Musa Efendi'den Zenginlere Uyarılar

Abidevi Şahsiyetler

Musa Topbaş Efendi’den -rahmetullahi aleyh- zenginlere uyarılar...

Muhterem Üstâz kanaatkâr olmayı ve nimeti israf etmeden gereği kadar kullanmayı şükrün bir gereği sayarlardı. “Şükredilmediğinde malın bereketi kalmaz. Sel götürür, yel götürür, elde bir şey kalmayıverir.”1 buyururlardı.

Mala sabretmek kolay değildir. Özellikle fakirlikten kurtulup da zenginleşiveren nice kimseler, âdeta nimetin sarhoşluğuna kapılırlar. Böylesi kimseleri de şöyle uyarırlardı:

“Zenginlik ve refah, günümüzde, ekseriya varlıklı ailelerde bir perişanlık haline gelmektedir. Bakıyoruz, herkes holding şirketleri kurmak sevdasında. Görüş böyle olunca, para kazanmanın yerini, para toplama, mal yığma sevdası almış oluyor. Sonra bu şirketler büyüdükçe, sermaye bakımından güçlendikçe, sahiplerinin ihtirasını artırıyor. Gece-gündüz bu, zihinlerini meşgul ediyor. Hülâsa tek gaye bu olunca, evleri, aileleri, çoluk-çocuklarıyla meşgul olamıyorlar. O zenginlik ve varlık içinde, «Keşke daha zengin olsam» fikri onları yiyip bitiriyor. Zaman geliyor, «Haydi vaktin geldi» emri gelince, o muazzam servet olduğu gibi kalıyor. Zekâtı verilmeyip hayır işlerinde kullanılmayan malın hesabı da muhakkak ki, çok üzücü olacaktır.

Akla gelebilir ki çok süper zengin olmayı istemeyip de vasatta kalmaya razı olmak, muvafık mıdır? Hâlbuki iş hacmi geniş olanların, daha büyük çapta hizmet etmeleri fırsatı olmaz mı? Biz de deriz ki:

Ömür kısadır, vaktinde yapılan hayır makbuldür. Çünkü servet arttıkça, ihtiras da, yani parayı çoğaltma hırsı da onu takib eder. Bu böyle olunca, menfaatini gerektiren her şeyi hizmet telâkki eder. Meselâ ben müessesemde yahut fabrikamda şu kadar bin işçi çalıştırıyorum. Bu şekilde onların nafakalarını temin ediyorum, der. Hâlbuki bu görüş nâkısdır. Menfaata müstenid olan şey hizmet olamaz. Çünkü o memur ve işçi, başka kişinin eliyle bunu temin eder. Bu, hizmet değil hak karşılığıdır.

Sonra büyük servet sahiplerinin hırsları arttıkça ölümü göz önüne getirmek istemezler, hayır yapamazlar. Yahut istekli olsalar bile, sanki yaşayacaklarına teminat almış gibi diğer senelere atarlar. Tek tük yapabilseler bile Allâh’ın rızasını kastetmeyip halkın övmesini beklerler.

Dikkat edilirse memleketimize faydalı ve yararlı olanlar, zenginlik peşinde koşanlar değil, zenginliğin kendilerini takip ettiği kimselerdir.

Hırslı olanlar, hak-hukuk mevzuuna riayet edemezler. Nefisleri daima onlara kendilerini haklı gösterir.

Çünkü büyük servetleri hüsn-i isti’mâl etmek (güzel kullanmak), herkesin başarabileceği bir husus değildir.

Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Hak -celle ve alâ- Hazretleri’nden daima kifâyet mikdarı dünyalık istemişler ve ashâb-ı kiram hazarâtına da aynı şekilde tavsiyede bulunmuşlardır.

Çünkü sırasına göre azda bereket vardır. Bazen azla, büyük bereketli hizmetler yapılır.

Bazen de çok, yerinde kullanılamaz ise o çokluk, bereket yerine bir çok zararlar ortaya çıkarır. Hâlbuki fazla hırsa kapılıp huzûru kaybetmek suretiyle haram helâl demeyip çok büyük yükler altına girmek, uygun değildir. Bu altından kalkılamayacak borçlar dolayısıyla, çok büyük şirketlerin eriyip gittiğine şahid oluyoruz.

Zengin olan kimse, ölçüsünü kaçırıp da sırf para kazanmak kastı ile evine, ailesinin yanına muntazam bir sûrette güler bir yüzle gelemiyor ve terbiyesi ile meşgul olması icap eden yavruları ile yakından meşgul olamıyor ise,

Bu ne biçim zenginliktir?

Bu zengin kimsenin, mal yığmak gayesiyle bütün ömrü yabancı memleketlerde geçiyor ve evini, barkını, ailesini ve çocuklarını ihmal ediyorsa,

Bu ne biçim zenginliktir?

Bu zenginlik hırsı, insanı sıhhatinden, neşesinden, huzurundan, hulâsa her türlü rahatından ediyorsa,

Bu ne biçim zenginliktir?

Bu zenginlik, kişiye can sıkıntısı veriyor, dolayısıyla kumar, kadın, içki gibi sefâhat yollarına sevkediyorsa,

Bu ne biçim zenginliktir?

Bu kısma girenler en zavallı bedbahtlardır.

Fazla zenginlik, iftihar, övünme vesilesi değildir. Asıl zenginlik Allahü Teâlâ’nın bahşetmiş olduğu o dünyevî varlığı, hüsn-i isti’mal etmek, verenin Hak celle ve alâ Hazretleri olduğunu bilmek ve yerli yerinde kullanmaktır. Nice işgüzar, çalışkan, ticarî bilgiye sahip, muhtelif lisanlar bilen kimseler vardır ki, murâd-ı ilâhî mûcibince dünyalıkları zayıftır.

Akl-ı selim sahibi zengin, Cenâb-ı Hakk’ın ihsan ettiği geniş evinde, ailesiyle huzûrlu bir hayat yaşamayı şiar edinmelidir. Dünyevî ve ticârî işlerini vüs’atı nispetinde itidâl üzere yürütmelidir”2.

Dipnotlar: 1) Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri, IV, 176. 2) Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri, III, 188.

Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Adem Ergül, Altınoluk Dergisi, Sayı: 392