Müslümanlar İlimde Neden Geri Kaldı?

ÜMMET

Müslümanlar ilimde neden geri kaldı? Müslümanların ilimde gerileme sebepleri.

İnsanların Câhiliye Dönemi’ni yaşadığı en karanlık bir zamanda zuhûr eden İslâm, insanlara gerekli olan bütün doğru esasları öğretmiş, neticede ilmî bir yükselme başlamış ve insanlık kısa sürede maddî ve mânevî terakkînin zirvesine ulaşmıştır.

MÜSLÜMANLARIN GERİLEME SEBEPLERİ

İslam’ın ilk döneminde Müslümanlar zamanlarını çok iyi değerlendiriyordu. İlim elde etmek için uykularını, rahatlarını, yiyip içmeyi, evlenmeyi terk ederek bir satırlık bir bilgi için çok uzun yolculuklar yapıyor, şehir şehir dolaşıyordu. Bu uğurda vakitlerini ve mallarını harcıyor, gece gündüz durmadan çalışarak ve her türlü zahmete katlanarak ilim elde ediyordu. Çocuklarına küçük yaşlardan îtibâren çok sıkı bir eğitim verip kuvvetli bir ilim sevgisi aşılıyordu. Öyle bir hâle gelmişlerdi ki her zaman ve her yerde ilimle meşgul oluyorlardı.

Bu durum uzun asırlar böyle devam ettikten sonra, İslâm aynı esaslarıyla sapasağlam ortada durduğu hâlde Müslümanlar bilim ve teknoloji alanında gerilemeye başlamışlardır. İslâm’ın insanları yükselten hamle gücü ilk günden beri mevcudiyetini devam ettirdiğine ve onun sağlam esasları kıyamete kadar insanlığın ihtiyaçlarını karşılayabilecek güçte olduğuna göre, Müslümanların gerileme sebeplerini başka şeylerde aramak gerekmektedir.

  • Her şeyden evvel, Müslümanların başlıca ilim ve irfan merkezlerinden Bağdat Moğollar’ın, Kurtuba-Gırnata da hristiyanların barbarlığına mâruz kaldı. Kütüphaneler, yüzbinlerce elyazma eserle birlikte ateşe verildi. Katliamlardan âlimler de kurtulamadı. Asırlar boyu geliştirilmiş olan eserler birkaç gün içinde harâb edildi. Kaybedilen bu birikimi yeniden elde etmek için asırlarca emek sarfetmek, yüklü miktarda bütçe harcamak, daha önce o medeniyeti kuran insanların çalışmaları ve metodları hakkında bilgi sahibi olmak îcâb eder. Bunun yanında asil karakterler ve büyük beyinler de sipariş üzere bulunmazlar. Onlar da Allah’ın bir lutfu ve keremidir.
  • Münevver tabakayı teşkil eden kişiler, bir müddet sonra, Yunandan aldıkları metafizik ve teolojik felsefeye gösterdikleri alâkayı tecrübeye dayanan, gayet faydalı ve semereli olan pratik ilimlere göstermediler. Zekâ ve kabiliyetlerini hiçbir menfaat temin etmeyen, belli bir neticeye varmayan, ne dünya ne de âhiret için zerre kadar faydası olmayan birtakım kelam ve felsefe münakaşalarıyla öldürdüler. Bu devirde Müslümanların pozitif ilimlerde kaydettiği ilerleme, her ne kadar geçmiş asırlara nazaran daha ileri, ilim ve teknoloji bakımından daha zengin ise de, bu hiçbir zaman diğer ilmî sahalardaki geniş fütuhâtla mütenasip değildi. Aynı zamanda, tarihteki uzun saltanat devirlerine de uygun düşmüyordu. Diğer sahalarda olduğu kadar müspet ilimlerde mütehassıs ve dâhî de yetişmiyordu.

Yükselme devrinde müderrislerin aklî ve naklî ilimlerde benzersiz olması şart koşuluyordu. Daha sonra bu ciddiyet muâfaza edilemeyerek bir kısım aklî ilimler ihmâl edildi.

  • Zamanla insanların İslâm’dan uzaklaşması ve idarecilerin ehliyetsiz kişilere kalması neticesinde toplum zevk ve safâya dalmaya başladı. Böylece ilmî ciddiyet kayboldu, yerini şahsî hesaplar almaya başladı.

