Müslüman Azınlıkların İlk Zirvesi

ÜMMET

103 ülkeden 211 temsilcinin katıldığı “Dünya Müslüman Azınlıklar Zirvesi”, Müslümanların temel hak ve özgürlüklerinin, sorunlarının ve işbirliği imkânlarının ele alındığı ilk zirve olması sebebiyle önem arz ediyor.

Müslümanların nüfusun çoğunluğunu oluşturduğu ülkelerdeki siyasi değişimler, Müslüman azınlıkları gündeme getirerek ev sahibi toplumlarla ilişkilerini etkiliyor. Dünyanın en büyük ikinci dini grubunu oluşturan Müslümanlar 1,8 milyarlık nüfusuyla dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 24'ünü teşkil ediyor.

Geçen hafta İstanbul’da Türkiye Cumhuriyeti Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ev sahipliğinde 103 ülkeden 211 temsilcinin katıldığı “Dünya Müslüman Azınlıklar Zirvesi”, bu en büyük ikinci dini grubun temel hak ve özgürlüklerinin, sorunlarının, çözüm önerilerinin ve işbirliği imkânlarının ele alındığı ilk zirve olması sebebiyle önem arz ediyor.

Daha önce gerçekleştirilen Avrasya İslam Şuraları, I. ve II. Afrika Müslüman Dini Liderler Zirveleri, Avrupa Müslümanları Buluşması, Dünya İslam Bilginleri: Barış, İtidal ve Sağduyu İnisiyatifi Toplantısı, Latin Amerika ve Karayip Adaları Müslüman Dini Liderler Zirvesi, Asya Pasifik Ülkeleri Müslüman Dini Liderler Zirvesi gibi toplantılardan farklı olarak, daha kapsayıcı, katılımcıların geldikleri ülkelerdeki tecrübelerini anlatabilmeleri için geniş zamanların verildiği ve yuvarlak masa toplantısından çıkan görüşlerin tek tek değerlendirildiği bir zirve olması hasebiyle de kıymetli bir zirve gerçekleştirilmiş oldu.

BATI'DA YAŞAYAN MÜSLÜMAN AZINLIKLAR

Fransa’nın en meşhur gayrimüslim bilgelerinden tarihçi Gustave Le Bon, "Eğer Müslümanlar Fransa’ya yerleşselerdi Paris, İspanya’daki Kordoba şehri gibi bilgi ve medeniyetin merkezi olurdu" der. Batı’da yaşayan Müslüman azınlığı temsil eden katılımcıların, bulundukları ülkelerde yaptıkları bilimsel, kültürel, sanatsal katkılar, Le Bon’un bu düşüncesini destekliyor ve azılı bir İslam medeniyeti karşıtı olan Lord Cromer’in kolonyalist tezlerini çürütüyor.

Zirvenin ikinci günü yapılan eğitim oturumunun açılış konuşmasında, Kanada Müslüman Topluluklar Başkanı alim Dr. Abdullah Hakim Quick, Müslüman bilim adamlarının insanlığa katkı yapan buluşlarını anlatarak din eğitimi müfredatına bu altın buluşların eklenmesinin öneminden bahsetti. Litvanya’dan Barbados’a kadar dünyanın pek çok yerinde dinlerini yaşamaya devam eden temsilcilerin en büyük endişeleri, kendilerinden sonra gelen neslin, yani çocuklarının İslamiyet’ten uzaklaşması, içinde yaşadıkları gayrimüslim toplumların değer yargılarını benimsemesi.

