Küçümsediğimiz Günahlar

Cemiyet Hayatımız

Kalbimize bakmayı temel bir hassasiyet haline getiremeyişimiz sebebiyle farkında olmadan günah kirini küçümsüyor muyuz? Günahın parça parça hayatımıza girip, bizi kendisine alıştırdığını ve bir süre sonra ana limandan fersah fersah uzaklaştığımızı göremiyor muyuz?

Başlıktaki kelime Kur’an-ı Kerim’de yer alıyor. Allah Teâlâ o kelimeyi bazı şeyleri tanımlamak için ifade buyurmuş. Anlamı “pislik - murdar” demek. Maide suresi 90’ıncı ayet şöyle:

“Ey iman edenler! Şarap, kumar, putlara kurban kesilen sunaklar, fal okları, şeytana ait murdar işlerden (rics) başka bir şey değildir. Bunlardan geri durun - kaçının ki felâh bulasınız, kurtuluşa eresiniz.” (Maide, 90)

Allah Teâlâ bunları aynı zamanda “şeytan işi” olarak da tanımlıyor. Hemen sonraki ayette bunlarla şeytanın ulaşmak istediği hedefi de bildiriyor:

“Şeytan, içki ve kumarla sizin aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık bunlardan vazgeçtiniz değil mi?” (Maide, 91)

ALLAH'IN İNSANLARA VERDİĞİ RUH TERBİYESİ

İki ayeti bir arada okuduğumuzda da Allah Teâlâ’nın biz insanlara tam bir ruh terbiyesi verdiğini görmekteyiz.

“Şeytan işleri murdarlıklar”dan kaçınabilirsek, felah - kurtuluş orada. İster dünyevi anlayalım, ister uhrevi, kurtuluş orada.

Bunu başaramazsak, Şeytan’ın hesaplarına kurban gitmiş olacağız. Onu da bildiriyor Rabbimiz: Şeytan bunlarla aramıza düşmanlık, kin sokmak istiyor. Dahası var: İnsanı Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak istiyor.

İnsan, ayette kin ve düşmanlık gibi müşahhas kötülükleri gördüğünde, onlara odaklaşabilir. Oysa, insanın “Allah zikri”nden ve “Namaz”dan alıkonulması, bir anlamda hayat şirazesinin kayması, şakülünün bozulması demektir ki, ondan sonrası, insan için sürekli bir düşüştür.

Burada “rics - murdarlık” çerçevesinde şarap, kumar, şans oyunları ya da putlar zikrediliyor. Aslında “günah iklimi” insanoğlu için toptan bir çürümeyi getirir.

Nitekim Rasulullah sallallahü aleyhi ve sellem günahla gelen kalb kirlenmesine dikkat çekiyor:

“Kul bir günah işlediğinde, kalbinde siyah bir leke belirir. Eğer tevbe ederse ve ondan sıyrılırsa kalbi saydamlaşır, parlar. Yok (tevbe ve istiğfâr etmeyip) tekrar günaha dönerse bu leke çoğalır. Öyle ki, kalbi (tümüyle) kaplar; işte Allah Teâlâ’nın Kur’an’da zikrettiği ‘reyn’ budur. (İbn Mâce, Zühd 29; Ahmed bin Hanbel, II/297)

Rasulullah burada Mutaffifîn suresindeki şu ayete dikkat çekiyor:

“Hayır, aksine, onların kazanmakta oldukları (günahlar) kalplerini paslandırmıştır -râne-.” (Mutaffifîn, 14)

MÜ'MİNLE MÜNAFIĞIN GÜNAHA BAKIŞI

Rasulullah (s.a.v) yine bu çerçevede mü’min ile içi - dışı başka adam olan münafığın günaha bakış noktasında ayrıştığını bildirir:

“Mü’min, üzerindeki günahı, üstüne yıkılmasından korktuğu bir dağ gibi görür. Münâfık ise, günahını, burnuna konup da oradan uçurduğu bir sinek gibi önemsiz görür.” (Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme 49)

Selef-i salihin dediğimiz geçmişte geçen Allah dostları, Rasulullah sallallahü aleyhi ve sellem Efendimizin bu ikazlarını da dikkate alarak günahın büyüğünü küçüğünü, bir kalb kirlenmesi olarak görmüşler, ondan kaçınmayı hayat disiplini haline getirmişlerdir.

Kirlenme.

Murdara bulaşma.

Bunun getirdiği tiksinti.

