Meleklerden Başka Gözle Görülemeyen Diğer Varlıklar

Akaid

Meleklerden başka gözle göremediğimiz diğer varlıklar nelerdir?

Cin

Sözlükte gizli ve örtülü varlık, görülmeyen şey anlamına gelen cin, terim olarak “Duyu organlarıyla algılanamayan, çeşitli şekillere girebilen, insanlar gibi şuur ve irade sahibi, davranışlarından ötürü Allah’a karşı sorumlu olan, ateşten yaratılmış manevi, ruhânî ve gizli varlıkları” ifade eder.

Hherkesin gözle göremediği, kulağıyla işitemediği varlıklar olan cinler hakkında en güvenilir bilgi kaynağı vahiydir. Kur’an-ı Kerim ve sahih hadisler cinlerin varlığını kesin bir şekilde ortaya koymaktadır. Sağlıklı düşünebilen akıl da gözle görülemeyen başka varlıkların olabileceğini imkânsız görmez. İnsanların cinleri görememesi, gözlerinin ateş türevinden yaratılmış olan cinleri görebilecek yetenekte yaratılmamış olmasındandır.

  1. Kur’an’a göre, insan topraktan, cin ise ateşten yaratılmıştır:

Allah insanı, pişmiş çamura benzeyen bir balçıktan yarattı. Cinleri öz ateşten yarattı”[1]

“Andolsun biz insanı kuru çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattık. Cinleri de daha önce, zehirli ateşten yaratmıştık.”[2] Bu ayet, cin türünün insan türünden önce yaratıldığını göstermektedir.

Kur’an’da cinlerden bahseden, 28 ayetten oluşan Cin sûresi bulunmaktadır. Bu sûrede dile getirildiği gibi, cinler içinde çeşitli kesimler vardır. Onların bir kısmı Müslüman, bir kısmı da kâfirdir. Cinlerin mü’min olanları, mü’minlerle beraber cennette, kâfir olanları da kâfirlerle beraber cehennemde kalacaklardır.

  1. Cinler çeşitli şekillere girebilecek ve insanların yapamayacakları bazı işlerin üstesinden gelebilecek yetenekte yaratılmıştır. Mesela, Süleyman, Sebe melikesinin tahtını getirtmek istediğinde cinlerden birinin, o henüz yerinden kalkmadan tahtı getirebileceğini söylemesi[3] bunu göstermektedir. Cinin Hz. Süleyman’la karşılıklı konuşması, onların gözle görülebilecek bir şekle girebileceklerine işarettir. Allah, cinleri, Hz. Süleyman’ın emrine vermiş, o da cinleri ağır ve meşakkatli işlerde hizmet ettirmiştir.
  2. Cinlerin mutlak gayba dair bilgileri yoktur. Kaderi ve geleceği bilemezler. Ancak hayat sürelerinin uzun olması, rûhânî ve latîf varlık olmaları ve çok hızlı hareket edebilmeleri sayesinde insanların bilmediği, geçmişe ve şu ana ait bazı olayları bilebilirler. Ancak bu durum, cinlerin insanlardan daha üstün varlıklar olduğunu göstermez. Bir ayette: “Süleyman’ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun öldüğünü, ancak değneğini yiyen bir ağaç kurdu gösterdi. (Sonunda) yere yıkılınca anlaşıldı ki cinler gaybı bilselerdi, o küçük düşürücü ızdırap içinde kalmazlardı”[4] buyurularak, onların gaybı bilmedikleri açık bir şekilde ortaya konmuştur.

Cinler de insanlar gibi, iman etmek ve ilahi emirlere itaat etmekle yükümlüdürler:

 “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım”[5]

Alimlerin çoğunluğuna göre Hz. Muhammed‘in sallallahu aleyhi ve sellem peygamberliği, insanlarla birlikte cinleri de kapsar. Bu sebeple O’na, “ Rasulu’s- Sekaleyn ” (İki zümrenin peygamberi) denilmiştir.