21. YÜZYILDA MÜSLÜMANLAR NE YAPMALI?

Dr. Ouick bunu önlemede din eğitiminde kullanılan müfredatın önemine değinerek, İslamiyetin 21.yüzyıla da uygun bir din olduğunu, ancak Müslüman alimlerin medeniyete ve insanlığa yaptıkları katkının müfredatlara eklenmesiyle anlatılabileceğini söyledi. Toplumun en küçük yapıtaşı olan ailelerin, bu konuda çocuklarını “dijital eroin” olan medya zehirlemeden önce bilinçlendirmesi gerektiğinin önemine değindi. Ünlü bir Amerikalı tarihçi ve dilbilimci olan Harvard Üniversitesi'nden Leo Weiner’in 1920 yılında yazdığı “Afrika ve Amerika'nın Keşfi” kitabının, Kolomb'un Amerika'daki Müslüman varlığının farkında olduğunu kanıtlamaya çalışan bir kitap olduğundan bahsetmesi, Dr. Quick’in konuşmasındaki en can alıcı noktalardan biriydi.

Müslüman Amerikan Cemiyeti (MAS) kurucularından alim Dr. Jamal Badawi ile yaptığımız sohbette ise “cihat” kelimesinin medyadaki yanlış algısı üzerinde epeyce durdu. “Cihat” kelimesinin manasının ötesine taşınmaya çalışıldığını, oysaki çalışmanın da bir cihat olduğunu ve Müslümanların bu algıyı, gayretli çalışmalarıyla yenmesi gerektiğini söyledi. Amerikalı önde gelen bilgisayar programcısı John Draper’ın İslam’ın karanlık çağının olmadığını söylediğini hatırlatan Badawi, aslında “ karanlık çağlar” denilen dönemin, İslam medeniyetinin yükselişine denk gelen dönemde “Avrupa’nın karanlık çağları” olarak nitelendirilmesi gerektiğini vurguladı. Ateşi çıkan bir hastanın şifa veren bir aziz bulamadan iyileşemediği Avrupa Ortaçağında, Müslümanların teşhis ve tedavi yöntemlerinde kat ettikleri önemli mesafelerden bahsetti.

Kuran’ın tercümesinin de görüşüldüğü toplantılar esnasında, Kuran’ın sadece ahlak diline çevrilmediği ve bu hedefi gerçekleştirecek hiçbir müfredatın bulunmadığından bahsedildi. Kuran’ın “Emr-i bi'l ma'rûf ve nehy-i anil münker” düsturuyla içinde yaşadıkları toplumların dillerine çevrilmemesinin önemine vurgu yapılan konuşmalarda, bunun yerine dolaşımda olan, “ibadeti bırakan birinin kafir olacağını” yazan müfredatların hem Müslüman yeni nesillerde hem de Müslüman olmayan kimselerde İslamiyet hakkında ciddi önyargılar oluşturacağının altı çizildi.

MÜSLÜMANLAR EĞİTİM VE KÜLTÜR ALANINDA İŞBİRLİĞİ YAPMALI

Yaşadıkları toplumlarda haklarını elde edebilmek için Müslümanların “zaten azınlık statüsündeyiz” psikolojisinden sıyrılmaları ve Müslümanları temsilen bir “güç teşkil etmek” için ülkelerdeki resmi kurumlarla bir takım işbirliği zeminleri bulmak zorunda oldukları, zirve boyunca konuşulan en önemli konulardan biriydi.

Müslüman azınlıkların bulundukları toplumlar içinde temel hak ve özgürlükleriyle var olmalarının, yaşadıkları ülkeye ve dünyaya olumlu katkılar sunmalarının, nitelikli insan varlığıyla mümkün olduğu, nitelikli insan gücünün ise etkili ve kaliteli bir eğitimle sağlanacağı, toplantılar süresince üzerinde istişare edilen bir husustu. Bu anlamda, Müslüman toplulukların, özellikle eğitim ve kültür alanındaki işbirliğini güçlendirecek yeni adımlar atarak daha iyi ve huzurlu bir hayatın ve dünyanın inşasına katkı sağlayacağı hususunda katılımcılar arasında mutabakat vardı.

