Nasihatin Etkili Olabilmesi İçin Altı Şart

İbadet Hayatımız

Nasihatin muvaffakiyeti, etkili olabilmesi için yapılması gereken şeyler nelerdir?

Devrin vâlisi, Muhammed bin Vâsi -rahmetullâhi aleyh-’ten duâ istemişti. Hazret, şöyle cevap verdi:

“–Kapında mazlumlar, senin onlara zulmettiğini söyleyip dururken benim duâmı ne yapacaksın? Onların duâları benim duâmdan önce dergâh-ı ilâhîye yükselir. Haksızlık yapma, benim duâma muhtaç olmazsın.” (Heyet, Nasâih, s. 263)

NASİHATİN ETKİLİ OLABİLMESİ İÇİN 6 ŞART

Elbette;

Nasihatin muvaffakiyeti için şu hususlara riâyet etmek gerekir:

  • 1- Öğüt veren kişi, nasihatlerinde samimî ve ihlâslı olmalıdır. Yani Allâh’ın emrini yerine getirmek ve nasihat ettiği kişinin eksiğini gidermekten başka bir niyeti olmamalıdır. Meselâ; öğüt verenin, bu konuşmayla şöhret kazanma arzusu veya tenkit ettiği kişiyi rezil etmek gibi bir garezi varsa, Cenâb-ı Hak, böyle bir nasihati kabul buyurmaz.
  • 2- Hitapta yumuşak ve mülâyim olmalıdır. Yumuşaklık, nasihatin kabulüne vesile olur. Sert hitaplar ise, muhatabın büyüklenmesine yol açar. Cenâb-ı Hakk’ın «kavl-i leyyin» ile emrettiğini unutmamalıdır.

Bunun istisnâsı; nasihat edecek kişinin, o mecliste yumuşaklığın fayda vermeyeceği mülâhazasında olduğu durumlardır. Bu hususta, nasihat edecek kişi; fayda ve zarar muhasebesi yaparak, firâsetiyle karar vermelidir.

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-; bu firâsetin yolunu, şöyle tarif buyurur:

“Şiddet göstermeksizin kuvvetli, zayıflık belirtmeksizin yumuşak ol.”

  • 3- Nasihati açıktan yapmadan önce gizlice yapmalıdır. Ferdî ve husûsî şekilde verilen öğüt; daha kolay kabul görür, ihlâsa daha uygundur, muhatabın ayıbını setretmek bakımından da daha güzeldir. İmâm-ı Şâfiî, bir şiirinde; «insanların ortasında yapılan nasihatin, bir nevi kınama olduğunu, kimsenin onu dinlemek istemeyeceğini» belirtir.

Bunun da istisnâsı şudur: Eğer sakındırılacak kötülüğü, o kişi alenî yapıyor ve ilân ediyorsa, ona gizlice nasihat edildiği hâlde umursamıyorsa, o takdirde, umûmî vasıtalarla da nehy-i ani’l-münkerde bulunmak mâkul ve gerekli hâle gelir.

Hakkın hatırı, şahsın hatırından âlîdir. Rasûlullah Efendimiz ve selef-i sâlihîn de zaman zaman karşılaştıkları hataları umûmî şekilde düzeltmişlerdir. Burada nasihatçinin; iyi niyeti, cesareti, ümmeti dalâletten / sapmalardan muhafaza etme azmi mühimdir.

  • 4- Nasihatte bulunacak kişinin, o hususta derin bir ilmi olmalı ve dile getirdiği hususları kesin bir şekilde bilmelidir.

Kulaktan duyma söylentilerle, fâsık kimselerin getirdiği haberlerle hareket etmek, nasihat olmaz, fitneye sebebiyet verir.

  • 5- Nasihat için en münasip zaman ve mekânı gözetmek lâzımdır.
  • 6- Karşılaştığı eziyetlere sabretmeli ve haktan dönmemelidir. Rabbânî âlimler; hak ve hakikati söyledikten sonra, türlü baskılara, tehditlere ve hattâ işkencelere mâruz kalsalar da, istikametten ayrılmamışlardır. (Heyet, Nasâih, s. 17-22)

İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe, devrin halîfesi Ebû Câfer’in Bağdat kadılığı teklifini reddettiği için işkencelere mâruz kalmıştır. Ebû Hanîfe Hazretleri’nin bu teklifi reddetmesinin sebebi, halîfenin yapacağı zulüm ve haksızlıklara, İmâm’ın ilmî otoritesini âlet etmek istemesiydi.

Ahmed bin Hanbel -rahmetullâhi aleyh- de «Kur’ân mahlûktur!» diyen ve bütün âlimlere zorla bunu söyletmeye çalışan Mûtezile’ye karşı çıkmış ve bu uğurda işkencelere tahammül etmiştir.

Bu misallerde görüldüğü gibi Rabbânî âlimlerin en büyük hassâsiyeti dîni muhafaza olmuştur. Çünkü Hıristiyanlık gibi geçmiş dinler; idarecilerin baskıları istikametinde şekillenen konsillerde alınan kararlarla, tahrif üstüne tahriflere uğramıştır.

İslâmiyet’in bu âkıbete uğratılmaması için; Rabbânî âlimler, Rasûlullah Efendimiz’in şu hadîs-i şerîfini -her ne pahasına olursa olsun- tatbik etme azmi içinde oldular:

“Cihâdın en fazîletlisi zâlim sultanın karşısında hakkı söylemektir.” (Ebû Dâvûd, Melâhim, 17; Tirmizî, Fiten, 13)

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2022 Ay: Mayıs, Sayı: 207