Öğrettiğin Merhameti Kaybettik, Ey Nebî

İbadet Hayatımız

Alemlere rahmet olarak gönderilen peygamberin, Hz. Muhammed'in (s.a.v) ümmeti olarak ne durumdayız? Merhameti, şefkati ile gönüllerdeki iman tohumunu filizlendiren Müslümanlardan günümüzde hangi hâle geldik?

Kur’ân-ı Kerîm’de “üsve-i hasene: en güzel örnek” olarak vasfedilen Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kendi devrindeki insanlar için de, kıyamete kadar gelecek bütün ümmeti için de sözleri, davranışları ve her hâliyle müstesnâ bir ahlâk ve güzelliğe sahipti.

Doğmadan babasını, daha küçük yaşlarda da annesini kaybetmişti. Peygamber Efendimiz’i, Cenâb-ı Hak terbiye etmişti. Bu sebeple de O, ahlâk-ı hamîdenin (övülmüş, güzel ahlâkın) en mümtaz örneğiydi. Çocukluğu ve gençliği, insanların gözleri önünde geçmiş, kavmi tarafından kendisine “Muhammedü’l-Emîn” denmişti. Mazlumların yanında, zâlimlerin karşısındaki duruşu, daha genç yaşlarında “Hilfu’l-fudûl”e katılmasına vesîle olmuş; ticarette dürüst ve emîn, dostluk ve arkadaşlıkta samimî ve sâdık bir insan olarak yaşadığı toplumda öne çıkmıştı.

Henüz peygamberlik vazifesi gelmeden de iffetiyle, sadâkatiyle, âile reisliğiyle örnek bir kimseydi. Peygamberlik vazifesiyle birlikte sorumluluğu ve yükü artmış, ancak o istikâmet ve güzel ahlâk çizgisindeki hayatını vefat edene kadar devam ettirmiştir. Varlık ve yokluk hâllerinde de, savaş ve barış dönemlerinde de, sürûr ve hüzün demlerinde de istikâmet ve istikrârını değiştirmemiş; Allâh’a nasıl güzel kul olunacağını söz, tavır ve davranışlarıyla herkese, her durumda göstermiştir.

Mescidde, bazen elinde su kırbasıyla su dağıtır, bazen ashâbıyla sohbet eder, şakalaşırdı. Huzurunda titreyenleri, tevazu ve samimiyetle teselli eder[i], onlarla bir gönül köprüsü kurardı. O, huzuruna çıkmak için pek çok aracı konulan, kapısında bekçilerin nöbet tuttuğu, gurur-kibir âbidesi dünya sultanlarına hiç benzemezdi.

Allâh’ın Yeryüzündeki Biricik “Halifesi”

Peygamber Efendimiz, yaş ve cinsiyeti ne olursa olsun karşılaştığı her insanı Allâh’ın yeryüzündeki -biricik- “halifesi” olarak görmüş ve özenle davranmıştı. Cebrâil’den sık sık vahiy alan bir elçi, ümmetine tebliğde bulunan bir peygamber, talebelerinin her bakımdan eğitimine dikkat eden müşfik bir muallim, seriyye ve savaşları yöneten dirayetli bir başkomutan, idaresi altındaki dul ve yetimlerin ihtiyaçlarını temin eden merhametli ve âdil bir devlet reisi olmasının yanında eşlerini, çocuklarını, torunlarını ve ashâbını aslâ ihmal etmeyen müthiş bir “denge” insanıydı. Kuşu ölen çocuğu, evinin çatısı yıkılan dul kadını, hastalandığı için cemaate gelemeyen cemaatini muhakkak arar, sorar, ziyaretlerine giderdi.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sevgi ve hassasiyeti yalnızca insanlara değildi. Çevresinde bulunan ağaçlarla, taşlarla, hayvanlarla dahî ünsiyet kurar, hukukunu gözetirdi. Gölgesinden geçtiği ağaçlara selâm verir, yağmur yağarken cübbesini tutup duâ eder, hutbe îrad ettiği kütüğün iniltisini işitip okşar, muhabbetini izhâr ederdi. Çok büyük acılar yaşamış olduğu Uhud Dağı için, “Uhud bizi sever, biz Uhud’u!..”[ii] buyurarak vefâsını gösterirdi.