Arjantin’den gelen İslam Derneği Başkanı Anibal Bachir Bakir, Kuran-ı Kerim Ebu Bekir Sıddık Enstitüsü gibi uluslararası eğitim müesseseleri ve araştırma merkezlerini bu sürece örnek gösterdi. Bu müesseselerin, Müslüman azınlıkların temel sorunlarının ve onların çözümlerinin tespiti sadedinde çalışmalar ve analizler yapan, ilmi/edebi yayınlar, projeler, stratejiler üreten ve geliştiren birer merkez özelliği taşıyabileceği vurguladı.

İSLAM TOPLUMLARINA ULUSLARARASI DESTEK GEREKİYOR

Dünyadaki İslam toplumlarının ayrılmaz bir parçası olan Müslüman azınlıkların, ümmet bilinci, kardeşlik ahlakı ve hukuku gereği sürekli iletişim halinde olmaları ve birlik beraberlik içinde hareket etmeleri, sorunlar ve ihtiyaçlara yönelik işbirliği yapmaları ve ortak çalışmalar geliştirmeleri, toplantılar boyunca tüm katılımcıların en önemli vurgu noktaları oldu. 2015 yılında İsveç’in Malmö kentinde antisemit hareketler arttığında ABD Başkanı Obama nasıl Yahudi topluluklara karşı artan tehditlerle başa çıkması ve durumu analiz etmesi ve hatta Stockholm ve Malmö'ye bir dizi ziyaretler gerçekleştirmesi için özel bir elçi olarak Ira Forman’ı görevlendirdiyse, Müslümanların sorunlarında da aynı ölçüde uluslararası desteğin sağlanmasının gerekliliği vurgulandı.

Öte yandan, Ekvator’u temsilen bu zirveye katılan Ekvator Müslüman Birliği Başkanı Yahya Juan Suquillo’nun bahsettiği gibi, çoğunluğu seküler olan Latin Amerika ülkelerinde, azınlıkların hak ve özgürlükleri insani bir değer olarak görülüyor. Bu haklar verilmediği takdirde, azınlıklar uluslararası kamuoyundan destek alarak haklarını koruma altına alan çeşitli anlaşmalar imzalıyor. Örneğin 1937 yılında Vatikan ile Ekvator arasında “Modus Vivendi” (yaşayış tarzı) adlı bir anlaşma imzalanarak kilise ile iktidar arasındaki ilişkilere bir düzenleme getirilmiş. Bu tarz anlaşmaların Müslümanlar lehine olan versiyonlarının da yapılması için ciddi seviyelerde uluslararası destek gerekiyor.

İSLAM COĞRAFYASINDAKİ FİTNE, TEFRİKA VE TERÖR

Müslüman azınlıklara dair meselelerin ele alındığı, dört gün süren “Dünya Müslüman Azınlıklar Zirvesi” Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş’ın sonuç bildirgesini okumasıyla sona erdi. Bildirgede üzerinde dikkatle durulan en önemli husus Kudüs’tü. Müslümanlar için Kudüs’ün Filistin’in başkenti olduğunun ve ilelebet öyle kalacağının vurgulandığı bildirgede, Müslümanların tarih boyunca işgalin ve zulmün karşısında ve bütün mazlumların yanında olduğu gibi, Mescid-i Aksa’nın ve Filistin’in de her zaman yanında olacağı belirtildi.

Bildirgede ayrıca küresel “derin” yapıların İslam coğrafyasında fitne, tefrika ve terör aracı olarak kurduğu sinsi ve karanlık bir yapı olan Fetullahçı Terör Örgütü’den (FETÖ) de bahsedildi. 15 Temmuz 2016 tarihinde Türkiye’de giriştiği hain darbe teşebbüsüyle ifşa olan, bugün özellikle Müslüman azınlıkları hedef kitle olarak seçen FETÖ’ye karşı dikkatli ve duyarlı olunması, propagandalarına asla itibar edilmemesinin tüm İslam alemi için arz ettiği önem vurgulandı.

Kaynak: AA