Kimi, Ne Kadar Sevmeliyiz?

EZCÜMLE

Kimi, ne kadar sevmeliyiz? Merhum Mûsâ Topbaş Efendi’nin kalpte bulunan sevgilerle ilgili yaptığı sıralama.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- helal-haram arasında bulunan şüpheli şeylerden korunmak gerektiğini ifade eden bir hadîs-i şerifinin sonunda takvânın merkezi kalbe işaret ederek şöyle buyuruyor:

“…Şunu bilin ki, insan vücudunda küçücük bir et parçası vardır. Eğer bu et parçası iyi olursa, bütün vücut iyi olur. Eğer o bozulursa bütün vücut bozulur. İşte bu et parçası, kalbdir.” (Buhârî, Îmân, 39; Müslim, Müsâkat, 107)

Evet, îmanın ve küfrün, duyguların ve davranışların komuta merkezi; kalptir. İnsan, bir şeyi gönlünde sever, düşünceleri onunla meşgul olur; eli-ayağı, velhâsıl bütün organları sevdiği şeye ulaşmak veya onu memnun etmek için çırpınır.

DİN MUHABBET İŞİDİR

Din, muhabbet işidir. Belki bundan daha iddialısı, muhabbette ziyadeleştiğimiz şeyler, bir müddet sonra bizim dinimiz olmaya başlar. Bu sebeple Allah Teâlâ, mü’minlerin îmanını anlatırken şöyle buyurur:

“İnsanlardan bazıları Allah’tan başkasını Allâh’a denk tanrılar edinir de onları Allâh’ı sever gibi severler. Îman edenlerin Allâh’a olan sevgileri ise, (onlarınkinden) çok daha fazladır…” (el-Bakara, 165)

O halde bir mü’minin kalbindeki en yüce sevgi, Allah Teâlâ’ya karşı duyduğu muhabbettir. Hiçbir sevgi, o sevginin yanına yaklaşamaz, onu gölgede bırakamaz.

KALPTE BULUNAN SEVGİLER

Merhum Mûsâ Topbaş Efendi, kalpte bulunan sevgilerle ilgili şöyle bir sıralama yapmıştı:

“Peygamber Efendimizi, bütün gönlümüzle sevmeli, ona her türlü iltifat ve hürmeti göstermeliyiz. Ancak bu, Allâh’a gösterilecek hürmet ve muhabbete denk olmamalı! Peygamber Efendimizin ashâbını da çokça sevmeli ve hürmet göstermeliyiz. Ancak onlara duyduğumuz sevgi ve hürmet, peygamberlere duyulması gereken seviyeye yaklaşmamalı. Allah dostlarını, Cenâb-ı Hakk’ın sevdiği ve sevdirdiği evliyâullâhı da sevmeli ve hürmet göstermeliyiz. Ancak onlara olan muhabbet ve hürmetimiz, ashâb-ı kirâma duyduğumuz kadar olmamalı…”

Bu cümlelerdeki kademelendirmeyi, yaratılışımızda var olan dünyevî sevgiler için de kullanabiliriz. Anne-babamızı, eşimizi, çocuklarımızı, evimizi, işimizi vesâir kalbimizi meşgul eden bütün meyil ve muhabbetlerimizi; “Allah için” hissetmeliyiz. Bunlara duyduğumuz sevgi, Allâh’ın emir ve yasaklarına ters düşecek boyutlara geldiği zaman, yine “Allah için” bunları sınırlamayı bilmeliyiz.

Din, muhabbet işidir. İnsan, sevdiğine boyun eğer. İnsan, sevdiğinin ricasını emir telâkkî eder. Gönülde yer bulmayan bir otorite, insanın bedenine hükmeder; ama duygu, düşünce ve ruh âlemine hükmünü geçiremez.

Samimî îman; gönülde yerleşen, sâbit olan ve tasdik olunandır. Gönülde yankısı olmayan dildeki şehâdet, belki insanları bu dünyada kandırabilir, ancak Hak Teâlâ indinde bir kıymeti yoktur. Çünkü o dildekine değil, gönüldekine bakar.

İnsan dine gönülden bağlanınca, onun gözünde ne ibadetler bir yük olur, ne de bu uğurda çektiği sıkıntılar onu üzer, yorar, yıpratır.

O, gönlünü, Yüceler Yücesi’ne bağladığı için bu dünyadaki bütün esaret zincirlerini kırmış; bütün bağ ve alâkalardan âzâde olmuş en hür kişidir. İsterse, elinde-kolunda binlerce kölelik halkası bulunsun.

Rabbimiz, dinine gönülden girmeyi, O’nun muhabbet ve marifetiyle gerçek hürriyete kavuşmayı hepimize nasip eylesin. Âmin.

Kaynak: Zâhide Topçu, Şebnem Dergisi, Sayı: 188