Kur’an’da Rabbimiz insan soyunu “mükerrem yarattığını” bildiriyor. (İsra, 70) “Mükerrem” “şerefli, kerem sahibi” anlamlarına geliyor.

Halik Teâlâ’nın mesajı şu:

Mükerrem yarattım, mükerrem kalın, Huzuruma mükerrem gelin. Kirlenmeyin, pisliğe bulaşmayın, içinizde dışınızda murdarlık olmasın, çamura bulanmayın, yüzünüz abdest suyu ile parlasın, yüreğiniz namaz ikliminde, zikrullah ile yıkansın.

Acaba kalbimize bakmayı temel bir hassasiyet haline getiremeyişimiz sebebiyle farkında olmadan günah kirini küçümsüyor muyuz?

Günahın parça parça hayatımıza girip, bizi kendisine alıştırdığını ve bir süre sonra ana limandan fersah fersah uzaklaştığımızı göremiyor muyuz?

Bu da Allah Teâlâ tarafından “insanın düşmanı” olarak nitelenen ve bir hikmetle kendisine kıyamete kadar insan soyunu yoldan çıkarabilme imkânı tanınan Şeytan’ın bir oyunu mu?

GÜNAH, İNSANI NASIL ÇÜRÜTÜR?

Bir kere daha ve “insanın çürüme süreci” olarak düşünmeliyiz günah üzerinde.

Şeytanın, insanın “nefha-i ilahi” ile donanmış mükerrem, ahsen-i takvim - en güzel yaratılış diye nitelenen fıtratını azaltarak, yontarak, düşürerek, onu esfel-i safilin-aşağıların aşağısında, Rabbin huzuruna çıkacak yüzü kalmayan bir varlığa dönüştürme stratejisinin uzantısı olarak düşünmak...

“Sin City - Günah şehri” isimli bir film var.

Hayali bir şehir anlatılıyor.

Filmi izleyenlerin yorumlarına yer verilmiş internet ortamında. Bir izleyici filmde anlatılan şehri “hayatları pamuk ipliğine bağlı olan, suç işlemeyi kanıksayan insanların şehri” olarak tanımlıyor. Bir başkası “Herkesin izleyeceği bir film değil, kan tutanlar izlemesin” notunu düşüyor.

Ne var filmde?

“Günah”ın bütün pisliği, murdarlığı var.

Hani bazan insanlar, medyada, akıl almaz bir akıl tutulması ile varlığını korumak amacıyla adeta günahın üzerine kapanıyor.

Allah şunu yasaklamış mı, din şunlara sınır mı getirmiş, yasak olanı Allah’ın hükmünden çıkarmak için, sınırları tahrip etmek için ne mümkünse yapılıyor. Ve bu, insanın özgürlüğü adına yapılıyor. Promete, Zeus’un elinden kutsal ateşi çalacak ve insanın özgürlüğünü kazanacak. Bir tür başkaldırı.

Sonuç, günah şehri. Bir adım sonrası günah dünyası.

Ne var orada?

Kan, cinayet yani, cinselliğin dibe vuruşu, kadının en aşağılık istismarı, uyuşturucu, sürünen insanlar, kutsal diye bilinen her şeyin silinişi, pamuk ipliğine bağlı hayatlar, suç işlemenin kanıksandığı bir iklim...

Alın bu şehri, dünya çapında genişletin ve insanlığın halini düşünün...

Ne olacak o dünyada?

Yaşlılar, kadınlar, çocuklar, hastalar, engelliler... altta kalanların tümünün canının çıktığı bir dünya.

İnsan insana niye acısın ki?

İnsan hayvana niye acısın ki?

İnsan yeri - göğü niye sömürmesin ki?

İnsan kendine, kalbine, beynine, vücuduna niye saygı duysun ki?

Saygı ne ki?

Allah Teâlâ’nın Kur’an’da bir de bazı insanlar için “Onlar hayvanlar gibidir” ifadesinden sonra gelen “Bel hüm edall - Hayvandan daha sapkın” şeklinde bir tanımlaması var.

Rabbin her kelâmında hikmet bulunuyor.

ŞEYTANIN OYNADIĞI OYUN

“Kan dökücülük - fesat çıkarıcılık” potansiyeli bulunuyor insanın. Kur’an’da daha insanın yaratılış safhasında, meleklerin diliyle buna işaret edilmiş. (Bakara, 30)

Şeytan bu tarafına oynuyor belki de insanın...

İnsan oralara doğru gittikçe, diğer ifadeyle “şeytan işleri”ni yapmaya devam ettikçe, şeytana benzeyecek. İnsanlığı azalacak.