Gücünden, etinden ve sütünden faydalanılan hayvanlar için merhametle davranılmasını tembih ederdi. Süt sağılırken hayvanların memelerinin acıtılmaması için tırnakların kesilmesini emreder[iii], hayvanlara fazla yük yüklenmemesini ve hızlı vurulmamasını söyler, yüzlerinin dağlanmamasını tavsiye ederdi.[iv] Bineklerinin sırtlarında oturarak sohbet eden grupları uyarır, sohbet edeceklerse hayvanlarından inmelerini, onlara fuzûlî yük olmamalarını isterdi.[v] Ayakkabısıyla kuyudan köpeğe su içiren kişinin bu davranışını metheder, hayvanların ihtiyaçlarını karşılayanları mükâfatlarla müjdelerdi.[vi]

Rahmet-Merhamet

Sözlükte “merhamet etmek, şefkatte bulunmak, severek ve acıyarak korumak, ikram etmek” mânâlarına gelen rahmet; Âlemlerin Rabbinin canlılara lûtfetmiş olduğu en büyük nîmettir. Bu rahmet vesîlesiyle yeryüzündeki bütün yaratılmışlar birbirlerine şefkat ve merhametle davranır, dayanışma içinde yaşarlar. Bu rahmetle, anneler bebeklerini dokuz ay karınlarında canlarıyla-kanlarıyla; iki yıl kucaklarında sütleriyle, bir ömür de yüreklerinde duâlarıyla büyütürler. Her türlü eziyet ve cefâya dayanır, sabreder, affederler.

Kişide potansiyel olarak var olan rahmet; iyilik, güzellik, müsâmaha (hoş görü), vefâ ve kadirşinaslık olarak çevresine de tezâhür eder. Girdiği her yere isminin güzelliği gibi, yumuşaklık, kolaylık, sevgi, hoşgörü, muhabbet ve güven getirir. Merhamet, aç olanı doyurmak, zorda kalana el uzatmak, kurumuş toprağa su vermektir. Bilinmez ki, o uzatılan el ve topraktan ne nîmetler büyür, ne nesiller yetişir! Tıpkı Peygamber Efendimiz’in Tâif dönüşünde ayaklarından kanlar akarken dahî:

“Yâ Rabbi! Affet bunları… Bilmiyorlar, bilselerdi böyle yapmazlardı. Belki bunların soyundan ileride yalnız Allâh’a kulluk eden ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayan nesiller yetişir…”[vii] buyurduğu gibi…

Merhamet eden insan, aslında “merhamet ediliyor” demektir. Nitekim o nasipli mü’min çevresine merhamet ederken aslında Rahman da ona merhamet ederek rahmetini bol bol ikram etmektedir. Merhametten bîgâne kalmak; Rahmân’ın rahmet taksiminden nasipsiz kalmaktır. Tıpkı kuruyup hayat emâresini yitiren ağaçlar gibi… Nitekim Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, “Merhamet, ancak şakî (bedbaht) kimsenin kalbinden kaldırılır.”[viii] buyurmuştur.

Bugün Mahrum Kaldığımız Nîmet: Merhamet

Merhum Necip Fâzıl’ın ifadesiyle, bugün “Ekmek gibi, su gibi ihtiyaç duyduğumuz iksir, merhamet…” En fazla muhtaç olduğumuz şey, merhamet...

