Oksijen Deyip Geçme!

SIHHAT

Kaç bin yıldır değişmedi bu denge Allah’ın lütfu olarak. Güneş dakikası dakikasına vaktinde doğuyor. Atmosfer havası hep %20,95 oksijen içeriyor. Peki, sonra ne oluyor bu oksijen? Ne işe yarıyor vücutta?

Nimetlerin kıymetinin bilinmesi ile ilgili iki temel durum vardır.

  1. Bir; bedel ödemeden elde edilmişse kıymeti bilinmez.
  2. İki; her nimet elden kaybedilince kıymeti anlaşılır.

Muhterem Osman Nuri Topbaş Hoca Efendi hep hatırlatır; kimse yarın havadaki oksijen yetmezse diye sırtında oksijen tüpü ile dolaşmıyor. Herkes emin, yarın oksijen yine olması gerektiği gibi, olması gereken oranda olacak.

OKSİJEN VÜCUTTA NE İŞE YARAR?

Kaç bin yıldır değişmedi bu denge Allah’ın lütfu olarak. Güneş dakikası dakikasına vaktinde doğuyor. Atmosfer havası hep %20,95 oksijen içeriyor. Peki, sonra ne oluyor bu oksijen? Ne işe yarıyor vücutta?

Bir enerji kısmı var. Aldığımız gıdaların çoğu glikoza dönüşüyor vücutta. Glikozun yakılarak enerjiye dönüşmesi de oksijen varlığında, çok çok kat daha fazla verimli oluyor. Ya da tersinden okuyalım; oksijensiz ortamda yakacağınız glikozdan elde dilecek enerji sizi uzun süre hayatta tutmaz. Yeteri kadar oksijen alamayan, yeteri kadar enerji üretemeyen hücre yapması gereken işi yapamaz.

Sonuçta oksijen yetersizliğinde kas kuvvetiniz /takatiniz azalır, sağlıklı düşünme yeteneğiniz azalır… Her şey azalır, sonuçta oksijen ihtiyacı duyulmayan âleme doğru gidersiniz.

Kafamızdan boynumuza doğru geçilen bölgenin hemen başlangıcında yer alan “Beyin sapı” denilen alanda bir solunum merkezimiz var. Bize iş bırakmadan yaş, yaşanılan coğrafya, yapılan iş gibi onlarca parametreden oluşan bir denklemi çözerek almamız gereken kadar nefes alacak şekilde talimatları gönderir.

Atmosferdeki oksijen hiç planlama ve gayret göstermeden yapılan solunum faaliyeti ile burundan (olmazsa ağızdan) vücuda girer. Önce burnumuzun içinde 2-3 tur atar, konka denilen kabartıların arasındaki koridorlarda. Isıtılır ve nemlendirilir. Buradaki kıl ve tüylerin fiziksel gayreti ile yabancı maddeler tutulur, miktarı hızlıca artırılan sümükle birlikte dışarı atılır. Son paragraftaki pekte hoşa gitmeyen iki kelimeyi özellikle kullandık, zira bu hadisenin bize sağladığı katkının önemini ancak kaybedince anlıyoruz, başta belirttiğimiz gibi.

Oksijen hava yollarından süzülerek, su üstündeki gül yaprağı gibi hiç yük olmadan akciğerlere kadar iner. Yine tasarım ve ergonomi harikası olan akciğerlere ulaşır. Normalde oksijenin geçtiği hava yolları belli bir çapın altına inerse nefes almak neredeyse imkânsız hale geliyor. Olması gerektiği kadar büyük devam ederse de göğüs boşluğuna sığmayacak bir hacim oluşuyor. Tam akciğerlere girişte dallanmalar başlıyor, sonuçta kıldan azıcık kalın çapta havayollarına kadar ulaşan oksijenin buradaki son durağı alveol denilen boşluklar. Salkımın sonundaki üzüm tanesi diyelim.

Alveol çocukların oynadığı balon gibi düşünülürse, gelen oksijen komşuluk ile zarı aşarak eritrosit denilen kırmızı kan hücrelerindeki hemoglobine transfer oluyor. Buradan da birçok harika mekanizma aracılığıyla kullanıcı hücrelere ulaşıyor.

