Namazda Kıraat Farz mı?

Namaz

Kıraat ne demektir? Namazda kıraat farz mıdır? Kur’an mealiyle kıraat yapılır mı?

Kıraat; sözlükte “okumak” anlamına gelen kıraat, “Kur’ân okumak” demektir. Namazda, kıyam halinde iken bir miktar Kur’ân okumak gerekir. Bunun en az miktarı, kısa üç âyet veya buna denk uzun bir âyettir. Kıraat diğer rükunlere göre, zâit bir rükun sayıldığı için imama uyan kişiden düşer. İmamın okuyuşu cemaatın da okuyuşu sayılır. İmama uyan kişi, açıktan okunan bir namaz ise imamı dinler, değilse susar.

NAMAZDA KIRAAT FARZ MI?

Kıraatın farz oluşu Kur’ân ve sünnete dayanır. Âyette şöyle buyurulur:

“Kur’ân’dan kolayınıza geleni okuyun.”[1] Hz. Peygamber de, “Kıraatsız namaz yoktur.” buyurmuştur.[2]

Kıraat herçeşit nâfile namazın, vitir namazının ve iki rekâtlı namazların bütün rekâtlarında, dört veya üç rekâtlı farz namazların ise herhangi iki rekâtında farzdır. Dört rekâtlı farz namazlarda kıraatın tercihen ilk iki rekâtta olması vâcip, son iki rekâtta Fâtiha’yı okumak ise bir rivâyete göre vâcip, başka bir rivâyete göre ise sünnettir.

Hanefîler dışındaki üç fıkıh mezhebine göre kıraatın en az miktarı her rekâtta Fâtiha sûresinin okunmasıdır. İlk iki rekâtta Fâtiha’dan sonra bir sûre veya birkaç âyet eklemek sünnettir. Şâfiîlere göre imama uyan kişi sesli namazda yalnız Fâtiha’yı okur, Mâlikî ve Hanbelîler’e göre bir şey okumayıp sadece dinler. Ahmed İbn Hanbel’e göre, tercihen hem dinlemeli, hem de imam ara verdiğinde okumalıdır.

KUR’ÂN MEÂLİYLE KIRAAT

İslâm’ın ilk yayıldığı beldelerde ana dilin Arapça olması ve Kur’ân’ın da bu dilde inmiş bulunması yüzünden, namazda Arapça’dan başka dille kıraat meselesi, Hz. Peygamber döneminde gündeme gelmemiştir. Ancak Hz. Ömer (ö.23/643) döneminde Suriye, Irak ve İran beldeleri fethedilince, farklı şiveler ve başka bir dille ibadet problemi gündeme geldi. Çünkü kitleler halinde İslâm’a giren bir yöreye, ilk günden itibaren namaz farz olduğu için, hemen ilk namazı kılmada, başta “Fâtiha” olmak üzere Kur’ân’dan bir bölüm okumak (kıraat) gerekiyordu. Ancak Arapça bilmeyen yörelerde, yeni Müslüman olan kimselerin bunu yapabilmesi belli bir zaman sürecini gerektiriyordu. İşte böyle bir zamanda İranlılar, aslen İranlı olup, gençliğinde oradan ayrılarak önce Hristiyan olan, İslâm’ı haber alınca da Müslüman olarak Medine’ye yerleşen Selman el-Fârisî’ye (ö.36/656) bir mektup yazdılar. Ünlü Hanefî fakihlerinden Serahsî (ö.490/1097) bu mektuptan şöyle söz eder: “İranlılar Selman’a bir mektup yazdılar ve Fâtiha’yı Farsça’ya terceme ederek kendilerine göndermesini istediler. Çünkü onlar bunu, dilleri Arapça’ya alışıncaya kadar namazlarında okuyorlardı.”[3]

İmam Ebû Hanîfe (ö.150/767)’ye göre, Kur’ân’ın mûcizelik yönü, lafzı gibi anlamında da gerçekleştiği için, Arapça olarak okumaya gücü yeten kimse bile, Kur’ân’ın başka dildeki meâli ile namaz kılsa, bununla okuma farzı yerine gelmiş olur, ancak Kur’ân’ı asıl dilinde okumadığı için kerâhet işlemiş bulunur. Dayandığı delil; İslâm’dan önceki döneme ait sahife ve kutsal kitaplardan çeşitli olay ve metinlerin, Arapça’ya nakledilerek Kur’ân’da yer alması ve yukarıda sözünü ettiğimiz Selman (r.a.)’ın mektubudur.

İmam Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed’e göre ise, Kur’ân’ın mûcize yönü metin ve anlamda birlikte gerçekleşir. Her ikisine gücü yetenin okuyuşu en güzel olandır. Bunlardan yalnız birisine gücü yeten onunla yetinebilir. Arapça okumayı güzel yapmaya başlayınca artık meali okuması yeterli olmaz. Bu durum rükû ve secdeye gücü yetmeyenin, îma ile (işaret yoluyla) namaz kılmasına benzer.

Ancak Hanefî mezhebinde tanınan bu ruhsat, Selman el-Fârisî’ye (r.a.) yazılan mektubun sonundaki “dilleri Arapça’ya alışıncaya kadar” ifadesinden de anlaşılacağı gibi, geçici bir süreyi kapsar. Diğer yandan İmam Ebû Hanîfe’nin “özür olmasa bile, Kur’ân meâli ile sürekli kıraat” görüşünden rucû ettiği nakledilmiştir. Bu konuda fetvaya esas olan Ebû Yûsuf’la İmam Muhammed’in görüşüdür.[4]

Şâfiler’e göre, hiçbir durumda, Arapça dışındaki bir dille ibadet caiz olmaz. Güzel okuyamayan “ümmî” sayılır ve namazı kıraatsız kılar. Çünkü Farsça, dünya kelamı olup, tercemenin ilk cümlesinde namaz bozulur.[5]

Sonuç olarak şunu belirtelim ki, Arapça bilmeyen bir mü’min, ibadetlerinde yıllarca okuduğu Fâtiha sûresi, dua vb. lerinin anlamını da, cümle cümle ezberlemeli ve orijinalini okurken, anlam yönünü de izlemeye çalışmalıdır. Bunun namazda gerçek “huşû” ya yardımcı olacağında şüphe yoktur.

Dipnotlar:

[1] Müzzemmil, 73/20. [2] Müslim, Salât, 42; Ebû Dâvûd, Salât, 132, 167. [3] Serahsî, Mebsût, 3. baskı, Beyrut 1398/1978, I, 37. [4] bk. Serahsî, age, I, 37; Abdulazîz el-Buhârî, Keşfu’l-Pezdevî, I, 25. [5] Serahsî, age, I, 37.

Kaynak: Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Delilleriyle Aile İlmihali, Erkam Yayınları, Erkam Yayınları