Murâkabe-i Ehâdiyyet Nedir?

Sorularla İslam

Tasavvufî terbiyede kulda murâkabe hâlinin tahakkuku için ehlullah hazarâtı, bâzı âyetler üzerinde muayyen usûllerle tefekkür edilmesini tavsiye etmişlerdir. Bunlardan biri de "ehâdiyyet murâkabesi"nde İhlâs Sûresinin tefekkürüdür.

قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌ

O, zât-ı ulûhiyyeti, azamet ve celâli, eşsiz ve emsalsiz esmâ ve sıfatlarıyla bir tek ilâhtır. İbâdete lâyık olan yalnız O’dur. Kulluğumuz sadece O’nadır. Varlığı bir başkasının varlığına ihtiyaç hissetmeyen “vâcibü’l-vücûd” O’dur. O’nun yanında hiçbir şeyin hakîkî varlığından söz etmek mümkün değildir. Diğer varlıkların hepsi, ancak O’nunla var olduğundan, hakîkatte yok hükmündedirler. Bu sebepledir ki, kul terakkî ettikçe “hiçlik” duygusu kendisine hâkim olmalıdır.

اَللّٰهُ الصَّمَدُ

“Allah Sameddir.” Yani her şey O’na muhtaçtır, fakat O, bütün yarattıklarından müstağnîdir. Zerrelerden kürrelere kadar hemen her şey, hem var olmak, hem de varlığını sürdürmek için her an O’na muhtaçtır. Kavlî ve fiilî duaların yegâne mercii O’dur.

لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ

“Doğurmamış ve doğmamıştır.” Yani hiçbir kimsenin babası veya annesi olmadığı gibi, anne-babaya sahip bir çocuk da olmamıştır. Bu bakımdan hristiyanların Meryem vâlidemize ve Îsâ -aleyhisselâm-’a ilâhlık nisbet etmeleri, Allâh’a karşı işlenmiş en büyük cürümlerden biridir. Bu ifade, aynı zamanda Allah Teâlâ’nın sonradan yaratılan hiçbir varlığa aslâ benzemediğine (muhâlefetün li’l-havâdis) de dikkat çekmektedir. Yani O, beşerî mülâhazaların tamamen dışında, müteâl ve idrâk ötesi Yüce bir İlâh’tır. Diğer bir ifadeyle O’nun Zât’ı, beşerin zihninde ve hayal âleminde tasavvur ettiği hemen her düşünceden berîdir, münezzehtir.

وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا اَحَدٌ

“Ve O’na hiçbir şey denk olmadı.” Ne zâtında, ne sıfatında ve ne de fiilinde, O’nun hiçbir benzeri, dengi ve eşi ezelden beri aslâ var olmadı ve ebediyete kadar da aslâ olmayacaktır.

Bu murâkabede bulunan sâlik, İhlâs Sûresi’nin bu ve daha nice engin mânâları içinde derin bir tefekküre dalmalı, bütün varlığı ve hattâ kendini bile O Yüce Vâcibü’l-Vücûd karşısında yokluk ve hiçlik deryasında eritip, her şeyde O “Bir”i müşâhede etmenin eşşiz hazzını tadabilmelidir. Hâli bu murâkabenin hakikatine eren kişi, ilâhî azamet, kudret ve vahdâniyeti artık her şeyde müşâhede etmeye ve “fenâ fillâh” esintilerini hissetmeye başlar.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Yolculuğu, Erkam Yayınları