Günah yolculuğu, insanlığımızın azaldığı bir yolculuktur. Bunu böyle bilmek lâzımdır.

Oradan ne çıkar?

Cinselliği şeytan işine dönüştüren, nesli fesada götürür. Ortaya şehvet-matik bir kadın - erkek vakıası çıkar. Onun sonucu, evlilik dışı doğan çocukların sokaktaki ya da hastane bahçesindeki çöp konteynırına atılmasıdır. Mutsuz kadınlar, erkeklerdir.

Mal tutkusunu şeytan işine dönüştüren, sömürü çarkı oluşturur. Karunlaşır, ama belasını bulur.

Gücü şeytanla birlikte kullanan, zalimleşir. Temasta bulunduğu herkesi yakar. Mazlumlar dünyası oluşur.

Alkolü şeytan elinden içenler, bir süre sonra aynı hilekâr elden uyuşturucu almaya başlarlar, onun sonu da, hangi yaşta olduğuna bakmadan kalbin - dimağın çürümesidir.

İnsanlığın bir tarafı çürür, bir başka tarafı ise o çürüyüşe çare aramaya koyulur.

Pisliğe bulaşmamak varken, pislik alım - satımı şeytanın adamlarının ticaret yolu haline gelir, şeytan her gün daha da etkisini artıran iletişim kanallarını kullanarak, zihinleri ifsad eder.

Şeytan burnundan tutar insanın ve bataklığa sürükler.

Oysa insan bu olmamalı.

Allah bu hale düşsün diye mükerrem kılmadı insanı.

Şeyh Galib’in dediği gibi:

“Hoşça bak zâtına kim zübde-i alemsin sen

Merdüm-i dide-i ekvan olan âdemsin sen.”

(Sen kendine saygıyla bak, çünkü alemin özüsün. Ve kainatın göz bebeği olan kişisin.)

HANİ İNSANLIK?

İnsan günah yolculuğunun nereye varacağını göremiyor.

“Günah şehri”ni insan, şeytanla elele tutuşarak inşa eder. Bir kere o çark dönmeye başladığında ise, insan o şehrin murdar çarklarının parçası haline gelir, şeytan ise kenara çekilip insanın çürümesini keyifle seyreder.

İnsan kenara çekilip bakmaya kalksa, kendi düştüğü durumu seyredemez. “Bu ben miyim?” der. “Bu benim çocuğum mu, kızım mı, oğlum mu, babam mı, annem mi, eşim mi?” der. Şehrin, dünyanın çarkları arasından insan kanı akar, insan hayası tükenir, insan erdemi yerle bir olur.

Hani “porno” diye bir ifade var.

İğrençliğin bakılamaz hali.

Cinayetin, cinselliğin, sömürünün, insanın ezilişinin, çürüyüşünün bakılamaz, tiksinti verici, kusturucu hali.

İnsan oraya düşer mi?

Esfel-i safilin - Aşağıların aşağısı ne ki? Hayvandan daha sapkın olmak ne ki?

Panterin bir ceylanı kovalayışı, yakalayışı, parçalayışı bile “Hayvanca” deyip geçilecek bir olay olarak görülebilir.

Ama bir insanın - farzedelim bir erkeğin- sokakta bir kadına 40 kere bıçak saplaması, 3-4 yaşındaki bir çocuğa yönelik taciz, yere düşen birisine on kişinin tekmelerle çullanması, bir köpeğin otomobilin arkasına takılıp sürüklenmesi, sokakta uyuyan kedinin tekmelenmesi, bir kadının çocuğunu pencereden atmakla tehdit etmesi, bir patronun çalışanlarına “Sizin rızkınızı ben veriyorum” diye kükremesi, bir uyuşturucu satıcısının, krize girmiş ve her şeyini verecek hale gelmiş bağımlıyı bir tutam toz için kıvrandırması, organ mafyasının insan bedenini parça parça satması, şu veya bu zalimin pençesinden kurtulmak için oluşan mülteci kamplarında milyonlarca insanın yaşadığı perişanlık...

Hani insanlık?

Nerede başladı bu çürüme?

Ve biz diğer tüm insanlar, nerede koruyup kolladık bu çürüme sürecini, sözümona özgürlük adına?

Ne derdi Üstad Necip Fazıl Kısakürek:

“Haykırsam kollarımı makas gibi açarak

Durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak.”

Kaynak: Ahmet Taşgetiren, Altınoluk Dergisi, Sayı: 386