  1. Cinler, tıpkı insanlar gibi yer, içer, evlenir ve çoğalırlar; erkeklik ve dişilikleri olduğu gibi doğar, büyür ve ölürler. Ancak cinlerin ömrü, insanlarınkine göre epeyce uzundur.
  2. Bazı durumlarda cinlerin insanlara zarar vermesi söz konusu olabilirse de, Müslüman bir kimsenin cinlerden korkmaması ve Allah’ın izni olmadan, bir varlığın başka bir varlığa zarar veremeyeceğine bilmesi gerekir.

“Gerçek şu ki; şeytanın (şeytanlaşmış cinlerin), inanan ve yalnız Rablerine tevekkül eden kimseler üzerinde bir hâkimiyeti yoktur.”[6]

  1. Diğer varlıklardan gelebilecek zararlara karşı Allah’a sığınmak gerektiği gibi, cinlerden gelebilecek zararlar hususunda da aynı tutum gösterilmelidir. Nitekim, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in de cinlerin insanı etkilemesine karşı Ayetü’l–Kürsi’yi, Felak ve Nâs sürelerini okuyarak, bu yönde örnek bir davranış gösterdiği bilinmektedir.[7]

Şu ayet-i kerime de bu anlamda dua mahiyetinde okunabilir:

“De ki: ‘Ey Rabbim! Şeytanların vesveselerinden sana sığınırım.’ ‘Ey Rabbim! Onların benim yanımda bulunmalarından da sana sığınırım.’”[8]

Şeytan

Gözle görülmeyen fakat varlığı kesin olan, azgınlık ve kötülükte çok ileri giden, kibirli, asi, insanları saptırmaya çalışan cinlere şeytan adı verilir.

Kur’an-ı Kerim’de ilk şeytandan İblis diye söz edilir. İblis, azmış ve Rabbi’nin buyruğuna isyan ederek, sapıklığa düşmüş cinlerdendir.

“ Hani biz meleklere Adem’e secde edin demiştik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi, büyüklük tasladı ve kâfirlerden oldu. ”[9] anlamındaki ayet, onun melek olduğunu göstermez. Çünkü bu ayette ifadenin çoğunluğa göre düzenlenmesi (tağlib) kuralına uygun bir üslup kullanılmıştır.

“...İblis cinlerdendi, Rabbi’nin emrinin dışına çıktı ...”[10] âyetinden de açıkça anlaşıldığı gibi, aslında o bir cindir. Allah’a ibadet ederek derecesini yükseltmiş ve melekler arasına karışmış, daha sonra da isyanı yüzünden bu konumunu yitirmiştir.

Böylece İblis bir “Şeytan” yani Allah’a karşı çıkan ve kovulan bir varlık oldu. Hazret-i Âdem’e üstünlük taslarken, melekler arasındaki yerini de kaybetti. Bu sefer gözü döndü ve azgınlığı arttı. İçindeki kin ve nefret ateşi daha da büyüdü. Ve küstahlaşarak dedi ki:

 “... Yemin ederim ki, ben de insanları saptırmak için Senin doğru yolun üzerine oturacağım. Sonra onlara önle­rinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve Sen, onların çoğunu verdiğin nimetlere şükreder halde bulmayacaksın!” (Arâf Sûresi, 16-17. âyetler) “… Yeryüzünde onlara (günahları) süslü (hoş ve zevkli göstereceğim) ve onların hepsini mutlaka (günah işlemeye teşvik edeceğim) azdıracağım! Ancak onlardan ihlaslı (sana tam inanan ve seni çok seven) kulların hariç!” [11]

Melekler ve cinler gibi duyu organlarıyla algılanmayan fakat varlığı Kur’an-ı Kerim ve sahih hadislerde kesin bir biçimde bildirilen şeytan (iblis) ateşten yaratılmıştır. Hz. Adem’in çamurdan, kendisinin ise ateşten yaratıldığı gerekçesiyle ondan üstün olduğunu iddia etmiş, Adem’e secde etmekten kaçınmış, Allah’ın lanetine uğramış ve O’nun huzurundan kovulmuştur.

