Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî'ye Ait Şiirler

Abidevi Şahsiyetler

İlim ve tasavvufta bir şâh olan Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri’nin şiir sahasında da müstesnâ bir liyâkati var.

İlim ve tasavvufta bir şâh olan Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri’nin şiir sahasında da müstesnâ bir liyâkati vardır. Söylemiş olduğu beyitler, onun bu rûhî derinliğinin terennümleri ile dolu bir sır ve hikmet deryâsıdır. Bu büyük deryânın toplandığı bir “Farsça Dîvân”ı vardır ki akılları hayrette bırakır.

O, Hazret-i Peygamber -sal­lâl­lâ­hu aleyhi ve sellem-’in aşk ve muhabbetiyle yanan bir gönülle şunları söyler:

“Ey âsîlerin sığınağı! Sayısız hatâlarımla beni himâyene alman için kapına geldim. Âh o mübârek ayağını bastığın eşiği her zaman doya doya öpebilsem!”

“Bu gönül sevdâm sadece beni mi bu hâle koydu? Ârifler bilirler ki, mübârek ayağını öpmek aşk ve iştiyâkı, felekleri bile mecnûnun etmiştir! Şimdi onlar, kendilerinden geçmiş bir vaziyette hiç durmadan Sen’in aşkınla dönüp duruyorlar.”

“Ey letâfet güneşi! Sen’in güzelliğin, teşbih sanatını dahî yok eder. Zira vasıfların yazıya da şiire de sığmıyor!”

“Akıl Sen’i medh ü senâda sıkıntıya düştü. Çünkü onun istidâdı, Sen’i lâyıkıyla idrâke kâfî değil...”

“Ey Allâh’ın Sevgilisi! Âlemleri bir zerreye sığdırmak mümkün olur, fakat Sen’i lisâna sığdırmak mümkün olmuyor.”

“Her yıl hacılar, Kâbe’yi tavâfa koşmakta, ancak Kâbe ise, Sen’in Ravza-i Mutahhara’nı tavâf için can atıyor.”

“Sen’in hürmetine sudan inci, taştan cevher, dikenden de gül geliyor.”

“Yâ Rasûlâllah! Sonsuz merhametine sığınıp kapına geldim! Bana rahmet deryandan bir damla lûtfet!”

“Günahım sayılamayacak kadar çok, yüzüm katran gibi karadır. Ey canımdan azîz cânân! Su ile temizlenmesi mümkün olmayan bu kirleri Sen’in şeref verdiğin toprağa yüz sürerek temizlemeye geldim!”

Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri’nin gönlündeki ulvî mahviyeti ve Hak huzûrundaki hiçliğini ifâde eden şiirlerinden derlenerek Türkçeye manzum hâlde çevrilmiş olan bir şiir de şöyledir:

Ömrüm boş şeylerle geçti; âh yazık!

Zaman bir kuş gibi uçtu; âh yazık!

Ben nereye tutup binâ kurmuşsam,

Bir el gelip toprak saçtı; âh yazık!

Hak affeder deyip gafletle gezdim,

Kahrını unutup pek fazla azdım,

Hayrı terk ettim de hep günah yazdım,

Dediler: Kervânın göçtü; âh yazık!

Mal-mülk, makâm için hayli uğraştım,

Cenneti bırakıp nâra bulaştım,

Eyvâh, Hak yolundan, ben nasıl şaştım?

Kevserimi dünyâ içti; âh yazık!

Yarın hesap için denecek haydi!

Âh nasıl kurtulur bu Hâlid şimdi?

İşte mahşer, işte bir melek geldi,

Amel defterimi açtı; âh yazık!

Kaynak: Osman Nuri Topbaş / Osmanlı, Erkam Yayınları