BİR NEFES SIHHAT

Bu konudan “Bir nefes sıhhat” yazısında da kısmen bahsetmiştik. Bu kez “Allah yapısı” organlarımızdaki eksikliklerin “Allah’ın lütfu” olarak insanlar eliyle yapılan alternatiflerinden biraz bahsetmek istedik.

Hastamız bazen direkt nefes alamıyorum diye gelir, ya da aşırı halsizlik, düz yatakta yatamama şikâyeti olur. Bazen de kronik hastalarımızın yaptığı gibi “pulse oksimetre” denen cihazın gösterdiği rakamın düşüklüğü fark edilip ambulans aranır. % 95 ve üzeri iyidir. Rakam aşağıya indikçe sıkıntı başlar. Bu aletler kullanılırken vücuda temas eden kısmının iyi çalıştığından emin olunmalıdır. Tanesini bilmem kaç dolara ithal ettiğimiz bu “prob” lar vücudumuzdaki, sayısını Yaratandan başkasının bilemeyeceği oksijen sensörlerinin onda biri kadar iş görmüyor maalesef.

Baktık ki oksijen ihtiyacı normal yollardan karşılanamıyor, oksijen oranını artırmak için bir maske kullanırız. % 21’ lik atmosfer havası ile %100’ lük kaynaktan gelen oksijeni karıştırarak veririz. Tabii milyarlarca insana binlerce yıldır sınırsız oksijen sunan dünyamızın yanında bizim kullandığımız 8-10 litrelik tüplerin maliyeti, temini, nakliyesi konuşmaya değer bulunmayan nimetlerden(!) diyelim gerisini siz anlayın.

Sonra baktık yine olmuyor, bu kez maske değil burun içine girecek tüpler kullanılır. Oksijen yüzdesi biraz daha artmış olur. Asıl mesele buradan sonra başlar, hastamızın keyfi yerine gelmiyor “Arter kan gazı” tetkiki bozuk çıkıyorsa işler karışır. Eskiden hemen yoğun bakım arayışı olurdu. Şimdi aynı işi gören ama yoğun bakım yatışı ve entübasyon gerektirmeyen aletler var. Buruna takılıp küçük bir aparat ile ısıtılan, nemlendirilen hava, basınçlı bir şekilde akciğerlere gönderiliyor. Alet pahalı, her hasta için kullanılan sarf malzemeleri bile oldukça ciddi ama çok şükür devletimiz ihtiyacı karşılayacak kadar malzemeyi vaktinde hazır ediyor.

Eskiden yoğun bakım yeri bulunamadığı için ciddi sıkıntı yaşayan, hatta bazen kaybedilen hastalar şimdi serviste, annelerinin yanında yatarak tedavi oluyor, sonuçlar da oldukça yüz güldürücü. Bazen bu uygulamada yeterli olmaz, oksijeni biraz daha içeriye, akciğere yaklaştırmak gerekir. Pandemi zamanı aşina olduğumuz “entübasyon” işlemi ile aslında basit plastik bir boru olan entübasyon tüpü iman tahtası ismiyle meşhur kemiğimizin orta hizasına kadar uzanacak şekilde yerleştirilir. Mekanik vantilatör cihazına bağlanan hasta uyutulur, bu şekilde akciğerler iyileşene kadar devre dışı kalıp “dinlenmesi” sağlanır.

Hastamızın altta yatan hastalığı düzelince destek ihtiyacı ortadan kalkar, tüp çıkarılır. Bazen de çıkarılamaz maalesef. Böyle durumlarda “trakeostomi” (gırtlağın delinmesi) yapılıp ana nefes borusu dışarıya ağızlaştırılır, ihtiyaç varsa buradan ev tipi aletlerle oksijen verilir. Net bir şekilde insanı hayatta tutan çok faydalı bir uygulamadır ama maalesef bakımını, gelişmesi muhtemel problemleri çekene sormak lâzım.

Bu kadar teknik bilgiyi niye anlattık, kırk yılda bir lâzım olabilecek tıbbi bilgiye kimin ihtiyacı var? Ayrıca ihtiyacı olanların yanında doktorları oluyor genelde, derdimiz başka.

Konunun mesajı ilk paragrafta… Ne demişti cihana hükmeden adam?

“Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi,/Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi…”

Kaynak: Fırat Erdoğan, Altınoluk Dergisi, Sayı: 452