Hâlbuki bu sebepler âleminde Müslüman olsun kâfir olsun, her kim ulaşmak istediği neticenin ön şartlarını yerine getirir, sebeplerine sarılırsa hedefine ulaşır. Zira hangi maddeden hangi şartlarda hangi teknikle ne elde edileceği bellidir. Cenâb-ı Hak kâinata değişmez kâideler koymuştur. Bunlara kim riâyet ederse o muvaffak olur. Bir örnek vermek gerekirse, bilgi, dürüstlük, çalışkanlık, mesâî tanzimi, prensipli olmak gibi sıfatlar ticaretin sonucuna doğrudan tesir eder. Bir gayr-i müslim bu sıfatlara sahipse, bir Müslüman da bu sıfatlardan mahrumsa o gayr-i müslimin Müslümandan daha zengin olması normaldir. Burada kâfir Müslümana değil, gerçekte Müslümana ait olan sıfatlar gayr-i müslimin sıfatlarına gâlip gelmiştir.

MÜSLÜMANLAR NEDEN GERİ KALDI?

Said Halim Paşa konuyu şöyle değerlendirir:

Müslüman milletler İslâm’a girmekle taze bir hayat buldular, o zamana kadar görmedikleri yüksek bir medeniyete eriştiler. İslâm ile insanlığa daha çok adâlet, eşitlik ve bilgi bahşettiler. Batı medeniyetinin de gelişmesine yardım eden yüksek bir medeniyet kurduktan sonra zamanla gerileyerek neredeyse İslâm’dan önceki hayatlarına döndüler. Bu gerilemede İslâm’dan önceki kültürlerinin tesirinden tam olarak kurtulamamış olmaları mühim bir rol oynamıştır. Bunun sebebi de dinin hükümlerini yanlış anlayıp yanlış tatbik etmeleridir. Her Müslüman milletin gerileme sebebi farklı olmakla birlikte bu durum aynı zamanlara denk geldiğinden, insanlar Müslümanları İslâm’ın gerilettiğini zannetmişlerdir.

Müslümanların gerilemesinin ikinci sebebi de, İslâm âlemi ile Batılı Hıristiyan milletler arasında ortaya çıkan şiddetli ve sönmez bir düşmanlıktır. İşte o düşmanlıktan doğan sonu gelmez savaşlar, Müslüman milletlerin ilerleme ve gelişmesine gözle görülür derecede mâni olmuştur. Ayrıca bu karşılıklı nefret, Müslüman milletleri, başka dünyalarda süratle gelişmekte olan medeniyeti tanıyıp ondan faydalanmaktan alıkoymuştur.

Bugün yükselen milletlerin kaydettiği gelişmelerin son noktası, İslâm’ın getirdiği ahlâkî, içtimâî ve siyasî esaslar olacaktır. Dolayısıyla Müslümanların tekâmülü, İslâm düstur ve esasları dışında başka bir şeyle mümkün olamaz. Bu hüküm, fizik kanunları kadar kesin ve sağlamdır.

Said Halim Paşa, Müslüman memleketlerdeki aydınların dinlerinden uzaklaşarak halkla çatıştıklarını, dolayısıyla bütün bilgi, mantık ve düşüncelerine rağmen mühim hiçbir yenilik getiremeden sadece mevcudu yıkmakla yetindiklerini ifade eder. Ona göre her şeyden önce halk ile aydın tabaka arasında bulunması zaruri olan “gâye birliği”ni tesis etmek gerekmektedir.

MÜSLÜMANLARIN EN İYİSİ

“Tek kurtuluşun İslâmiyet’te bulunduğunda aslâ şüphe edilemez” diyen Said Halim Paşa’ya göre, her Müslüman, iyi bir Müslüman, hatta kâbilse Müslümanların en olgunu olmayı hedeflemelidir. Çünkü Müslümanların en iyisi, insanların en iyisi demek olduğundan bu, insanların besleyebileceği hedeflerin en yücesidir.

Millet olarak da diğer Müslüman milletlerle tam bir dayanışma içinde yaşamak, onların hürriyet ve geleneklerine saygı göstermek, gelişip yükselmelerine yardımda bulunmak, yabancıların hükmü altına girmiş veya böyle bir tehlike içinde olanları kurtarmak gerekir. Zira İslâm birliği; sayısız kuvvetlerin, unsurların ve âmillerin tam bir bütün ve âhenk içinde bulunduğu kâinattaki birliğin bir benzeridir. Bütün azamet ve hakikati bu hâlinden ileri gelir.

Bunlara ilâveten, tekrar yükselmek için düşmanların hilelerini kavrayıp oyunlarını bozmak, halkı şuurlandırmak, şahsî menfaat ve nefsânî arzulardan kurtularak daha ulvî gâyelere yönelmek, idârî mevkîlere dürüst, çalışkan ve ehil insanlar getirmek, bütün fertlerin eğitimine ehemmiyet verip araştırma ve geliştirmeye daha fazla bütçe ayırmak, insanlara zamanın kıymetini ve onu en iyi şekilde kullanmayı öğretmek, faydasız şeyleri terk edip daha faydalı şeylerle meşgul olmak gerekmektedir.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Ebedi Yol Haritası İslam, Erkam Yayınları