Kuzunun Kurttan Kaçmasına Şaşılmaz

PEYGAMBERİMİZ

Haz­ret-i Mev­lâ­nâ -kud­di­se sir­ruh-, in­sa­nın hâ­li­ni şu mi­sâl ile di­le ge­ti­rir: “Ku­zu­nun kurt­tan kaç­ma­sı­na şa­şıl­maz. Zî­râ kurt, ku­zu­nun düş­ma­nı ve av­cı­sı­dır. Lâ­kin hay­ret edi­le­cek şey; ku­zu­nun kur­da gö­nül kap­tır­ma­sı­dır!..” Mevlana Hazretleri bu misal ile ne kastediyor?

İn­san­da fıt­rî ola­rak mev­cut bu­lu­nan tak­lit te­mâ­yü­lü, şah­si­ye­ti şe­kil­len­di­ren en mü­him âmil­ler­den bi­ri­dir. Bu se­bep­le in­sa­nın eği­ti­mi de ona müs­bet ve­ya men­fî nu­mû­ne­le­ri tak­lit et­tir­mek­ten baş­ka bir şey de­ğil­dir. Böy­le­ce in­san, elin­de bü­yü­dü­ğü an­ne, ba­ba, âi­le çev­re­si ve ni­hâ­yet ya­şa­dı­ğı mu­hit­ten çe­şit­li te­sir­ler alır ve bun­la­rı tak­lit­te­ki is­tî­dâ­dı nis­be­tin­de müs­bet ve­ya men­fî bir şah­si­yet ola­rak ce­mi­ye­te ka­tı­lır. An­cak in­sa­nın, ko­nuş­tu­ğu di­li ve ben­ze­ri zâ­hi­rî hu­sus­la­rı öğ­ren­me­si, ek­se­ri­yet­le bü­yük bir me­se­le teş­kil et­mez­ken; onun dî­nî, ah­lâ­kî ve mâ­ne­vî âle­mi­nin şe­kil­len­me­sin­de bü­yük ve cid­dî en­gel­ler or­ta­ya çı­kar. Çün­kü ilâ­hî irâ­de­nin in­sa­na im­ti­han gâ­ye­siy­le ver­miş ol­du­ğu ve in­sa­nı hiç terk et­me­yen, “nefs” ve “ib­lis” gi­bi iki bü­yük en­gel, bu ne­vî fa­zî­let­le­ri tak­lit ve tat­bîk hu­sû­sun­da in­sa­nın ço­ğu ke­re ak­si yön­de bir te­mâ­yül gös­ter­me­si­ne se­be­bi­yet ve­rir. Bu ba­kım­dan in­sa­nın mâ­ne­vî âle­mi, kâ­mil ve üs­tün şah­si­yet­ler olan pey­gam­ber­ler ve Hak dost­la­rı ta­ra­fın­dan şe­kil­len­di­ril­me­li­dir.

HAYRET EDİLECEK ŞEY

Bu iti­bar­la in­sa­noğ­lu dâ­imâ in­ce rûh­lu, za­rif ve ra­kik kalb­li reh­ber­le­re muh­taç­tır. Yi­ne bu yüz­den­dir ki in­san­lar, -müs­bet ve­ya men­fî- reh­ber ka­bûl et­tik­le­ri kim­se­le­re mef­tûn olur, hay­ran kal­dık­la­rı ki­şi­le­ri güç­le­ri nis­be­tin­de tak­lî­de ça­lı­şır­lar. Bu­gün nef­sâ­nî se­fâ­het ve mâ­ne­vî se­fâ­let için­de­ki bir­ta­kım kim­se­le­ri ken­di­ne ör­nek ala­rak on­lar gi­bi ol­mak için ken­di­le­ri­ni ve ebe­dî sa­âdet­le­ri­ni teh­li­ke­ye atan­la­rın hâ­li, ne müt­hiş bir in­san­lık is­râ­fı ve if­lâ­sı­dır!.. Bu deh­şet ve­ri­ci al­da­nış, as­lın­da boş bı­ra­kıl­mış gö­nül tah­tı­nın dol­du­rul­ma­sı adı­na yan­lış kim­se­le­re tak­dîm edi­le­rek zi­yân edil­me­sin­den baş­ka bir şey de­ğil­dir.

Haz­ret-i Mev­lâ­nâ -kud­di­se sir­ruh-, in­sa­nın bu acâ­yip ve ga­rip hâ­li­ni şu mi­sâl ile di­le ge­ti­rir: “Ku­zu­nun kurt­tan kaç­ma­sı­na şa­şıl­maz. Zî­râ kurt, ku­zu­nun düş­ma­nı ve av­cı­sı­dır. Lâ­kin hay­ret edi­le­cek şey; ku­zu­nun kur­da gö­nül kap­tır­ma­sı­dır!..” İş­te bu ge­çi­ci im­ti­han âle­min­de kur­da gö­nül kap­tı­ra­rak ebe­dî bir fe­lâ­ke­te dû­çâr ol­ma­mak için, Ce­nâb-ı Hakk’ın biz kul­la­rı­na “Üs­ve-i Ha­se­ne” yâ­ni en gü­zel bir ör­nek şah­si­yet ola­rak tak­dîm et­ti­ği, Ser­ver-i Âlem, Sey­yi­dü’l-Mür­se­lîn, Haz­ret-i Mu­ham­med Mus­ta­fâ (s.a.v.) Efen­di­miz’e aşk ve mu­hab­bet­le tâ­bî ol­ma­lı­yız. O’nu gö­nül tah­tı­mı­zın ye­gâ­ne sul­tâ­nı ve ha­yâ­tı­mı­zın reh­be­ri kıl­ma­lı­yız. Çün­kü O’nu sev­mek bi­ze farz kı­lın­mış­tır. Hak Te­âlâ, Kur’ân-ı Ke­rîm’in­de: النَّبِيُّ أَوْلَى بِالْمُؤْمِنِينَ مِنْ أَنفُسِهِمْ “Pey­gam­ber, mü’min­ler na­za­rın­da ken­di can­la­rın­dan da­ha ön­ce ge­lir…” (el-Ah­zâb, 6) bu­yur­muş­tur. O, bi­ze ken­di can­la­rı­mız­dan da­ha ya­kın ve da­ha ile­ri­dir. Ha­dîs-i şe­rîf­te de Ra­sû­lul­lâh’a (s.a.v.) mu­hab­bet, ha­kî­kî îmâ­nın şar­tı ola­rak zik­re­dil­miş­tir:  “Nef­sim kud­ret elin­de olan Al­lâh’a ye­min ol­sun ki; siz­den bi­ri­niz, ben ken­di­si­ne ana­sın­dan, ba­ba­sın­dan, ev­lâ­dın­dan ve bü­tün in­san­lar­dan da­ha se­vim­li ol­ma­dık­ça ha­kî­kî mâ­nâ­da îmân et­miş ola­maz.” (Bu­hâ­rî, Îman, 8)

 Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hazret-i Muhammed Mustafa