Nasıl Tevekkül Sahibi Olunur?

Tasavvuf

Tevekkül sahibi olmak nedir? Allah’a tevekkül nasıl edilir? Tevekkülün fazileti ve örneği.

Şâh-ı Nakşibend Hazretleri buyurur:

“Tevekkül sahibi, nefsini görmemeli ve tevekkülünü çalışarak gizlemelidir.”[1]

Gerçek mânâda tevekkül ehli bir müʼmin, yalnız Allâh’a güvenir, Oʼna dayanır, O’na sığınır. Tedbir ve gayretlerinin, ilâhî takdir karşısında bir “hiç” hükmünde olduğunu bilir. Fakat bununla birlikte, sebepler âleminin şartlarına riâyet için, tedbir ve gayretten de geri kalmaz. Zira Cenâb-ı Hak, bizim samimî niyet ve gayretlerimizi -takdîrine muvâfık düştüğü zaman- âdeta “biri bin kılarcasına” bereketlendirerek başarıya ulaştırır.

Bunun aksine bir iş ve niyet, ilâhî takdire muvâfık düşmediği durumda, bütün dünya seferber olsa, ona gerçekleşmek veya başarıya ulaşmak nasîb olmaz.

Bu sebeple kâmil bir müʼmine yakışan, sebeplere sarılarak sabırla gayrette bulunmak ve neticeyi Allâhʼa havâle etmektir. İşin sonunda maksadını elde edemese bile, bunun ilâhî takdir îcâbı olduğunu ve belki de kendisi için böylesinin daha hayırlı olacağını düşünüp isyan ve şikâyeti terk etmektir. Muvaffakıyete ulaştığında da, gurur, kibir ve şımarıklığa kapılmamaktır. Muvaffakıyeti, cüzʼî irâdesiyle gösterdiği gayretinden ve âciz nefsinden değil, Allahʼtan bilip Oʼna hamd ile şükretmektir.

TEVEKKÜLÜN FAZİLETİ

Gayret ehli kâmil müʼminlerin bütün ümitleri Cenâb-ı Hakʼtandır. Bununla birlikte onlar, makbul bir kulluğun alâmet-i fârikası olan “tevâzû ve mahviyet” hâlini korumak için, tevekkül fazîletlerini, azim ve gayretleriyle gizlerler.

Kâmil müʼminler nazarında her dâim güvenilecek yegâne mercî, Kâdir-i Mutlak olan Cenâb-ı Hakʼtır. Aksi takdirde îmânın bir gereği olan Hakkʼa tevekkül ve îtimâdın bir mânâsı kalmaz. Cenâb-ı Hak buyurur:

“Aslâ ölmeyecek, hakîkî hayat sahibi ve dâimâ diri olan Allâh’a tevekkül et ve O’nu hamd ile tesbîh et!..” (el-Furkan, 58)

Halk dilinde yer etmiş bulunan; “Adama dayanma ölür, duvara dayanma yıkılır.” sözü de, fânîlere değil, Bâkîʼye dayanıp güvenme zarûre­tinin ârifâne bir ifâdesidir.

Hak Teâlâ, kullarının yalnızca Yüce Zâtʼına güvenip dayanmalarını arzu ettiğini, âyet-i kerîmelerde şöyle bildirmektedir:

“...Mü’minler ancak Allâh’a tevekkül etsinler!” (İbrahim, 11)

“...Allâh’a tevekkül edene, Allah kâfîdir!..” (et-Talâk, 3)

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de:

“Eğer siz Allâh’a hakkıyla tevekkül edebilirseniz, sabahleyin karınları aç gidip, akşamları tok dönen kuşların rızıklandığı gibi rızıklanırsınız!” buyurmuştur. (Tirmizî, Zühd, 33/2344; İbn-i Mâce, Zühd, 14)

TEVEKKÜL ÖRNEĞİ

Diğer taraftan tevekkülün, ancak sebepler plânında gerekli olan bütün tedbir ve gayretler gösterildikten sonra Hakkʼa dayanmak olduğunu, gayret ve tedbirden mahrum bir tevekkülün doğru olmadığını şu hâdiseler ne güzel ifâde eder:

Bir bedevî:

“–Yâ Rasûlâllah! Hayvanımı bağlayıp da mı tevekkül edeyim, yoksa bağlamadan mı?” diye sormuştu.

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- cevâben:

“–Önce bağla, sonra tevekkül et!” buyurdu. (Tirmizî, Kıyâmet, 60/2517)

Tevekkülü yanlış anlayan bâzı Yemenliler de hacca giderken yanlarına yol azığı almaz ve:

“–Biz Allâh’ın evini ziyarete gidiyoruz; O bizi doyurmaz mı?” derlerdi. Mekke’ye varınca da başkalarından istemek mecburiyetinde kalırlardı. Bunun üzerine; “...Kendinize yol azığı hazırlayınız…”[2] âyeti nâzil oldu.

Çalışıp gayret etmeden işi tembelliğe vardıran, sonra da; “Biz tevekkül ehliyiz.” diyen kimseleri Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-;

“‒Siz Allâh’a değil, başkalarının malına güvenen yiyicilersiniz. Hakikî mütevekkil; toprağa tohumu attıktan sonra Allâh’a güvenen insandır.” diye azarlamıştır.[3]

Dipnotlar:

[1] Muhammed Bâkır, Makāmât, s. 70.

[2] el-Bakara, 197.

[3] İbn-i Receb el-Hanbelî, Câmiuʼl-Ulûm veʼl-Hikem, Amman 1990, s. 650.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Şah-ı Nakşibend (rahmetullahi aleyh) Erkam Yayınları