Mûsâ Efendi'nin İnfâk Hakkında Tavsiyeleri

HİZMET

Şeyh Sâdî Hazretleri buyurur: “Hak Teâlâ, kimseye iyilik kapısını kapamamıştır. Şunu da bil ki, herkesin iyiliği kendi kudretine göredir. Bir zenginin hazinesinden bir kantar altın vermesi, bir fakirin el emeğinden bir kırat vermesi kadar olamaz. Çekirge ayağı, karıncaya ağır yüktür.”

ALLAH KATINDA EN DEĞERLİ OLAN İNFÂK

Bir gün Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“–Bir dirhem, yüz bin dirhemi geçmiştir.” buyurmuşlardı.

Ashâb-ı kirâm:

“–Bu nasıl olur, ey Allâh’ın Rasûlü?” diye sorduklarında, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şu cevâbı verdi.

“–Bir adamın iki dirhemi vardı. Bunlardan en iyisini tasadduk etti. (Yani malının yarısını sadaka olarak vermiş oldu.) Diğeri (ise hayli zengin biriydi) o da malının yanına varıp, malından yüz bin dirhem çıkardı ve onu tasadduk etti.” (Nesâî, Zekât, 49)

Yani Allah katında değerli olan; infâk edilen malın miktârından ziyâde, infâk edenin fedakârlık derecesidir. Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyrulmaktadır:

“O (Allah) ki, ölümü ve hayatı, hanginizin amel bakımından daha güzel olduğunu imtihan etmek için yaratmıştır…” (el-Mülk, 2)

DAHA GÜZEL AMEL

Cenâb-ı Hak bu âyet-i kerîmede; “اَكْثَرُ عَمَلًا” değil “اَحْسَنُ عَمَلًا” buyuruyor. Yani kimin “daha çok amel” edeceğine değil, “daha güzel amel” edeceğine ehemmiyet verdiğini bildiriyor.

Bu itibarla, yalnızca bir hurması olan, onun yarısını infâk etmekle bile Cennetʼi kazanabilirken, büyük servet sahibi bir müʼmin, tonlarca hurma infâk etse de, servetine kıyasla mühim bir yekûn tutmadığı takdirde, o yarım hurmanın ecrini kazanamaz.

Fukarâ-i sâbirîn” yani hâline rızâ gösterip sabreden yoksullar da, “ağniyâ-i şâkirîn” yani şükredip infâk eden zenginler de, Allah katında makbul kullardır. Her iki grup müʼminler de, insanlık şerefinde ve ilâhî rızâda beraberdirler.

MÜ'MİNLERE EN GÜZEL MİSÂL

Cenâb-ı Hakkʼın, emsalsiz bir örnek şahsiyet olarak insanlığa armağan ettiği Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, her iki gruptaki müʼminlere de en güzel misaldir. Nitekim, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ganimetler geldiğinde büyük bir zenginliğe kavuşuyor, fakat eşsiz bir sehâvet deryâsı olan gönlü, o malı-mülkü bitirinceye kadar muhtaçlara infâk etmeden huzur bulamıyordu. Bu sebeple mübârek hânelerinde uzun müddet ocak yanmadığı, yemek pişmediği, hurma ve sudan başka yiyecek-içeceğin bulunmadığı zamanlar oluyordu. Fakat O, her zaman hamd, şükür, sabır ve rızâ hâlinde bulunarak ümmetine örnek oluyordu.

HERKES GÜCÜ NİSPETİNDE MES'UL

Âyet-i kerîmede buyrulduğu üzere:

“Allah her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar…” (el-Bakara, 286)

Dolayısıyla herkes gücü nisbetinde fedakârlıktan mesʼuldür. Çok malı olan çok, az malı olan az, fakat mutlakâ vermekle bu mesʼûliyetin gereğini yerine getirmelidir.

