Kur’ân-ı Kerîm Hakkı Çekinmeden Söyler

KUR’ÂNIMIZ

Kur’ân-ı Kerim haktır; doğruyu, hakikati bildirir ve kendisine sarılanları en doğru ve en sağlam yola götürür. Her şeyi yaratan ve yöneten, o kelâmın sâhibi olan Allah’tır, herşeyi bilen O’dur ve herşey O’na aittir. Kimseye ihtiyacı olmadığı gibi kimseden korkusu da yoktur.

Allah Teâlâ’nın bir ism-i şerifi de el-Hakk’tır.[1] O, inkârı mümkün olmayan, varlığı ve ulûhiyyeti kesin olan ve mutlaka iman edilmesi gereken Yüce Zât’tır. Hakkın ta kendisi, mahzâ ve bizzat haktır. Âyet-i kerimelerde şöyle buyrulur:

“İşte O Allah sizin gerçek Rabbinizdir. Hakkın dışında sapkınlıktan başka ne olabilir ki? O hâlde nasıl yoldan çıkarılabiliyorsunuz?” (Yûnus 10/32)

“O gün Allah onlara hak ettikleri cezayı tastamam verecektir ve onlar Allah’ın apaçık gerçek olduğunu anlayacaklardır.” (en-Nûr 24/25)

Yüce Rabbimiz Hak olduğu gibi O’nun va‘di, sözleri, fiilleri de haktır, O’na kavuşmak da haktır.[2] Dolayısıyla biz kullarına ikram ettiği Kur’ân-ı Kerîm’in en mühim yönü de onun hak olmasıdır. Kur’ân’ın isimlerinden biri de “el-Hak”tır.[3] Kur’ân-ı Kerim haktır; doğruyu, hakikati bildirir ve kendisine sarılanları en doğru ve en sağlam yola götürür.[4] Onun bütün haberleri, anlattığı tarihî kıssaları, yerlere ve göklere dair verdiği bilgileri gerçeğe birebir uygundur. Zira herşeyi yaratan ve yöneten, o kelâmın sâhibi olan Allah’tır, herşeyi bilen O’dur ve herşey O’na aittir. Kimseye ihtiyacı olmadığı gibi kimseden korkusu da yoktur. Yani Allah’ı, hak olmayan bir şeyi söylemeye sevkedecek bir sebep yoktur. Allah Teâlâ bu hakikati bizlere, hak kelâmında şöyle haber verir:

“Biz Kur’ân’ı sadece gerçeğin bilgisi olarak indirdik, o da (sana) yalnız gerçeği söyleyerek geldi; seni de ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.” (el-İsrâ 17/105)

“…Hak ve hakikati Allah söyler, doğru yolu da o gösterir.” (el-Ahzâb 33/4)

“Allah Teâlâ (iblise şöyle) buyurdu: “O zaman gerçek -ki ben hep gerçeği söylerim- şudur: Kesinlikle ben cehennemi, sen ve bütün sana uyanlarla dolduracağım!” (Sâd 38/84-85)

Bu sebeple Hak olan Rabbimizin hak sözü olan Kur’ân-ı Kerîm daima hakkı ve hakikati söyler ve bunu hiçbir şeyden çekinmeden en kuvvetli bir üslupla ifade eder. Yeri geldiğinde düşmanlarının en hassas damarlarına basmaktan bile çekinmez. Âdeta onların irinleşmiş yaralarına neşter vurur. Kılıcını onların cahiliye hamiyetleri ve kâfir taassupları üzerine indirir. Zira “O, yaptığının sonucundan korkacak değildir.” (eş-Şems 91/15)

Bîsetin ilk yıllarıydı. Allah Rasûlü (s.a.v.) insanları gizli gizli İslâm’a davet ediyordu. Mekke müşrikleri O’nun bu davetinden son derece rahatsız oluyorlardı. Bunlar Peygamber Efendimiz’e adeta ateş püskürüyorlardı. Neredeyse gözleriyle onu öldürüp yok etmek istiyorlardı. Onun hiçbir sözüne tahammülleri yoktu. Aleyhlerinde söylenecek en küçük bir söz onları iyice köpürtmeye yetiyordu. Buna rağmen Ahnes b. Şerîk, Velid b. Muğîre, Ebû Cehil gibi azılı müşrikler hakkında nâzil olan[5] şu ilâhi ifadeler hakkı hiç çekinmeden söylüyordu:

“Şu halde seni yalancılıkla itham edenlere boyun eğme! İsterler ki sen tâviz veresin, onlar da tâviz versinler. Olur olmaz yemin eden, aşağılık, daima kusur arayıp iğneleyen, durmadan laf götürüp getiren, iyiliği hep engelleyen, saldırgan, günahkâr, huysuz ve sert, bütün bunlardan sonra bir de ne idüğü belirsiz kimselere, serveti ve çocukları var diye sakın boyun eğme. Ona âyetlerimiz okunduğu zaman, «Öncekilerin masalları!» der. Yakında onun alnına (cehennemlik) damgasını vuracağız!” (el-Kalem 68/8-16)

Yine rivayete göre Velid hakkında inen[6] şu ayetler de son derece serttir ve hakikati açıkça ortaya koymaktadır:

“Yarattığım o şahsı (cezalandırmak üzere) tek başına bana bırak! Kendisine geniş bir servet ve gözü önünde duran oğullar verdiğim; önüne nimetleri serdikçe serdiğim, arkasından daha fazla vermemi bekleyen kişiyi! (Daha fazla vermek mi?) Asla! Çünkü o bizim âyetlerimize karşı inatla direnmektedir. Ben de onu sarp bir yokuşa süreceğim! Çünkü o, düşündü taşındı, ölçtü biçti. Kahrolası, ne biçim ölçtü biçti! Sonra kahrolası ne biçim ölçtü biçti! Sonra baktı. Sonra kaşlarını çattı, suratını astı. En sonunda sırtını dönüp gitti ve kibrine yenildi. «Bu» dedi, «Olsa olsa eskilerden nakledilmiş bir sihirdir. Bu, insan sözünden başka bir şey değildir.» Ben onu Sekar’a (cehenneme) sokacağım. Sen bilir misin Sekar nedir? Bitirir ama yok olmaya da bırakmaz; insanları kavurur.” (el-Müddessir 74/11-29)

Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e peygamberlik vazifesi verilmiş, o da Rabbinin kendisine öğrettiği şekilde namaz kılmaya başlamıştı. Atalarının dininde ısrar eden küfrün elebaşları ise onun bu ibâdet şeklinden rahatsız oluyorlardı. Bir gün Ebû Cehl:

“‒Muhammed sizin aranızda hâlâ yüzünü toprağa sürüyor mu?” dedi. Kendisine “Evet!” cevabı verilince:

“‒Lât ve Uzza’ya yemin ederim ki onu, bunu yaparken görürsem mutlaka boynuna basarım. Yahut mutlaka yüzünü toprağa gömerim!” dedi. Az sonra Rasûlullah Efendimiz’in (s.a.v) namaz kıldığını görerek ya­nına vardı. Boynuna basmak niyetinde idi, fakat insanlar onun birdenbire geri çekildiğini ve elleriyle kendisini korumaya çalıştığını gördüler. Hayretle, “Sana ne oldu böyle?” diye sorunca Ebû Cehil:

“‒Gerçekten onunla benim aramda ateşten bir hendek, korkunç bir şey ve bir takım kanatlar var!” dedi. Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz de:

“‒Bana yaklaşmış olsaydı melekler onun uzuvlarını birer birer koparırdı!” buyurdular. Bunun üzerine Allah -azze ve celle-:

“Gerçek şu ki, insan kendini kendine yeterli görerek azar. Şüphesiz dönüş Rabb’inedir. Namaz kılarken bir kulu (namazdan) men edeni gördün mü? Ne dersin, o (Peygamber) doğru yolda ise yahut takvâyı emrediyorsa? Ne dersin o (men eden, Peygamber’i) yalanlıyor ve doğru yoldan yüz çeviriyorsa? (Bu adam) Allah’ın her şeyi gördüğünü bilmez mi! Hayır, hayır! Eğer vazgeçmezse mutlaka onu perçeminden, o yalancı, günahkâr perçemden yakalayıp (cehenneme atarız). O vakit hemen gidip meclisini (adamlarını) çağırsın. Biz de zebânîleri çağıracağız. Hayır! Ona itaat etme! Secdeye kapan ve Allah’a yakınlaş!”[7] âyetlerini indirdi.[8]

