ümidiyle referandum sürecini devam ettirdi. Ama sonunu getiremedi. İç ve dış nedenlere bağlı olarak bu rüya tahakkuk etmedi. Hem de beklenenden çok daha hızlı bir biçimde çöktü bu hayal. Tartışmalı bölgelerini  “Bağımsız Kürdistan”a  katmak isterken sahip olduklarını da kaybetme riski ile karşı karşıya.

Evet, 16 Ekim sonrası bambaşka bir konjonktür var artık Irak’ta. IKBY kendi içinde çok daha problemli. Irak’taki Kürt siyasi hareketi içerisinde muhafazakâr kanatın temsilcisi görülen KDP’nin lideri Barzani ile sosyalist-laik blokun temsilcisi KYB’nin arasındaki rekabet yeniden, Kürtler arası iç çatışma kıyısına gelmiş durumda.

Peşmerge güçleri kendi aralarında bölünürken İran destekli Haşdi Şabi ve Irak ordusu sahada çok daha güçlü. Şimdilik Irak’ın bölünmemesinden yana tavır alan uluslararası konjonktürde esen rüzgar Bağdat yönetiminden yana. Komşularının hava sahalarını kapatmaları dolayısıyla dış dünyaya açılamayan,  ekonomik anlamda zor günler yaşayan IKBY, Bağdat yönetimi ile aralarındaki sorunları artık diplomasi yoluyla çözülmesinden yana olduğunu ifade ediyor ama ve bu sefer masada eli çok zayıf.

Dolayısıyla referandum ile başlayan sürecin kaybedeni Mesut Barzani ve IKBY. Kazanan ise Bağdat. Daha doğrusu Bağdat’ın patronu İran. Dini lider Ali Hamaney’in “manevi himayesindeki” Haşdi Şabi güçlerinin etkili rolü olmasa, Kudüs Ordusu komutanı Kasım Süleymani’nin, sevk ve idaresi ve dahi Talabani ailesi ile çevirdiği Acem oyunları devreye sokulmasa İbadi yönetiminin bu başarıyı elde etmesi mümkün değildi.

Kerkük’ün 24 saat içinde el değiştirmesinin ortaya çıkardığı bir başka gerçek, ‎Kürtlerin bir kez daha ABD tarafından oyuna getirilmiş olmasıydı. ABD başkanı Trump’ın Bağdat ile Erbil arasındaki çatışmada tarafsız kalacaklarını ilan etmesi Barzani yönetimi için tam bir hayal kırıklığı oldu. Barzani’nin son referandum hamlesiyle başlayan gelişmeler bölge Kürtlerinin başat güçlere ne kadar güvenebileceklerini bir kez daha ortaya koymuş oldu.

Peki ABD, Barzani’yi neden yüz üstü bıraktı? Ya da IKBY neye güvenerek bağımsızlık referandumu adımını attı? Irak’ın eski ABD Büyükelçisi Lukman Faily bunun nedenini şöyle izah ediyor: “Iraklı Kürtlerin DEAŞ ile mücadelede başarılı olmalarının ve ABD’nin Kürtleri önemli bir ortak görmesinin, ABD’nin söz konusu referandumu desteklemesi için yeterli olduğunu düşündüler. Ama bu tamamen yanlış bir okumaydı. ABD’nin Irak’taki menfaatleri daha geniştir.”

BARZANİ VE IKBY KAYBETTİ PEKİ TÜRKİYE NE KAZANDI?

Referandum süreci sonrasının en dikkat çeken polemiklerinden biri de bu soru etrafından yaşandı. Türkiye’deki kimi analizlerde “Kuzey Irak’taki siyasi oluşumlar arasında Türkiye’ye en yakın siyasi kanat olan KDP’nin ve onun lideri Mesut Barzani’nin, İran destekli “terörist Haşdi Şabi” milisleri karşısında yenilmesine Türkiye’de neden seviniliyor?” sorusu soruluyordu.

Başka analizlerde ise “Irak ordusunun Türkiye’nin tezleriyle de örtüşür biçimde Kuzey’e ilerlemesini, Barzani’nin işgal ettiği bölgeleri geri almasını, Türkiye’nin İdlib’e girmesini, Akdeniz’den İran sınırına uzatılan terör koridoru projesinin çökmesini hazmedemeyenler, şimdi de “İran kazandı, Türkiye kaybetti” söylemiyle kamuoyunun zehirlendiği” görüşü ileri sürülüyordu.