KUR'ÂN'DA İNFAK, ZEKÂTTAN DAHA ÇOK GEÇİYOR

Unutmayalım ki zekât, dînen zengin sayılanlara; cömertlik ve infâk ise zengin-fakir her müʼmine ilâhî bir emirdir. Nitekim Kurʼân-ı Kerîmʼde infâka teşvik, asgarî bir veriş olan zekâttan çok daha fazla yer almaktadır. İnfak, zengin-fakir her müslümanın mükellefiyetidir.

"RASÛLULLAH BANA KOMŞULARA İNFAK ETMEMİ EMRETTİ"

Sahâbe-i kirâmın fakirlerden olan Ebû Zer Gıfârî Hazretleri der ki:

“Bana Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, yemek pişireceğim zaman suyunu fazla koymamı, ondan komşuma infâk etmemi emir buyurdular…” (İbn-i Mâce, Et’ime, 58)

Düşünmek îcâb eder ki, Ebû Zer -radıyallâhu anh-, sahâbenin en fakirlerindendi. Demek ki, sahâbe için infâk emrini îfâ hususunda, yoksulluk dahî mâzeret değildi.

"DARLIKTA DA İNFÂK EDERLER"

Nitekim sahâbe-i kirâmın, infaktan muaf olacak derecede imkânı bulunmayanları bile, infâk ecrine nâil olabilmek için, kimisi dağdan odun getirerek, kimisi ise kuyudan su çekerek tasaddukta bulunmuşlardır.

Zira âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır:

“O (takvâ sahipleri) ki, bollukta da darlıkta da Allah için infâk ederler (harcarlar)…” (Âl-i İmrân, 134)

Yani takvâ ölçülerine göre; zekâta muhtaç olan, dardaki bir müʼminin de vermesi gerekir. O hâlde, varlıklı bir insanın ne kadar vermesi lâzım geldiğini, bu hakîkat önünde mîzân etmek îcâb eder.

Yine Cenâb-ı Hak, diğer bir âyet-i kerîmede:

“…(Rasûlüm!) Sana (Allah yolunda) ne harcayacaklarını soruyorlar. «İhtiyaç fazlasını.» de…” (el-Bakara, 219) buyuruyor.

Demek ki bir müʼmin, şahsî yaşantısında da iktisâda riâyet etmeli, kifâyet miktarıyla yetinmeli ve ihtiyacından artanı infâk etmelidir.

MÛSÂ EFENDİ'NİN İNFÂK HAKKINDA TAVSİYELERİ

Bu hususta Mûsâ Efendi -rahmetullâhi aleyh- buyururlardı ki:

“Evlâdım! Mutlakâ riyâzat hâlinde yaşayın ve Allâhʼın verdiklerini, yine Allah için infâk edin! Riyâzat hâliniz sadece üç aylara mahsus olmasın. Riyâzatı yalnızca Ramazanlara da hasretmeyin. Onu hayatınızın her safhasına yayın ve ihtiyaç fazlasını Allah yolunda infâk edin! Şunu iyi bilin ki; Dolmabahçe veya Topkapı Sarayıʼnda bile yaşasanız, yine riyâzatla yaşamaya mecbursunuz. Onun için, malı da mülkü de ancak kalbinizin dışında taşıyın. Eğer ihtiyaç fazlasını Allah yolunda infâk etmezseniz, Allâhʼın verdiği nîmetlere karşı nankörlük etmiş olursunuz. Unutmayın ki, infâk edilmeyen nîmetler, ziyân edilmiş demektir. Ziyân edilen nîmetler de hesabı çok ağır birer âhiret vebâlidir.”

Cenâb-ı Hak, verdiği nîmetlerin hesabını kolay verebilmeyi cümlemize nasîb eylesin. Hepimizi, sevip râzı olduğu, cömert, fedakâr, gayret-i dîniyye sahibi, hizmet ehli kulları arasına lûtf u keremiyle ilhâk eylesin.

Âmîn!..

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2016 – Şubat, Sayı: 359, Sayfa: 032