Müslümanlar Nasıl Yükselir ve Kurtulur?

Cemiyet Hayatımız

İnsanoğlu başıboş bırakıldığında hemen bozulmaya yüz tutar. Dolayısıyla insanları istikâmet ve gayret üzere tutmak için devamlı ve düzenli bir mânevî eğitime ağırlık vermek gerekmektedir.

Müslümanlar bugün artık, Allah’ın lutfuyla tekrar yükselişe geçmiş durumdadırlar. Bu süreci hızlandırmak için her Müslümanın şunlara dikkat etmesi îcâb eder:

  • Hakîkî imana sahip olup, onunla nefsin arzularını terbiye etmek ve güzel bir ahlâka sahip olmak,
  • Haramları terkederek Allah’ın emirlerine ve Resûlü’nün sünnet-i seniyyesine sarılmak,

Büyük Allah dostu Muhammed Esʻad Efendi ç şöyle buyurur:

“Hadîs-i şeriflerde, haramları terketmenin, sevap kazandıracak amel-i sâlihleri işlemekten önce zikredilmesinde iki nükte vardır:

1) «Def-i mefsedet celb-i maslahattan öncedir.» (Yani zararlı şeyleri uzaklaştırmak, faydalı şeyleri elde etmekten daha mühim ve daha öncedir. Şeriat yaşanmadan terfî-i derecât mümkün değildir.)

2) İbâdet ve taatların tamamını yerine getirmek insan gücünün üzerindedir. Yasaklardan sakınmak ise -az olmaları sebebiyle- her ferdin imkânı dâhilindedir ve bunun faydası daha şümullüdür.

İSLAM DÜNYASI NASIL UYANIR?

Hattâ diyebilirim ki, İslâm âlemi için tasavvur edilen yükselme ve ilerlemenin en mühim sebebi, günahları terketmektir. Fıtraten günahlardan uzak ve mâsiyeti terk etme se­vabından mahrum olan meleklerin, tabiî makamlarından terakkî edemiyor olmaları da bu ifâdemizin delilidir. Haramlardan sakınmanın mânevî terakkîye hizmet etmesi kadar maddî menfaat ve cismânî faydaları da gözden uzak tutulmamalıdır. Yasakların, in­sanların malına, canına, şeref ve şânına verdiği zararın telâfisi mümkün değildir. Bu, basiret sahiplerince bilinip kabul edilen bir hakîkattir.”[1]

“Tekrâren arzediyorum ki; eğer İslâm milletinin yük­selmesi ve Muhammed ümmetinin yücelmesi isteniyorsa bu husus ancak Allah Teâlâ’nın emir ve ya­saklarına boyun eğip, Şanlı Resûlü’nün Sünnet-i Seniyye’sine sımsıkı sarılmakla müyesser olacaktır. Tertemiz İslâm şeriatını farklı iklimlerde hâkim kılan, münevver tarikatı da akıl ve düşüncelerinin muhâfızı yapan bir topluluk, hacıların «Lebbeyk» diyerek Kâʻbe’ye kavuştukları gibi hedeflerine ulaşırlar. Tertemiz duygularıyla Beytü’l-Harâm’da en büyük saâdete erenler gibi sonsuz saâdete nâil olurlar. Böylece birleşme ve yardımlaşmayı emreden âyetlerden nasîblerini almış olurlar. «Devlet ittifaktan, devletsizlik ve anarşi de nifaktan doğar!» sözü de bunu tasdik etmektedir…” (M. Esʻad Efendi, Mektûbât, s. 176-178, no: 142)

  • Nefsin hevâ ve hevesleri ile dünyevî ihtiraslar karşısında sebat etmek, onlara meyletmemek, izzet-i nefs ve vakâr sahibi olmak, dünya malına gereğinden fazla değer vermemek,
  • Âhiret hayatını düşünerek emsalsiz bir cesaret, şecaat ve çalışma azmine sahip olmak,
  • Bencillikten kurtulup Allah’a kulluğa ehemmiyet vermek,
  • İlim ve araştırmada lider olmak, modern ilme yön vermek,
  • Ticârî ve mâlî istiklâle sahip olmak,
  • İnsanları şuurlandırmak,
  • Fedâkârlık ve gayret…
  • Bunların en mühimi de, toplumdaki mühim vazîfeleri; iman, akide, amel, ahlâk, terbiye, ruh nezafeti, üstün yaşayış, kemal ve itidal bakımından mümtaz şahsiyetlere vermektir. Bu şahıslar, Allah’ın emirlerini hakkıyla yerine getirmeli ve memleketin meseleleriyle yakından ilgilenmelidirler. Her biri hem takvâ sahibi bir zâhit, hem Allah yolunda mücadele eden bir kahraman, hem âdil bir hâkim, hem salâhiyetli bir fakih, hem yetkili bir müçtehit, hem ileri görüşlü bir hükümdar ve hem de tecrübeli bir diplomat olmalıdır. İdarecilerin yetişmiş kadroları olmalı, onlarla istişare edip yardımlarına başvurmalı, onlarla istişare etmeden hiçbir iş yapmamalıdırlar.

