Nefs-i Radiye Ne Demek?

İHSAN

Nefs-i radiye ne demektir? Nefs-i radiye mertebesine nasıl ulaşılır? Nefsin mertebelerinden nefs-i radiye.

Dâimâ Hakk’a yönelmek sûretiyle Allâh ile beraber olma şuuruna erişmiş, hikmetine ve hükmüne râm olarak Rabbinden râzı ve hoşnud hâle gelmiş olan nefstir. Bu mertebeye yükselen kul, kendi irâdesinden vazgeçip Hakk’ın irâdesinde fânî olmuştur.

NEFS-İ RADİYE MERTEBESİNE İŞARET EDEN AYET

Kur’ân-ı Kerîm’deki:

“Sen O’ndan, O da senden râzı olarak Rabbine dön!” (el-Fecr, 28) âyetindeki “Sen O’ndan râzı olarak” hükmünün bu makâma işâret ettiği beyân olunmaktadır.

Bu rızâ hâli, Hak’tan gelen bütün çileli imtihanlara karşı sabır göstermek ve bu hususta O’nun irâdesini cân u gönülden kabullenmektir. Âyet-i kerîmede buyrulur:

“Andolsun sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve mahsullerden noksanlaştırmakla imtihân edeceğiz. Sabredenleri müjdele!” (el-Bakara, 155)

NEFS-İ RADİYE MERTEBESİNE NASIL ULAŞILIR?

Bu âyet-i kerîmede ifâde buyrulan “sabredenler” zümresinden olabilmek, ancak Cenâb-ı Hakk’ın takdîrine -velev ki o takdîr, umulduğu ve beklendiği gibi tecellî etmese bile- râzı olmak ve aslâ isyâna düşmemekle mümkündür. İşte nefs-i râdıye de, ilâhî irâdenin hayır veya şer olarak tecellî eden bütün kazâ hükümlerine tereddütsüz teslîm olup rızâ gösterenlerin, aslâ şikâyet etmeyenlerin makâmıdır.

Bu makâmın imtihanları öncekilere nisbetle daha ağırdır. Zîrâ insan mânen yükseldikçe iptilâlar artar. Nitekim Allah Resûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“İnsanlar içinde en şiddetli iptilâlara uğrayanlar peygamberlerdir. Sonra da onlara yakınlık derecesine göre diğer kimselerdir. İnsan dindarlığı ölçüsünde iptilâlara mâruz kalır.” (Tirmizî, Zühd, 57)

İnsan, ancak nefs engelini aştıktan sonra, iptilâ ve meşakkatlere lâyıkıyla sabır gösterebilecek ve onları verene karşı râzı olabilecek bir dirâyete erişir. Bunlar, mâneviyat yolunun cilveleridir. Onun için büyük mükâfâtlar, dâimâ büyük mukâvemet, sabır, sebat ve tahammüllerin ardından gelir.

Bu mertebedeki mü’minlerin nazarında, hayatın gam ve sürûru birdir. Zîrâ dünyâya kalben bağlanmadıkları için, hayâtın sevinç ve kederleri onlar için müsâvî hâle gelmiştir. Hayır veya şer, her ne takdîr olunmuşsa hepsini Cenâb-ı Hak’tan bilip râzı olurlar.

Aşağıdaki şu mısrâlar, bu hâli ne güzel ifâde eder:

Hoştur bana Sen’den gelen,

Ya gonca gül, yâhud diken!

Ya hil’at ü yâhud kefen

Kahrın da hoş, lutfun da hoş!

Gâyet kolaylıkla söylenebilen şu kıtadaki gerçeklerin yaşanmasındaki büyük güçlük, iyi kavranmalı ve takdîr olunmalıdır. Ancak râdıye makâmında gerçekleşebilen bu veya benzeri sözleri, nefsinde bir varlık vehmine kapılarak veya taklid hevesiyle, vaktinden önce ve fütûrsuzca terennüm etmekten sakınmak gerekir. Zîrâ bu takdirde onlar birer iddiâ mâhiyetini taşırlar ki, Cenâb-ı Hak kulunun söylediği bu sözde samimi olup olmadığını imtihan ederse, pek çok kulun bu yolda yaya kalacağından korkulur!

Râdıye makâmındaki bir kul, esrâr-ı ilâhîye muttalî olmaya başlar. Vahdet-i ilâhîyi kâmil mânâda idrâk ederek, mânâ âlemindeki kemâlâtı müşâhedeye nâil olur. Cenâb-ı Hakk’ın isim ve sıfatlarının husûsî tecellîlerine mazhariyetle şereflenir. Onun şahsiyeti, hayrın, güzelin ve doğrunun feyyâz bir menbaı hâline gelir. İlâhî emir ve yasaklara huzûr ile ittibâ eder. İbâdetler, hâlisâne ve Allâh için îfâ edildiğinden, aslâ yorgunluk vermez. Zîrâ yorgunluk veren ibâdetlerin içyüzünde, ya mertebeler aşmak ya da kerâmet ve keşfe nâil olmak veyahut buna benzer maksatlar vardır. Bir kimse böyle emeller peşinde olursa, o emellerle kendi kendisinin yolunu tıkamış ve bütün emeklerini boşa harcamış olur. Böyle olunca da zikri ve fikri unutturan bir yorgunluk belirir. Bunun için, seyr u sulûkün başından sonuna kadar Allah rızâsından başka hiçbir emel beslenmemelidir.

Hak Teâlâ, biz kullarına şah damarımızdan daha yakındır. Mühim olan bizim de bu yakınlığı idrâk ederek Rabbimizin yakınlığına nâil olabilmemizdir. Cenâb-ı Hak kullarından râzı olur. Yeter ki, kulları da O’nun yolunda gayret etsin, O’nun takdîr ve kazâsına rızâ göstersin, muhâtab olduğu ilâhî imtihan tecellîlerini olgunlukla karşılayabilsin ve O’ndan râzı olsun.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, İmandan İhsana Tasavvuf, Erkam Yayınları