Maddi ve Mânevi İlimlerde Zirve

Abidevi Şahsiyetler

Câfer-i Sâdık Hazretleri’nin muhterem babası ve dedeleri, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in getirdiği ilmi almak için, ashâb-ı kirâmın peşinde koşmuş, onlardan Efendimiz’in emsalsiz örnek şahsiyetini, mübârek hayatını ve Sünnet-i Seniyye’lerini sorup öğrenmişlerdi. Bunu mûteber hadis kitaplarındaki rivâyetlerinden de anlamaktayız.

İşte Câfer-i Sâdık (r.a.) böylesine ilme gönül veren ve onun tahsili yolunda hiçbir gayret ve fedâkârlığı esirgemeyen, mübârek bir âilede yetişti. Nebevî ilmin merkezi olan Medîne-i Münevvere’de kendini ilme adadı. Âilesinden aldığı ilimle yetinmeyip, yetişebildiği ashâb-ı kirâmdan ve tâbiînin büyük âlimlerinden de her türlü ilmi tahsil etti.

Daha sonra da aldığı bu maddî ve mânevî ilimlerle çok büyük âlimler yetiştirdi. İmâm Mâlik, Süfyân-ı Sevrî, Süfyân bin Uyeyne, Ebû Hanîfe, İbn-i Cüreyc, Yahya bin Saîd, Yahya el-Kattân gibi pek çok büyük âlim, ondan ilim öğrenip hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir.[1]

Câfer-i Sâdık (r.a.) mübârek ömrünü, sohbetleri ve mektuplarıyla insanların îtikadlarını tashîh, şerîati beyan, hak ve hakîkati îlân ile geçirdi.[2]

O, siyâsetten uzak durur, daha çok ilimle meşgul olurdu. Dünyevî menfaatler için sultanların kapısına gitmeyen âlim ve fakihleri “peygamberlerin emîni” (yani peygamberlerin îtimâd ettiği, onlara vekâleten insanlığı irşad hizmetinde bulunan peygamber vârisleri) olarak isimlendirirdi.[3]

ZAMANININ BÜTÜN ÂLİMLERİ ONUN İLMİNE VE FAZİLETİNE HAYRAN OLDU

O, bütün ilimlerde, ince mânâları ve derin hakîkatleri idrâk etmekte kemâl mertebedeydi. Bütün şeyhlerin önderiydi. Herkes ona îtimâd ederdi. Mutlak bir rehberdi. Müslümanların imâmı, muhabbetullah ve mârifetullah ehlinin kılavuzu, âbidlerin ve zâhidlerin en mükerremiydi. Kur’ân-ı Kerîm ve onun tefsîrinin esrârı ve nüktelerine vuk¯ufiyet bakımından da emsalsizdi.[4] Hem büyük bir muhaddis, hem müctehid derecesine ulaşmış bir fakih idi. İlham gücü yüksek, doğru sözlü, rivâyetlerine ve fikirlerine güvenilir bir İmâm ve allâme idi.[5]

Zamanındaki bütün âlimler ve halk, onun ilmine ve fazîletine hayran olmuşlardı.[6]

Ondan gelen bâzı rivâyetler şöyledir:

Câfer-i Sâdık (r.a.), babasından ve dedelerinden şu hâdiseyi nakletmiştir:

“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, bir gün mübârek torunları Hazret-i Hasan ile Hazret-i Hüseyin’in ellerinden tutup şöyle buyurmuşlardır:

“Kim beni, bu ikisini, bunların baba ve analarını severse, kıyâmet günü benimle beraber olur.” (Tirmizî, Menâkıb, 20/3733)

SABAH ERKEN VAKİTLERDE YAPILAN İŞLER İÇİN DUA

Yine Câfer-i Sâdık Hazretleri’nden gelen bir rivâyette Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle duâ etmişlerdir:

“Allâh’ım! Ümmetime sabahın erken vakitlerini ve bu zamanda yaptıkları işleri bereketli eyle!” (İbn-i Mâce, Ticârât, 41/2238)

BUNLARLA UĞRAŞAN KİŞİYE NE MUTLU!

Câfer-i Sâdık (r.a.), Hazret-i Ali’ye ulaşan bir silsile ile şu hadîs-i şerîfi nakleder:

“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i gördüm, ashâbının arasında minbere çıkarak şu hitâbede bulundu:

«Ey insanlar! Sanki ölüm bizden başkasına yazıldı! Sanki hak, bizden başkasına vâcip kılındı! Sanki uğurladığımız ölüler kısa bir müddet sonra bize geri dönecekler! Mîraslarını da sanki onlardan sonra ebedî kalacakmışız gibi yiyoruz. Bütün nasihatleri unuttuk. Bütün musîbetlerden emîn olmaya (kendimizi belâ ve musîbetlere karşı emniyet içinde görmeye) başladık.

Kendi ayıplarıyla meşgul olarak, diğer insanların ayıplarıyla uğraşmayan kişiye ne mutlu! Kazancı helâl, iç âlemi temiz, dış görünüşü güzel ve yolu müstakîm (yaşayışı düzgün) olan kişiye ne mutlu! Kusursuz bir şekilde Allah için tevâzû gösteren, mâsıyete düşmeden malından infâk eden, fıkıh ve hikmet ehliyle oturup kalkan, zayıf ve yoksullara yardım eden kişiye ne mutlu! Malının fazlasını infâk edip sözünün fazlasını imsâk edene/tutana ve Sünnet-i Seniyye’yi bütünüyle kuşanıp bir daha bid’atlere dönmeyene ne mutlu!»

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bunları söyledikten sonra minberden indi.” (Ebû Nuaym, Hilye, III, 202-203)

EFENDİMİZİN NESLİNE GÖSTERİLEN HÜRMET

Câfer-i Sâdık Hazretleri’nin, muhterem babasından ve mübârek ecdâdından rivâyet ettiği hadîs-i şerîfleri gören muhaddisler:

“–Bu isnâd, bir mecnûnun üzerine okunup üflense, o derhâl iyileşir, aklı başına gelir!” demişlerdir. (İbn-i Mâce, Mukaddime, 9/65; Ebû Nuaym, Hilye, III, 192)

Bu da, İslâm âlimlerinin Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in pâk ve azîz nesline ne kadar hürmet ettiklerini göstermektedir. Diğer taraftan da Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in neslinin ne yüce bir fazîlete sahip olduğuna işaret etmektedir ki, onların mübârek isimlerinin yâd edilmesi bile bir şifâ vesîlesidir.


[1] Mustafa Öz, “Câfer es-Sâdık”, DİA, VII, 1.

[2] Muhammed Ebû Zehra, a.g.e, s. 63.

[3] Ebû Nuaym, Hilye, III, 194; Zehebî, Târîh, IX, 92.

[4] Bkz. Attâr, Tezkire, s. 51.

[5] Bkz. Mustafa Öz, “Câfer es-Sâdık”, DİA, VII, 1.

[6] Zehebî, Târîh, IX, 89-90.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları