Mukaddesat ve Dinî Değerlerimiz

Sorularla İslam

Mukaddesat ne demektir? Manevi yönden üstünlüğü ve saygınlığı olan şeyler nelerdir ve bunlara nasıl saygı göstermeliyiz?

Mukaddesat, Mukaddes Kelimesinin çoğuludur. Mukaddes, “kutlu, kutsal ve temiz” demektir.

Dinî yönden, temiz ve manevi üstünlüğü olan şeylere “mukaddesat” denir.

Manevi yönden üstünlüğü ve saygınlığı olan şeylerle bunlara gösterilecek saygının nasıl olacağı kısaca maddeler hâlinde gösterilmiştir.

DİNİ DEĞERLERİMİZ

  1. Allah Teala

Bizi, kâinatı ve kâinatta olan her şeyi yaratan, yaşatan, sayısız nimet ve yeteneklerle donatan yüce varlığın adıdır.

Her hayırlı ve yararlı işe başlanırken O’nun adı anılarak başlanmalıdır. Yani “Bismillâhi’r-Rahmani’r-Rahim” denmelidir. Allah’ın adı anılarak başlanılmayan herhangi hayırlı ve önemli bir işten bereketli bir sonuç alınamaz. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v.),

“Herhangi önemli bir işe Bismillah ile başlanmazsa o iş sonuçsuz kalır” buyurmuştur. (Feyzu’l-kadîr, V, 13.)

Kur’an okumanın dışında herhangi bir işe başlanırken besmele yeterlidir. Ancak Kur’an-ı Kerim okunurken besmele’den önce “Eûzü billâhi mine’ş-şeytani’r-racim” denmelidir. Eti yenen herhangi bir hayvan, kesilirken de Allah’ın adı anılarak kesilir.

Allah’ın adı anıldığı zaman, ululuğunu ifade eden “Celle Celâlühu” denir. Bütün bunlar, Allah’a has birer saygı ifadesidir.

  1. Kitaplar

Bilindiği üzere Allah’a inanmak ve O’na saygının en büyüğünü göstermek farz olduğu gibi, O’nun Peygamberleri aracılığı ile gönderdiği kitaplara inanmak ve saygı göstermek de farzdır. Kur’an-ı Kerim, Cenab-ı Hakk’ın gönderdiği Kitapların sonuncusudur. Peygamberimize (s.a.v.) vahyedildiği gibi, hiçbir değişikliğe uğramadan elimizdedir. Çünkü Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim için,

“Kur’an’ı biz indirdik, elbette onu biz koruyacağız.” (15/Hicr, 9.) buyurmuştur. Kur’an, insan sözü değil, Allah’ın sözüdür.

Bunun için Kur’an-ı Kerim abdestli olarak tutulur. Abdesti olmayan kimse Kur’an-ı Kerim’i okuyabilirse de, ona el süremez.

O’nu okumaya başlamadan önce eûzü besmele çekilir, yani “Eûzü billâhi mine’ş-şeytani’r-racîm. Bismillâhi’r-Rahmani’r-Rahîm” denir, sonra okunur. Kur’an-ı Kerim, temiz yerlerde ve O’nu dinleyebilecek durumda bulunan kimselerin yanında okunur. Pis yerlerde, edep yerleri açık veya başka bir işle meşgul olan kimselerin yanında açıktan okunmaz.

Çarşıda, pazarda, parkta ve dinlenme yerlerinde bulunan ve dinlemeye müsait durumda olmayan kimselerin işitecekleri şekilde Kur’an-ı Kerim’i sesli okumak uygun değildir. Çünkü bunda, Kur’an’ı duyanları manevi sorumluluk altına sokmak vardır. Buna sebebiyet verilmesi ise doğru değildir.

Üzerinde Kur’an-ı Kerim bulunduğu hâlde tuvalete girilmeyeceği gibi, parmağındaki yüzükte veya boynuna takılı kolyede Kur’an’dan yazılı bir ayet varsa bunlarla da tuvalete girilmez.

Okunamayacak hâle gelen Kur’an-ı Kerim’i temiz bir beze sararak çiğnenmeyecek temiz bir yere gömmek lazımdır. Kur’an-ı Kerim’i öpmek caizdir. Buna “diyanet öpmesi” denir.

  1. Peygamberler

Bilindiği gibi, Peygamberler, Allah’ın en seçkin kullarıdır. Cenab-ı Hak onları, emir ve yasaklarını insanlara duyurmak üzere görevlendirdiği mübarek zatlardır. Bütün Peygamberlere, ayırım yapmadan inanmak ve saygı göstermek gereklidir.

Peygamberlerden (s.a.v.) birinin adı anıldığında, Selam ile anılır. Mesela, İbrahim (as.), İsa (as.) gibi.

Peygamberimizin (s.a.v.) adı anıldığı zaman, ona salatüselam getirilir. “Muhammed Sallallâhü aleyhi ve sellem” veya “aleyhi’s-salâtü ve’s-selam” denir.