Irak’ta ortaya çıkan son durumu, Türkiye açısından, “yukarı tükürsen bıyık aşağı tükürsen sakal” şeklinde özetlemek mümkün aslında. Türkiye’nin ekonomik anlamda güçlü bağlar kurduğu Barzani’nin, Kuzey Irak’ta kaybeden taraf olması, evet Türkiye açısından bir görüşe göre handikap olarak görülebilir. Ancak Mesut Barzani’nin, tüm uyarılara rağmen Ankara’nın kaygılarına kulaklarını tıkaması, bağımsızlık konusunda ısrarını sürdürmesi, ABD’nin gizlice kulağına fısıldadıklarına ve İsrail’e güvenerek hareket etmesi, Türkiye’yi kendi milli çıkarları açısından en uygun olanı tercih etmeye sevk etti. Yani Türkiye’yi böyle bir tercihe zorlayan Barzani oldu. Irak’ın parçalanmasını istemeyen Irak ve İran ile işbirliğine gitti Türkiye. Akdeniz’e ulaşmayı hedefleyen bir “terör koridoru” realitesi, Türkiye’nin referandum konusundaki kararlı duruşunda etkili oldu.

IRAK'TAKİ YENİ KONJONKTÜR VE RİSKLER 

Peki Kerkük’ün Bağdat’ın kontrolüne geçmesinin ardından bölgeyi neler bekleniyor? Yaşanması muhtemel gelişmeler ve dillendirilen senaryolar neler? Bundan sonraki süreçte IKBY’nin Kerkük’te ısrarcı olup olmayacağı büyük önem arz ediyor. Dolayısıyla Irak merkezi yönetimi açısından her şeyin yolunda gittiğini söylemek için erken.

Peşmergenin Kerkük’ten çatışmadan çekilmesi, Kürt-Şii, Kürt-Arap, Kürt-Türkmen iç savaşını arzu edenlerin beklentilerini boşa çıkarması açısından oldukça önemli. Ama bu risk tamamen ortadan kalkmış değil. İran destekli Haşdi Şabi militanlarının ve Irak ordusunun bir güç zehirlenmesi ile hareket ederek Erbil’e yönelmesi çok ciddi sonuçlar doğurabilir.

-IKBY içindeki KDP ve KYB arasındaki ayrışmanın nereye evrileceği ayrı bir konu. Barzani ve Talabani aileleri arasındaki siyasi rekabetin çatışmaya hatta bunun IKBY’nin kendi içinde parçalanmasına ve birden çok federal bölge ortaya çıkmasına yol açacak bir sürece kadar gidebileceği dillendiriliyor. Bu noktada Amerika’nın yatırım yaptığı PKK/PYD’nin Irak ve Suriye’deki Kürt siyasi hareketi üzerindeki etkisinin artabileceğini söylemek mümkün.

-Kerkük’ün düşmesi sonrası eli güçlenen İran’ın nasıl bir politika izleyeceği de önemli.  “DAİŞ sonrası Irak ve Suriye’nin parçalanmasını engelleme” ortak paydasında buluşan Türkiye, Irak ve İran’ın bu noktada birbirlerine ihtiyaç duyduklarının altı çiziliyor. Dolayısıyla, özellikle PKK terör örgütü konusunda zikzaklar çizen Tahran’ın, yeniden ABD’nin hedefi haline geldiği bir dönemde Türkiye’yi de karşısına almaktan imtina edeceği beklentisi var. Bu beklenti ne kadar karşılık bulur şüpheli olsa da Tahran’ın, Türkiye’ye karşı daha güvenilir bir komşu olmak zorunda hissedeceği bir süreç bekliyor bölgeyi.

-Kuzey Irak’ta, Kerkük’ün kaybedilmesinin mimarı olarak görülen Mesut Barzani’nin KDP’sinin büyük yara almasının hata siyasi mevta olarak görülmesinin ardından, İran’a yakınlığıyla bilinen KYB ve Goran hareketinin Kuzey Irak iç siyasi dengelerinde çok daha belirleyici olacağını söylemek mümkün. Bu da bölgedeki Türkiye-İran rekabetinde, Tahran için büyük şans, Ankara açısından ise ayrı bir handikap olacak.

-Önümüzdeki süreçte bölgedeki gelişmeleri derinden etkilemeye aday bir başka husus, Trump’ın yeni İran stratejisi olacak. Mahiyetinin ne olacağı henüz tam olarak netleşmiş değil, ancak bu stratejinin daha şimdiden İsrail ve kimi Körfez ülkelerini bir hayli heyecanlandırdığını söylemek mümkün.

