Müslümana Yakışan Vazife

Cemiyet Hayatımız

Mü’min insan, hayatta daima olumlu bir rol oynama niyet ve kararlılığında olmalıdır. O bilmektedir ki, yapılan çalışmaları, gayretleri, fedakârlıkları ortaya konan eserleri takdir edecek sınırsız bir kudret vardır. Bu kudret alimdir, hakimdir ve âdil-i mutlaktır.

Çalışmalarımızda başlangıç noktası burasıdır. Esmâ-ü Hüsnâ’sıyla tanıdığımız Yüce Allah’ın (c.c.) varlığıdır ki, bizleri hayrın ve güzelliğin üreticisi, hak ve hukukun bekçisi hâline getirir.

O Yüce Kudret izah edemediğimiz dünyalar, evrenler, izah edemediğimiz insanlar, canlılar, bitkiler, mâdenler yaratmış. İnce bir ayarla her şeyi sistemleştirmiş. Her şey bir denge içinde, her şey yerli yerinde.

İnsan idrak sâhibi bir şâheser olarak bu âlemleri temâşâ donanımına sahip. Bir mucizeler silsilesi halindeki âlem insanın gözleri önünde duruyor. Şimdi insan, bütün varlıkları ve bütün ihtişamıyla dünyayı algılayacak, idrak edecek. Sonra Cenâb-ı Hakk’ın âlemi ve Âdemoğlunu yaratma maksadı üzerinde düşünecek ve konumunu netleştirecektir.

ANA MESELEMİZ

Allah nasıl bir varlıktır? Âlem ve insan nedir? Bu alemdeki temel vazifem nedir? Ben kimim, nereden geliyor, nereye gidiyorum? Ölüm sonrasında ne var?

Bunlar, insanlığın ele alması gereken ana meselelerdir. Bu meselelere isabetli cevaplar bulma konusunda Kur’ân-ı Azîmuşşân bir takım işaretler sunarak geniş ve tatmin edici açıklamaları insanın ilmî ve fikrî çalışmalarına, bitmez tükenmez araştırmalarına havale ediyor. Ne bulursa insan bulacak ve bulduklarıyla Allah (c.c.) arasındaki irtibatı kuracaktır.

İnsanın bilgileri ve düşüncesi doğru olursa, konum belirlemede, yaratılış maksadını tespitte hata yapmazsa işi kolaylaştıracaktır. Sonrasında hep bu istikâmette kararlar vererek hayatını yaşayacaktır.

GÜZELE DOĞRU GİDİŞ

Şimdi tekrar başa dönelim:

Bizi çalışmalara, fedakârlıklara sevkeden temel dinamik Allah (c.c.) rızasıdır. Şimdi ben yazıyorum ki, dünya hayra ve güzele doğru gitsin. İnsan mânâsını bulup mesut olsun.

Şeytanın ve şeytânîlerin dur-durak bilmediği bir dünyada Müslümana yakışan, vazife insanına dönüşmektedir. Artık o yorgunluklardan yorgunluk beğenecek, yorulacak fakat yılmayacaktır.

Kan deryasına dönmüş bir İslam dünyası. Veya “hız ve haz”dan gayrı hiçbir şeyi kafaya takmayan sevgili din kardeşlerimiz. Bir avuç aklı erenimiz var, onların gayretlerini görmüyor değiliz ama, yırtık büyük, yama küçük.

Böyle bir dünya, Yüce Yaratıcının beğendiği bir dünya olamaz.

Karma karışık bir dünyada biz acıları, açlıkları, kaygıları, fesatları, ifsatları, zulümleri, zâlimleri bitirme gayretindeyiz ama yükümüz ağır, yolumuz uzun. Şükür ki, Yüce Allah bizi “seferle mükellef kılıyor, zaferle değil.” Zulmün zirve yaptığı, vicdanın yerlerde süründüğü, günahsız çocukların endişeli bakışlarla ne olup bittiğini anlamaya çalıştığı bir dünyada eli-kolu bağlı duracak değiliz.

MÜSLÜMAN MÜSLÜMANA EMANET

Prof. Dr. Ahmet Coşkun “Sohbetler ve Hâtıralar” isimli eserinde diyor ki; Kur’ân-ı Kerim’deki cennet tasvirlerinin bir mesajı da; “işte böyle bir dünya kurun”dur. Rabbimiz, “dâru’s-selâm”ı anlatırken “dâru’l-İslâm”ın ana özelliklerini de vermiş oluyor.

Kur’ân eksenli düşünce üretimine ne kadar muhtacız. Bir âlem-i İslam’ın mevcut haline, bir de bu yorumun derinliğine bakıyorum.

Ah ki, ne ah!

Aliya İzzet Begoviç son günlerini yaşarken, Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın kulağına eğilerek “Bosna size emanet” buyurmuştur.

Yüce Allah da, çevre dahil cümle yaratılmışları Müslümana emanet etmiştir. O’nun rahmetini, şefkatini, adaletini yeryüzünün tüm varlıklarına, cümle insanlara ulaştırmak, geliştirmek, sürdürmek Ümmet-i Muhammed’in görevidir. Müslümanların her bir ferdi bu görevi asla gözardı edemez.

Bu anlayış bizi güç olmaya ve “güç ahlâkı”na sâhip olmaya götürecektir. Bu, şahsiyet olmaktan başlar, dünya devleti olmanın imkânlarını aramaya doğru açılır. Bu, ufuklar ötesi bir anlayıştır.

GÖZÜMÜZÜN BİRİ AĞLARKEN DİĞERİ GÜLMEZ

“Aynı vardan var olmuşuz.” Hepimiz birbirimizle, hepimiz çevreyle, hepimiz Allah Teâlâ ile irtibatlıyız. “Gözün biri ağlarken diğeri gülmediği” gibi, “soğumamış mezarlar üzerine de ziyafet sofrası kurulmaz.” Göz yaşını silen el, yaralı gönüllere merhem olmak gerekir. Müslümana yakışan budur.

Düşünelim ki çevre “toprak, hava, su”dan öteyedir. Pırıl pırıl akan dere, sülün gibi çamlar, uçuşan kuşlar bulut yığınları görünür varlıklar olmaları yanında, Yüce Yaratıcı’mızı gösteren işaret parmaklarıdır da.

Dereyi kirleten, balıkların hukuku ihlâl etmiş olduğu gibi, ağacı kesen de bir oksijen fabrikasını yıkmış olur. Dahası, Allah’ı gösteren işaret parmağını kırmış olur.

Temennî ederiz ki, bize bizden hep rahmetler yağsın. Kardeşlik hukukuna riâyet şiarımız olsun. Çevreyi evimiz, mescidimiz bilelim, emânetullah kabul edelim.

Hulâsa-i kelam, dünyayı güzelleştirirken, güzelliğe güzellik eklerken, dağın derenin, kurdun kuşun hukukunu korurken başımızı çevirip bakacağımız tek merci Allah’tır (c.c.).

Allah var, gam yoktur. Gam yok, çalışma çoktur. Akıp giden hayatı Allah’a adamaktan daha isabetli, daha kârlı ne olabilir.

“Arıyı duman, insanı îmân yola getirir”miş efendim.

Yola getirmekle kalmaz yürütür, koşturur, coşturur.

“Yatanlar umutsuz, koşanlar umutludur” dostum.

Kaynak: İdris Arpat, Altınoluk Dergisi, Haziran 2015, 352. Sayı