Peygamberimizden (s.a.v.) başkası salatüselam ile anılmaz. “Ömer aleyhi’s-salâtü vesselâm” veya “Ömer aleyhi’s-selâm” denmez. Ancak Peygamberimizle (s.a.v.) birlikte anıldıkları zaman “Allah Teala, Muhammed’e ve O’nun âl ve Ashabına salat ve selam buyursun” anlamına gelen “Sallallahu aleyhi ve alâ alihi ve sahbihi” denir.

Cenab-ı Hakk, Kur’an-ı Kerim’de Peygamberimize (s.a.v.), salatüselam getirmemizi emretmekte ve şöyle buyurmaktadır:

“Allah ve melekleri Peygambere çok salat ederler. Ey Müminler! Siz de ona salat ve tam bir teslimiyetle selam edin.” (33/Ahzab, 56.)

Allah’ın salat etmesi, rahmet etmesi demektir. Meleklerin salatı, Peygamberin şanını yüceltmek ve Müminlere Allah’tan af dilemektir. Müminlerin salat etmesi ise dua etmeleri demektir.

Peygamberimize salatüselam getiren kimseye Cenab-ı Hak rahmet eder. Peygamberimiz buyuruyor:

“Her kim bana salavat getirirse, Allah Teala o kimseye on rahmet eder.” (Müslim, “Salât”, 17.)

Yine Peygamberimiz (s.a.v.),

“Günlerinizin en faziletlisi Cuma günüdür. O günde bana çokça salatüselam getirin. Çünkü sizin salat ve selamlarınız (melekler aracılığıyla) bana sunulur.” buyurdu. Ashab:

—Ey Allah’ın Resulü, getirdiğimiz salatüselamlar, size nasıl arz olunur, hâlbuki siz çürümüş bulunacaksınız, dediler. Peygamberimiz,

—Allah Teala, Peygamberlerin cesetlerini yeryüzüne haram kılmıştır (yani onların cesetleri çürümez), buyurdu. (Nesâî, III, 91.)

Abdurrahmân İbn Ebî Leylâ (ra.) şöyle demiştir:

—Bana bir kere Ka’b b. Ucre karşı geldi ve dedi ki:

—Ey İbn Ebî Leylâ! Peygamber’den (sas.) işittiğim bir salatüselamı sana hediye edeyim mi? Ben de:

—Evet, onu bana hediye et, dedim. Ka’b:

—Biz bir kere Resulullah Sallallahu aleyhi ve sellem’e:

—Ya Resulallah, Ehl-i Beytine has olarak sana nasıl salat edelim? Çünkü Allah bize yalnız size nasıl selam edeceğimizi öğretti, dedik. Resulullah bize:

—Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammedin Kema Salleyte alâ İbrahime ve alâ âl-i İbrahime inneke hamidün mecîd. Allahümme bârik alâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammedin kema bârekte alâ İbrahime ve alâ âl-i İbrahime İnneke hamidün mecîd, deyin. (Buhârî, “Bed’ul-halk”, 9.) buyurdu.

Salatüselam Allah rızası için getirilir. Dünya ile ilgili bir çıkar için getirilmez. Bir satıcı malını müşteriye gösterirken “Sübhânallâh” der veya Peygamberimize (s.a.v.) salatüselam getirir ve bununla da malını beğendirmek isterse, bu mekruh olur. Çünkü bu tesbih ve salatüselam, Allah rızası için değil, mala revaç sağlamak için söylenmiş olmaktadır.

Peygamberimize (s.a.v.) salat ve selam getirmek, Kıyamet gününde ona yakın olmaya ve şefaatine ermeye vesile olur.

  1. Ashab-ı Kiram

Ashab, Peygamberimizi ona inanarak görme mutluluğuna eren kimselere denir.

Bunlar, ilk Müslümanlardır. Peygamberimizin (s.a.v.) sohbetiyle şereflenmiş ve doğrudan doğruya Peygamberimizden (s.a.v.) feyiz alma bahtiyarlığına ermiş kimselerdir. Peygamberimizle (s.a.v.) birlikte İslamiyet’i yayma uğrunda büyük fedakârlıklara katlanmış, mallarını ve canlarını bu uğurda feda etmiş seçkin kişilerdir. Müslümanlar nazarında bunların büyük bir saygınlığı vardır. Zaten onlardan sonra gelen hiç kimse bunların Allah katındaki derecelerine erişemez.

Peygamberimiz (s.a.v.), ashabı ile ilgili olarak şöyle buyuruyor:

“Sakın, sakın Ashabım aleyhinde bulunmayınız. Onları hedef seçmeyiniz. Onları seven, bana olan sevgisi sebebiyle sever. Onlara buğz (kin ve nefret) eden, bana olan kini ve nefreti sebebiyle buğz eder. Onlara eziyet eden bana eziyet etmiş olur. Bana eziyet eden de Allah’a eziyet etmiş sayılır. Allah’a eziyet eden ise çok sürmez, Allah onun cezasını verir.” (Tirmizî, “Menakıb”, 59.)