Trump liderliğindeki ABD-İsrail-Körfez koalisyonunun, İran’ı kuşatma sürecinde Türkiye’den beklentilerinin ne olacağı, bu beklentilere Ankara’nın nasıl cevap vereceği hem kuşatmanın başarılı olup olmamasında hem de uçuruma doğru giden Türkiye-ABD ve öte yandan bölgeye ilişkin ortak kaygılar taşıyan Türkiye-İran ilişkilerinin seyrini belirleyen önemli faktörlerden biri olacak. Türkiye bu noktada nerede duracak?

Benzer bir durum Bağdat yönetimi için de geçerli. İran’ı “tedip etmeyi” öngören Trump stratejisinde İbadi yönetimi nerede duracak sorusu çok daha büyük önem arz ediyor. Vilayeti haline geldiği İran’ın mı, Kerkük operasyonunda “tarafsız” kalarak önünü açan, Irak’ın şiileştirilmesinin mimarı, müttefiki Amerika’nın mı?

-Kerkük ve İdlib’in gölgesinde kalsa da geçen ayın baş döndüren gelişmelerinden bir diğeri ise DAİŞ’in Suriye’nin kuzeyindeki fiili başkenti Rakka’nın, ABD desteğindeki terör örgütü SDG’nin eline geçmesi oldu.

Ele geçirilirken harabeye döndürülen Sünni Arap şehri Rakka’nın demografik dönüşüme uğrayacağı kaygısı had safhada. ABD himayesinde, terör örgütü PKK/PYD eliyle gerçekleşecek demografik dönüşüme bölgenin sahibi Arap aşiretlerin öyle kolay kolay boyun eğmeyecekleri söyleniyor. Dolayısıyla Rakka DAİŞ’ten kurtuldu ama daha bölgede sular durulmuş değil.

-Musul ve Rakka’nın ardından büyük darbe yiyen DAİŞ’in artık hem Irak’ta hem de Suriye’deki etkisi önemli ölçüde sıfırlanmış durumda. DAİŞ sonrası ne olacağı, Irak ve Suriye gündeminin en önemli sorusu olarak ön plana çıkıyor.

Hem küresel hem de bölgesel aktörler DAİŞ sonrasına ilişkin uzun zamandır hazırlık yapıyorlar. Bu yeni dönemde yavaş yavaş ellerindeki son kozları da sahaya sürmeye başladılar. Türk askerlerinin, İran ve Rusya ile varılan anlaşma sonucunda “çatışmasızlık bölgesi” olarak ilan edilen İdlib’e, ÖSO birliklerinin refakatiyle girmesi Türkiye sınırının bin 334 kilometrelik kısmında inşa edilmeye çalışılan terör koridoruna son verecek ikinci ve en etkili hamle diye nitelendirildi. Türkiye’nin İdlip hamlesinin hemen ardından Amerika ile Türkiye arısında patlak veren vize krizi, Amerika’nın bu operasyondan duyduğu rahatsızlık olarak okundu. Tabi, ABD’nin Türkiye’nin hamlelerinden duyduğu rahatsızlıklar var ancak bunlar haklı rahatsızlıklar değil. Aksine Türkiye’nin Amerika’dan duyduğu haklı rahatsızlıkların haddi hesabı yok.

Toparlarsak Ortadoğu’da müthiş bir altüst oluş yaşanıyor. Bunun daha uzun süre yaşanacağını öngörmek için uzman olmaya gerek yok herhalde. Sınırların bir günde önemli ölçüde değiştiği bir dönemde, müttefiklikler de düşmanlıklar da aynı hızla konjonktürel olarak değişiyor. NATO üyesi Türkiye, kendisini savunmak için NATO’daki müttefiklerine değil NATO’nun hedefindeki ülkelere daha çok güvenmek zorunda kalıyor.

Evet, büyük bir altüst yaşandığını söylemiştik. Bu altüst oluşların ardından kimin ayakta kalacağını güç ve stratejik akıl belirleyecek. Sadece masada güçlü olmak yetmiyor, sahada da güçlü olmak gerekiyor. Sahada güçlü olmanız masada güçlü olmanızı sağlıyor. Türkiye de hem masada hem de sahada olmaya çalışıyor gücü yettiğince.

Kaynak: Beytullah Demircioğlu, Altınoluk Dergisi, 381. Sayı