Daha sonra Hz. Adem ve eşi Havva’yı yanıltarak onların cennetten çıkmalarına sebep olmuştur. Şeytan ilk insandan beri bütün insanlara, kötülükleri, küfür ve günahları süsleyip güzel gösterir, insanları hak yoldan uzaklaştırmak için elinden geleni yapar.

Kur’an’da da bildirildiği gibi, Allah’ın gösterdiği dosdoğru yoldan uzaklaşmak, yasakları çiğnemek, şeytana imkân ve fırsat vermek demektir. Sapıklık ve azgınlıkta devam edenler, şeytanın kendilerini çepeçevre kuşatmasına, kendilerinin de şeytanın esiri olmalarına sebep olurlar.[12] Yüce Allah, insanları, şeytanın düşmanlığına, hile ve aldatmacalarına karşı uyarmıştır:

 “Çünkü şeytan sizin düşmanınızdır. Siz de onu bir düşman sayın. O, kendi taraftarlarını ancak ateş ehlinden olmaya çağırır.”[13]

Dünyada insanları hak ve hakikatten uzaklaştıran şeytan, ahirette de onları işledikleri günah ve kötülüklerle baş başa bırakacak, bu konuda kendisini suçlamamalarını söyleyecektir.[14]

Yüce Allah, Kur’an okunduğunda kovulmuş şeytandan kendisine sığınılmasını emrettikten sonra, Allah’a içtenlikle inanıp, ibadet eden ve yasaklarını çiğnemeyen kimseler üzerinde şeytanın hiçbir etki ve hâkimiyetinin olamayacağını şöyle bildirmiştir. “Şurası muhakkak ki, benim (ihlâslı) kullarım üzerinde senin hiçbir ağırlığın olmayacaktır. (Onları) koruyucu olarak Rabbin yeter.”[15]  “… Gerçekten benim güzel kullarım üzerinde senin bir hâkimiyetin (bir tesirin) yoktur.” Ancak (onlar kendileri isteyerek) yoldan çıkıp da senin peşine takılırlarsa o başka!” [16]

Yüce Allah, varlıkları, biri diğerinden ayırt edilebilsin ve aralarındaki fark insanlarca kolayca anlaşılabilsin diye zıtlarıyla birlikte yarattığından, şeytanı da yaratıkların en temiz ve şereflilerinden olan, hak ve hayrı tavsiye eden meleklerin varlığına zıt olarak yaratmıştır. Eğer şeytan yaratılmamış olsaydı, Allah’a kulluk ve itaat etmek bu kadar kıymetli olmazdı. Çünkü belli fiillerin ibadet, hayır, güzel ve iyi oluşu, ancak zıtlarının varlığı ile bilinebilir. Zira insanlara şer ve çirkin fiillerde yol gösteren de şeytandır.

Dipnotlar:

[1] Rahmân sûresi, 14. ve 15. ayet

[2] Hicr sûresi, 26- 27. ayetler

[3] Neml sûresi, 39. ayet

[4] Sebe’ sûresi, 14. ayet

[5] Zâriyât sûresi, 56. ayet

[6] Nahl sûresi, 99. ayet

[7] Bkz. Buhârî, Vekâle, 10;Fedâilü’l- Kur’ân, 10; Tirmizî, Tıb: 16.

[8] Mü’minûn sûresi, 97. Ve 98. ayetler

[9] Bakara sûresi, 34. ayet

[10] Kehf sûresi, 50. ayet

[11] Hicr Sûresi, 39-40.

[12] Zuhruf sûresi, 36-39; Mücadele sûresi, 19. ayetler

[13] Fâtır sûresi, 6. ayet

[14] Müslim, Münafikun : 11.

[15] İsra sûresi, 65; Ayrıca bakınız; A’râf sûresi, 201. ayet

[16] Hicr Sûresi, 41-42. âyetler