Kul Hakkı, Âhirete Kalırsa Hesabı Nasıl Görülecek?

İbadet Hayatımız

Vefât eden kişinin geride ödenmemiş borçlar ve haklar bırakması nasıl bir yükümlülüktür? Peygamber Efendimiz böyle durumlarda ne yapardı?

Bir de vefât eden kişinin geride ödenmemiş borçlar ve haklar bırakması meselesi vardır.

Nitekim Peygamber Efendimiz, bir cenâze getirildiğinde bir akrabasını çağırtır ve sorardı:

“–Mevtâ üzerinde kul hakkı var mı? Borcu var mı?”

Cenâze namazını ona göre kılardı. Eğer kul hakkı var ise; ödenmezse, helâllik olmazsa onun namazını kıldırmazdı. Böylece hakların dünyada iken sahibine tevdî edilmesinin lüzumunu ashâbına öğretirdi.

Ebû Katâde -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e, namazını kıldırması için bir adam(ın cenâzesi) getirildi. Ancak -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;

“–Onun üzerinde borç var, arkadaşınızın namazını siz kılın!” buyurdu.

Ben;

“–(Borç) benim üzerime olsun, ey Allâh’ın Rasûlü.” dedim.

“–Sadâkatle mi?” dedi.

“–Sadâkatle!” dedim.

Bunun üzerine cenâzenin namazını kıldı. (Tirmizî, Cenâiz, 69; Nesâî, Cenâiz, 67)

Fahr-i Kâinât Efendimiz’in imkânları artınca, vefât edenlerin borçlarını bizzat üstlenip ödemeye başladı. O’nun müstesnâ cömertliğini ve şefkatini gösteren şu hadisleri bu hakikati bildirir:

“Ben her mü’mine kendi nefsinden daha ileriyim, daha yakınım. (Dolayısıyla) bir kimse ölürken mal bırakırsa, o mal kendi yakınlarına aittir. Fakat borç veya yetimler bırakırsa, o borç bana aittir; yetimlere bakmak da benim vazifemdir.” (Müslim, Cuma, 43; İbn-i Mâce, Mukaddime, 7)

Günümüzde de cenâzelerde helâllik istenmekte ve oradaki cemaat tarafından helâllik verilmektedir. Ancak bu tatbikat, âdet yerini bulsun diye yapılıp bırakılmamalı; vefât edenin borçları ve hakları araştırılmalı, tespit edilip ödenmelidir.

Orta Asya’da Rasûlullah Efendimiz’in tatbikatı üzere; hocaefendilerin, borçlar ödenmedikçe cenâzeyi kıldırmadıklarını öğrenmiştim.

KUL HAKKI AHİRETE KALIRSA NE OLUR?

Mühimdir:

Kul hakkı, âhirete kalırsa hesabın nasıl görüleceği hadîs-i şerifte şöyle bildirilmiştir:

“Kimin üzerinde din kardeşinin ırzı, nâmusu veya malıyla ilgili bir zulüm varsa, altın ve gümüşün bulunmayacağı kıyâmet günü gelmeden evvel o kimseyle helâlleşsin.

Aksi takdirde; kendisinin sâlih amelleri varsa, yaptığı zulüm miktarınca sevaplarından alınır, (hak sahibine verilir.)

Şayet iyilikleri yoksa zulüm yaptığı kardeşinin günahlarından alınarak onun üzerine yükletilir.” (Buhârî, Mezâlim, 10, Rikāk, 48)

Mahşer günü bir mü’minin kıymetli yegâne varlığı sevaplarıdır. Böyle iken; dünyada girdiği kul hakları sebebiyle, o sevaplarını kaybetmesi, hattâ üstüne başka günahları da yüklenmesi bir kul için ne fecî bir perişanlık ve hüsran olacaktır!..

Mîrasta bir haksızlık yapmak fecî bir kul hakkıdır. Öşür ve zekâtını ihmâl etmek, ciddî ve titiz bir şekilde hesaplamamak, yani hakkıyla vermemek de fukarânın kul hakkıdır. Gıybet de, en mühim kul haklarından biridir.

  • Helâl lokma hassâsiyeti

Kıssadaki samimî mü’minleri bu şekilde davranmaya sevk eden, haram lokma korkusu ve helâl lokma hassâsiyetidir.

Bu hususta, Cenâb-ı Hakk’ın emri şöyledir:

“Allâh’ın size helâl ve temiz olarak verdiği rızıklardan yiyin ve kendisine îmân etmiş olduğunuz Allah’tan korkun!..” (el-Mâide, 88)

Bursevî Hazretleri bu âyetteki «helâl» ve «tayyib / temiz» kelimeleri hakkında şu îzâhatta bulunur:

et-Te’vîlâtü’n-Necmiyye’de şöyle denilmiştir:

«Helâl, Allah Teâlâ’nın yenmesini mubah kıldığı şeydir. Tayyib ise içinde kul hakkı olduğu şüphesi bulunmayan ve sadece ihtiyaç için kullanılıp nefsânî arzuları tatmine âlet edilmeyen (lüks ve israfa sarf edilmeyen) şeydir.

Binâenaleyh;

Her tayyib helâldir. Fakat her helâl tayyib değildir.”

Bir lokmanın üzerinde göz hakkının kalması da, o lokmanın temizliğine halel getirir. Bu sebeple kadîm medeniyetimizde;

  • Yemek satılan ve yenilen yerlerde, yiyecekler fukarânın gözü kalmasın diye teşhir edilmez ve bir perde ile muhafaza edilirdi.
  • Fırınlara pişirilmeye götürülen börek ve benzeri gıdâların üzeri örtülür ve pişiren fırıncaya göz hakkı mutlaka ikrâm edilirdi.

Helâl ve temiz lokma, kalbi mâneviyatla besler. Haram ve şüpheli lokma ise mâneviyâta zehir saçar.

Bu hakikati bilenler, vücutlarına bir zerre haram ve şüpheli girmesindense ölmeyi tercih ederlerdi.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2021 Ay: Ocak, Sayı: 191