FUDAYL BİN İYAZ HAZRETLERİNİN DİLEĞİ

Allah dostlarından Fudayl bin İyâz şöyle demiştir:

“Bana, «Senin bir duan kabul edilecektir, her ne istersen onu dile!» diye bir haber gelse, ben bu dua hakkımı, hükümdarın âdil olması için sarf ederdim. Zira kendi iyiliğim için dua etsem, benim dirlik düzen içinde olmam münferid bir hâdisedir. Hâlbuki hükümdarların dirliği düzeni, bütün âlemin dirliği düzeni demektir.” (Feridüddin Attâr, Tezkiretü’l-Evliyâ, I, 120)

İdareciler ne kadar liyakatli ve becerikli de olsalar yine de Müslümanlar onları murakabe altında tutmalı, dâimâ uyanık durmalıdır. İdarecilerin zayıflığını veya ihanetini gördüklerinde yahut onlar devirlerini tamamlayıp vazifelerini bitirdiklerinde derhal yerlerine daha güçlü, daha liyakatli ve daha ehil bir kadroyu iş başına getirmelidirler. Parlak mâzîlerindeki idarecilikleri ve unutulmaz başarıları buna mâni olmamalıdır. Bu durumda idareciler, milletin murakabe ve cezasından çekinerek dâimâ uyanık ve dikkatli bulunmalarını sağlar.

  • Hâkimler adâlet ve ilimle hükmederek Müslümanların mallarını ve servetlerini koruyan birer bekçi olmalıdır.
  • Orduya ehemmiyet verilmeli ve askerler en güzel şekilde eğitilip kumanda edilmelidir.[2]
  • Yeniden terakkî edebilmek için gerekli olan en mühim hususlardan biri de insanların şuurlandırılmasıdır.

İnsanları tehlikeye atan ve onları münafıkların ganimeti, sahtekârların oyuncağı haline getiren en büyük felaket; toplumun şuurunu kaybetmesi ve hâdiseler karşısında nasıl davranacağını bilememesidir. Müslümanlar son derece firasetli davranmalı, dostlarını ve düşmanlarını iyi ayırt etmelidirler. İkisine de aynı şekilde davranmak veya düşmana dost muâmelesi yapmak büyük bir felâkettir. Dostlarla sonu gelmez çekişme ve ihtilaflara düşerek düşmanları güldürmek ise ahmaklıktır.

ŞUURLU MÜSLÜMAN

Şunu unutmamak gerekir ki, tâlim ve terbiyeyi yaygınlaştırıp cehaleti kaldırmak, uyanık ve şuurlu olmak mânâsına gelmez. Onun için ayrıca gayret etmek lâzımdır. Şuursuz bir millet varlığını koruyamaz ve işlerini yoluna koyamaz. Şuurdan yoksun insanlar tıpkı çölde rüzgârın oyuncağı haline gelen ve nerede duracağı belli olmayan bir tüy gibi her türlü propagandanın, bozgunculuk ve eğlencenin yemi hâline gelirler.[3]

İnsanoğlu başıboş bırakıldığında hemen bozulmaya yüz tutar. Dolayısıyla insanları istikâmet ve gayret üzere tutmak için devamlı ve düzenli bir mânevî eğitime ağırlık vermek gerekmektedir.

[1] Muhammed Esʻad Efendi, Mektûbât, Dersaâdet 1343, s. 37, no: 12.

[2] Bkz. Ebü’l-Hasan en-Nedvî, Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti, s. 159-160.

[3] Bkz. Nedvî, a.g.e., s. 334-335.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Ebedi Yol Haritası İslam, Erkam Yayınları