Rasûlullah (s.a.v) bir gün Mescid-i Haram’a girdiği sırada, Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerinden Velid bin Mugîre ve daha birçok kimseler Kâ‘be’nin Hatîm’inde oturuyorlardı. Rasûlullah (s.a.v) da varıp yanlarına oturdular. Kâ‘be’nin çevresinde, tapılmak üzere dikilmiş, kurşunla sağlamlaştırılmış üç yüz altmış put bulunuyordu. O sırada, Nadr bin Hâris de gelip yanlarına oturdu. Rasûlullah (s.a.v) konuşmaya başlayınca, Nadr bin Hâris itiraz etti. Rasûlullah (s.a.v), verdiği cevapla onu susturdu. Sonra da, ona ve oradakilere Enbiyâ sûresinin:

“Siz ve Allah’ın dışında taptığınız şeyler cehennem yakıtısınız. Siz oraya gireceksiniz. Eğer onlar birer ilâh olsalardı oraya (cehenneme) girmezlerdi. Hâlbuki hepsi (tapanlar da tapılanlar da) orada ebedî kalacaklardır. Onlar orada inim inim inleyecekler, kendilerini sevindirecek hiçbir haber de işitmeyeceklerdir”[9] âyetlerini okudular. Sonra da kalkıp gittiler. Putları aleyhinde okunan âyetler Kureyş müşriklerinin çok ağırına gitti.[10]

Medine-i Münevvere’de Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e düşmanlık eden, onun davasına karşı her türlü entrika çeviren Yahudiler ve münafıklar vardı. Bunlar da pek yaman düşmanlardı. Şerlerinden korkulması ve sakınılması gereken kimselerdi. Allah Rasûlü’nü öldürmek ve yok etmek için nice sinsi planlar yapıyorlardı. Kur’ân-ı Kerîm yahudilerin bu sinsi planlarını ve münafıkların ikiyüzlülüğünü her defasında gün yüzüne çıkardı, onları bütün insanların önünde rezil rüsva eyledi. Mesela yahudiler hakkında şu tür âyetler nâzil oldu:

“Yemin olsun ki, onları insanların yaşamaya en düşkünü olarak bulursun; müşriklerden de çok; her biri ister ki bin sene yaşasın. Oysa çok yaşatılması hiç kimseyi azaptan kurtaramaz. Allah onların yapmakta olduklarını eksiksiz görür.” (el-Bakara 2/96)

“Onlar, hep yalana kulak veren ve durmadan haram yiyen kimselerdir. Sana gelirlerse aralarında hüküm ver veya onlardan yüz çevir. Onlardan yüz çevirirsen sana hiçbir zarar veremezler. Eğer hüküm verirsen aralarında adaletle hükmet. Şüphesiz Allah âdil olanları sever.” (el-Mâide 5/42)

“Yahudiler «Allah’ın eli bağlanmış!» dediler. Asıl kendi elleri bağlanmıştır ve söyledikleri yüzünden lânetlenmişlerdir. Aksine O’nun iki eli de açıktır, dilediği gibi verir. Rabbinden sana indirilen, onlardan birçoğunun azgınlığını ve inkârcılığını kuşkusuz artıracaktır. Onların arasına kıyamete kadar sürecek düşmanlık ve kin saldık. Ne zaman savaş ateşini tutuşturmuşlarsa Allah onu söndürmüştür. Onlar yeryüzünde bozgunculuk için çaba harcarlar; Allah ise bozguncuları sevmez.” (el-Mâide 5/64)

“De ki: «Ey yahudiler! Başka insanların değil de yalnız kendinizin Allah’ın dostu olduğunuzu iddia ediyorsanız ve şayet sözünüze sadıksanız haydi ölümü temenni edin!» Ama onlar daha önce yapıp ettikleri yüzünden asla ölümü istemeyeceklerdir. Allah zalimleri çok iyi bilmektedir.” (el-Cuma 62/6-7)

Bir kısım âyetler de münafıkların iç yüzünü ortaya koyuyor, onları rezil ediyordu. Bunların bir kısmı da şöyledir:

“Erkeğiyle kadınıyla münafıklar birbirine benzer; kötülüğü özendirip iyiliği men ederler, hayır için harcamaya elleri varmaz. Onlar Allah’ı umursamadılar, O da onları kendi hallerine bıraktı. Gerçek şu ki münafıklar günaha batmış kimselerdir. Allah, erkeğiyle kadınıyla münafıklara ve açıktan inkârcılık yapanlara, içinde ebedî olarak kalacakları cehennem ateşini vaad etmiştir. Onlara bu yeter de artar! Allah onları lânetlemiştir ve onlar için devamlı bir azap vardır.” (et-Tevbe 9/67-68)

“Münafıklar sana geldiklerinde, “Şahitlik ederiz ki sen gerçekten Allah’ın elçisisin” derler. Senin hiç şüphesiz kendi elçisi olduğunu Allah elbette biliyor; ama Allah şahitlik eder ki münafıklar (inandık derken) kesinlikle yalan söylemektedirler. Onlar yeminlerini kalkan edinip Allah yolundan yan çizmişlerdir. Onların yaptıkları ne kadar çirkin! Şöyle ki, onlar sözde inandılar ama gerçekte inkâr ettiler; bu yüzden kalpleri mühürlenmiştir; artık anlayıp kavrayamazlar. Onlara şöyle bir baktığında dış görünüşleri sana iyi bir izlenim verir; konuşurlarsa sözlerine kulak verirsin. Ama onlar sanki bir yere dayanmış kütükler gibidir (böyle güvendeymiş gibi görünürler). Ama her gürültüyü de kendilerine yönelik sanırlar. Asıl düşman onlardır, onlardan korun! Allah kahretsin onları! Nasıl da haktan yüz çeviriyorlar!” (el-Münâfikûn 63/1-4)

Hâsılı Kur’ân-ı Kerim’de her şeyin yaratıcısı ve sahibi olan ve her şeyi bilen sonsuz kudret sahibi Allah’ın üslûbu açıkça görülmektedir. Onda herşeye hâkim olan ve hiçbir mahlûktan korkmayan yüce bir zâtın üslûbu vardır.

Dipnotlar:

[1] el-En‘âm 6/62; Yûnus 10/30, 32; el-Kehf 18/44; Tâhâ 20/114; el-Hacc 22/6; el-Muminûn: 23/116; en-Nûr 24/25; Lokman 31/30; Fussilet 41/53.

[2] Bkz. Yûnus 10/5, 82; Lokman 31/33; Buhârî, Deavât, 9; Müslim, Müsâfirîn, 199; en-Nesâî, Kıyâmü’1-Leyl, 9; Râgıb el-Isfahânî, el-Müfredât, “hkk” md.

[3] el-En’am 6/66; Hûd 11/17; el-Enbiyâ 21/18; Sebe’ 34/48-49; el-Hâkka 69/51;

[4] el-Bakara 2/252; Âl-i İmrân 3/103; Yûnus 10/108; el-İsrâ 17/9, 105; ez-Zümer 39/2, 41; el-Câsiye 45/6.

[5] İbn Hişâm, es-Sîretu’n-Nebeviyye, 1: 360; Taberî, Câmiu’l-Beyân, 23: 535; Kurtubî, 18: 229, 231; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, 8: 193.

[6] Vâhıdî, Esbâbu nüzûli’l-Kur’ân, s. 468; İbnu’l-Cevzî, Zâdü’l-mesîr, 4: 361; Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, 30: 704; Alûsî, Rûhu’l-meânî, 15: 135.

[7] el-Alâk 96/6-19.

[8] Müslim, Münâfıkîn, 38; Ahmed, 2: 370. Krş. Buhârî, Tefsîr, 96/4.

[9] el-Enbiyâ 21/98-100.

[10] İbn Hişâm, 1: 382; Taberî, Câmiu’l-beyân, 17: 96-97; İbn Kesîr, Tefsir, 3: 198-199; Ezrakî, Ahbâru Mekke, 1: 120-121; İbn Sa’d, 2: 136; Vâhidi, Esbâbü’n-nüzûl, 206.

Kaynak: Doç. Dr. Murat Kaya, Kitabımız Kur’ân Muhtevâsı ve Fazîletleri, Erkam Yayınları