“Sakın Ashabıma sebbetmeyiniz (kötü söylemeyiniz. Çünkü onların fazileti yüksektir.) Sizden birinin Uhud dağı kadar altın sadaka verdiği farz edilirse, bu (sadakanın sevabı) Ashabdan birisinin iki avuç sadakasına erişemez. (Hatta) bunun yarısına da ulaşamaz.” (Buhârî, “Fedâilü’l-ashâb”, 5, Müslim, “Fedâilü’s-sahâbe”, 231-232, Ebû Dâvûd, “Sünne”, 10, Tirmizî, “Menakıb”, 58, Ahmed ibn Hanbel, III, 11.)

Ashab-ı Kiram anıldığı zaman saygı ile anılır ve “Allah ondan razı olsun” anlamında “Radiyallâhü anh”, anılan kadın olursa “Radiyallâhü anhâ” denir. Anılan iki kişi olursa “Radıyallâhü anhumâ”, ikiden fazla kişi olursa, “Radıyallâhü anhüm” denir. Bu Ashaba mahsus bir saygı ifadesidir.

  1. Âlimler

Kur’an-ı Kerim’in ilk emri “Oku.”dur. Okumak, bilgi sahibi olmak insan için bir üstünlüktür. Çünkü Cenab-ı Hak, bilenlerle bilmeyenlerin bir olmadığını bildirmiştir.

Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyruluyor:

“De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (39/Zümer, 9.)

“Allah, içinizden iman edenlerle, kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yükseltir.” (58/Mücadele, 11.)

“Allah’tan kulları içinde ancak bilgi sahibi olanlar korkar.” (35/Fâtır, 28.)

Peygamberimiz (s.a.v.) de,

“Allah Teala kimin hayrını dilerse, onu dinde âlim ve fakih yapar” (Buhârî, “İlm”, 10, Müslim, “Zekât”, 33, Tirmizî, “İlm”, 1.) buyurmuştur.

Bilgi yolu cennet yoludur. Peygamberimiz (s.a.v.),

“Bilgi öğrenmek için yola çıkan kimse, evine dönünceye kadar Allah yolundadır” (Tirmizî, “İlm”, 2.) buyurmuştur.

Bilgi insan için büyük bir değerdir. Bilgisiz ibadet bile yapılmaz.

Bilgi, insanın kafasını ve çevresini aydınlatan bir ışıktır. Bu ışıktan mahrum olan kimsenin doğru yolu bulması zordur.

İlmin ve âlimin üstünlüğünü ifade eden şu hadis-i şerife dikkat edilmelidir.

Ebû’d-Derdâ (ra.) şöyle diyor: Peygamberimizden (s.a.v.) şöyle buyurduğunu işittim:

“Her kim bilgi öğrenmek için yola çıkarsa, Allah Teala ona Cennet yolunu kolaylaştırır. Şüphesiz melekler de ilme talip olanlara, hoşlandıklarından dolayı, kanat gererler. Göklerde ve yerde bulunan varlıklar, hatta sudaki balıklara varıncaya kadar, hepsi ilim sahipleri için Allah’tan af dilerler. Bir ilim sahibinin, bir ibadet eden üzerine üstünlüğü, Ay’ın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Âlimler, Peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler, ne bir altın ve ne de bir gümüş miras bırakmamışlardır. Ancak ilmi miras bırakmışlardır. İşte o mirasa konan, sonsuz bir haz ve nasip almış demektir.” (Tirmizî, “İlm”, 19, Ebû Dâvûd, “İlm”, 1.)

Bu sebeple bilgi sahiplerine saygı göstermek, İslami terbiyenin gereğidir. İslam dünyasında âlimler daima saygı görmüşler ve anıldıklarında, Allah onlara rahmet etsin anlamında, “Rahmetullahi aleyh” veya “rahimehullah” demek, onlara has bir saygı ifadesi olmuştur.

Peygamberimizin (s.a.v.) bütün arkadaşlarını, din âlimlerini hayırla, saygıyla anmak, hepsine karşı sevgi duymak, hiçbiri hakkında kötü söylememek, saygısızlık yapmamak, dinimizin öğrettiği edeptir, terbiyedir. Bunların kendi aralarında meydana gelen çekişme ve tartışmaları ileri sürerek haklarında saygı ve edebe aykırı sözler söylemek doğru değildir. Olgun bir Mümine yakışmaz.

  1. Mâbetler

Cami ve mescitler, Allah’a ibadet edilen kutsal mekânlardır. Bunların başında Kâbe’yi çevreleyen “Mescid-i Haram” ile içinde Peygamberimizin kabrinin bulunduğu “Mescid-i Nebi” ve Kudüs’teki “Mescid-i Aksa” gelir. Cami ve mescitler, hürmet edilmesi gereken yerlerdir. Buralara saygıyla girilir. İçlerinde cami adabına yakışmayan davranışlardan sakınılır. Camilerde uyumak ve yemek mekruhtur. Ayrıca camilerde toplanıp dünya işleriyle ilgili konuşmak da mekruhtur. Çünkü camiler bu iş için yapılmamıştır.

Kaynak: İslam İlmihali, Diyanet