Zira hiçbir şeyden haberi olmadığı hâlde kıyıya cesedi vurmuş çocuklar, ağlayan genç kızlar, namuslarına saldırılan kadınlar, kalplerin rahmet kuraklığından değil midir? Emperyalist çıkarlar yüzünden yıllardır bitip tükenmek bilmeyen savaşlar, mahallemizin arka sokaklarında küçücük sebeplerden birbirlerinin canlarına kıyanlar, evlâtlarını öldüren babalar, annelerine işkence eden evlâtlar, selâmsız komşular, küs akrabalar… Ya gölgesinde serinlediğimiz ağaçların kesilmesi, dilsiz hayvanların öldürülmesi, tarlada karıncaların, böceklerin vahşice yakılması…

Tıpkı Allah Teâlâ’nın; “Bundan sonra kalpleriniz yine katılaştı; taş gibi, hattâ taştan daha katı kesildi. Çünkü taşlardan öyleleri vardır ki, onlardan ırmaklar kaynar, yarılır sular fışkırır, Allah korkusuyla yuvarlanır...” (el-Bakara, 74) buyurduğu gibi… Maalesef kalplerimiz, merhamet mahrumu oldu, taşlardan daha katı hâle geldi.

Oysa Rahmet Peygamberi bize şefkat ve merhameti öğütlememiş miydi?

“Merhametliler, Rahmân’ın merhamet ettiği kimselerdir. Siz yeryüzündekilere merhamet edin ki göktekiler de size merhamet etsin!” (Tirmizî, Birr, 16/1924)

“Merhamet etmek, Rahman’dan bir bağdır. Kim onunla irtibatını sürdürürse, Allah da onunla irtibatını sürdürür; kim onu koparırsa Allah o kimseyle irtibatını koparır.” (Ebû Dâvûd, Zekât, 45/1694; Tirmizî, Birr, 9)

“Yumuşak davranamayan kimse, bütün hayırlardan mahrum kalmış sayılır.” (Müslim, Birr, 74)

 “Allah, ancak merhametli olanlara merhamet eder.” (Buhârî, Cenâiz, 33)

“Allah refiktir, yumuşaklığı sever, sertliğe vermediğini yumuşaklığa verir.” (Müslim, Birr, 77)

Kaybettik, ey Nebî! Birçok değerimizi kaybettiğimiz gibi, öğrettiğin merhameti de kaybettik!..

Dipnotlar: 1) Bir keresinde huzurunda titreyen bir muhatabına, tevâzu ile: “Sakin ol kardeşim! Ben bir kral veya hükümdar değilim. (Muhtereme vâlidelerini kastederek) Kureyş’ten güneşte kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum!” buyurmuştur. (Bkz. İbn-i Mâce, Et’ime, 30) 2) Bkz. Buhârî, Cihad, 71; Müslim, Hac, 504. 3) Bzk. Ahmed, Müsned, III, 484; Heysemî, V, 168, 259, VIII, 196. 4)  Müslim, Libâs, 108. 5) Bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 439. 6)  Müslim, Selâm, 153. 7)  Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 7; Müslim, Cihad, 111. 8)  Ebû Dâvûd, Edeb, 58/4942.

Dipnotlar:

[i] Bir keresinde huzurunda titreyen bir muhatabına, tevâzu ile: “Sakin ol kardeşim! Ben bir kral veya hükümdar değilim. (Muhtereme vâlidelerini kastederek) Kureyş’ten güneşte kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum!” buyurmuştur. (Bkz. İbn-i Mâce, Et’ime, 30)

[ii] Bkz. Buhârî, Cihad, 71; Müslim, Hac, 504.

[iii] Bzk. Ahmed, Müsned, III, 484; Heysemî, V, 168, 259, VIII, 196.

[iv] Müslim, Libâs, 108.

[v] Bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 439.

[vi] Müslim, Selâm, 153.

[vii] Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 7; Müslim, Cihad, 111.

[viii] Ebû Dâvûd, Edeb, 58/4942.

Kaynak: Seher Küçük, Altınoluk Dergisi, 2022-Ekim, Sayı: 440